Dostoyevski, Yeraltından Notlar Üzerine

Dostoyevski, Yeraltından Notlar Üzerine
  • 11
    0
    0
    2
  • Yeraltından Notlar Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin 1864 yılında yayımlanan, varoluşçuluğun ilk romanı olarak değerlendirilen, en ünlü eserlerinden biridir. 

    Bu yazıda üzerinde durmak istediğim nokta romanın kahramanı olarak karşımıza çıkan karakter, onun duygu, düşünceleri ve ‘’yeraltı’’ olarak adlandırılan iç dünyasıdır. Gerek kendimiz gerekse Dostoyevski’nin iç dünyasını bizlere yansıtan bu karakter aslında baktığımızda çağımız insanının yaşayışını, duygu ve düşüncelerini de gözler önüne sermektedir. Nitekim bu ‘kişi’’ Dostoyevski’nin de bizlere söylediği gibi toplumumuzun hâlâ yaşayan en belirgin temsilcisidir. 

    İki bölümden oluşan romanın ilk bölümü ‘’Yeraltı’’ olarak karşımıza çıkar ve karakter bu bölümde bizlere kendisinden, duygu ve düşüncelerinden, içinde bulunduğu karmaşık ruh hallerinden bahseder. İkinci bölüm ise karşımıza karakterin anıları, üzerinde büyük bir tesir bırakan ve bu tesirlerin etkisinden kurtulamadığını yansıtan olaylar, bu olaylara bakış açısı ve yorumlayışı olarak çıkar.

    40 yıl boyunca kendimizi dış dünyadan, toplumdan ve hatta kendi benliğimizden soyutlayarak yeni bir dünya yaratmak ve yarattığımız bu dünyada kendimizle, insanlarla olan kavgamızı hiç bitmeyecekmiş düşüncesiyle sürdürmek.. 40 yaşına geldiğimizde ise yarattığımız bu dünyadan sıyrılma düşüncesiyle karşı karşıya gelmek.. 

    Evet, romanın kahramanı kırk yaşındadır. 40 yıl boyunca kendisini hem kendinden hem de toplumdan soyutladığı, gizlediği bir dünya yaratmıştır, kırk yaşına geldiğinde ise yeraltı adını verdiği bu dünyadan sıyrılarak romanda kendisini ve anılarını dışa vurmuş, iç dünyasını gözler önüne sermiştir. Öyle ki karakterini ve anılarını apaçık şekilde ve tüm samimiyetiyle ortaya koyacağını söylemektedir. 

    ‘’..bu notlarımın düzeltilmesi için uğraşmayacağım. Herhangi bir sistem ya da yöntem aramayacağım. Nasıl hatırlıyorsam öyle yazacağım.”

    Peki neden yıllar boyunca yeraltına sığınmış ve bu dünyadan dışarı çıkmamış, ya da çıkmak istememiştir? 

    Aslında cevabı oldukça basit, içinde bulunduğumuz bu çağda neredeyse her insanın yaşamış olduğu çatışmalar, toplumdan uzaklaşma, kendine ve diğer insanlara karşı yabancılaşma, farkındalığın ağırlığı... Kişinin kendisiyle başlayan çatışmasının topluma yansımasıyla birlikte hissettiği yalnızlık, çaresizlik ve bu çaresizliğin zamanla büyük bir kızgınlık nefrete dönüşmeye başlaması. 

    Roman karakteri de tüm bu duyguları zaman içerisinde yaşamış, içine düştüğü çaresizliğe yenilerek yeraltına sığınmış bir karakterdir. Toplumdan dışlanmış, geri plana itilmiş, duygu ve düşüncelerini olduğu gibi dile getirememiş ve bu nedenle yalnızlığa sürüklenmiş, sürüklendiği bu yalnızlıktan dolayı çevresindeki insanları suçlamış, onlara öfke beslemiş ve hatta onlardan nefret etmiştir. 

    "Çünkü insanloğlu ahmak bir yaratıktır, hem de görülmemiş derecede... Daha doğrusu ahmak değil de nankördür, eşine rastlanmayacak kadar nankördür."

    "Çünkü biz hayatla bağlantımızı kaybetmiş insanlarız, hepimiz sakatız, hepimiz, bağlatılarımız o kadar kopuk ki " gerçek hayata" karşı tam bir tiksinti duyuyoruz. Bu yüzden de bize bunu hatırlatan insanlara kızıyoruz. O kadar ileri gittik ki "gerçek hayata" bir yük olarak bakıyor ve kitaplarda bulduğumuz yaşamın daha iyi olduğuna inanıyoruz."

    Karakter romanın kahramanı olmakla birlikte aynı zamanda anti-kahramanı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Çifte-kişilik olarak adlandırılan bu durum her iki bölümde de okuyucuya sunulmuştur. Bazı bölümlerde kendisini seven bazı bölümlerde ise kendisinden nefret eden bir kişilik olarak kendini gösterir. Bazen tüm insanlardan daha zeki ve akıllı olduğunu dile getirirken bazense kendinden zavallı, rezil ve kötü karakterli bir insanmış gibi bahseder. 

    ”Ben mızmız, asabi, hastalık hastası, keçi gibi inatçı biriyim.”

    “Ben hasta bir adamım… Ters bir insanım ben. Neremin ağrıdığını bilmiyorum. Tedavi de olmuyorum… boş inançlarım da vardır.”

    Bana en çok dokunan, suçlu olsam da olmasam da her zaman bir çeşit tabiat kanununa uyar gibi, herkesten önce kendimi suçlu görmemdi. Bu, ilkin çevremde herkesten akıllı olmamdan ileri geliyordu.

    Kendinden nefret edişiyle, insanları arasında hissettiği yalnızlık ve anlaşılamama düşüncesiyle korunaklı olduğunu düşündüğü yeraltı dünyasına sığınarak toplumdan kaçar ve varlığını sürdürmeye çalışır karakter. 

    Bunun aksine kendisiyle övünç duyarak, diğer insanlardan nefret ederek ve onları küçümseyerek yeraltından sıyrılır ve düşüncelerini dile getirmeye karar verir. Yeraltı dünyasından ayrılma düşüncesinde dahi çelişen karakter ‘’Normal’’ insan olarak adlandırdığı insanların yeraltı dünyasının kapısını dahi aralamaya korktuklarını söyler ve bu dünyanın kapılarını sonuna kadar aralayarak, onlar gibi olmadığını, gerçeklere karşı gözlerini kapamadığını ve kulaklarını tıkamadığını ispatlamaya çalışır. 

    Aynı zamanda sığındığı yeraltında farkındalık ve bilinçaltıyla yüzleşmesiyle birlikte bu ağır yükün altında ezilmiş olduğunu da okuyucuya hissettirir.

    ‘’Nihayet şuna geliyoruz baylar: En iyisi hiç bir şey yapmamak! Bilinçli tembellik hepsinden iyi! Onun için yaşasın yeraltı! Normal insanları çatlayasıya kıskandığımı söyledim ya, gene de gördüğüm kadarıyla, onların bugünkü halinde olmak istemem. (kıskanmasına gene kıskanacağım, hayır hayır, yeraltı daha karlı!) Orada hiç olmazsa insan..Eeh! Şimdi bile yalan söylüyorum! Yalan, çünkü iyi olanın yeraltı değil, başka, bambaşka, hasretini çekip bir türlü elde edemediğim şey olduğunu iki kere ikinin dört ettiği gibi biliyorum! Cehenneme kadar yolu var yeraltının.’’

    Tüm bunların yanı sıra beni en çok etkileyen düşünce, belki de yansıtılmak istenen asıl düşünce, karakterin bazı bölümlerde ortaya koyduğu, zaman zaman övdüğü zaman zamansa yerdiği yeraltının aslında bilinçaltımız olduğu düşüncesidir. 

    İnsanın bastırdığı duygu ve düşünceleri, saklamak zorunda hissettiği iç dünyası, yargılanmaktan korktuğu için dile getiremediği gerçekler, toplumun doğrularına olan inançsızlıkları ve kabullenemeyişleri, tüm bunların birleşerek yeraltı denen dünyada buluşması olarak karşımıza çıkmaz mı? 

    Belki de gerçekten dendiği gibi bilinçaltımızın kapılarını aralayan bir dünyadır yeraltı. Belki de karakter bu yüzden sığınmıştır bu dünyaya ve bu yüzden dış dünyadaki insanlardan farklı görüyordur kendisini. Çünkü bilinçaltıyla bütünleşen ve bu farkındalık ile yaşamak zorunda kalan insanlar, içinde bulundukları çağa ayak uyduramayan ve var oldukları topluma yabancılaşan insanlar olarak karşımıza çıkarlar. 

    Mecbur bırakılan yaşamı, alışkanlıkları, kuralları ve herkes tarafından kabul edilen doğruları(!) kabul etmedikleri için ve ulaştıkları bu farkındalık düzeyinden geri adım atamadıkları için kendi iç dünyalarına, yeraltına sığınmayı tercih ederler. 

    Tüm; yeraltında olanlara, yeraltından yeryüzüne çıkanlara(!) ve yeraltıyla hiç tanışmamış olanlara selamlar.

    ''Yemin ederim size baylar, her şeyin tam anlamıyla farkında olmak bir hastalıktır; hem de tümüyle gerçek bir hastalık. Sıradan bir bilinç, insanın yaşamı için fazlasıyla yeterlidir.''

    “Yaşamaya susamışsınız ve yaşamsal soruları mantıksal kargaşayla çözüyorsunuz. Laubali ve cüretkâr kabalıklar yapıyorsunuz, ama aynı zamanda da korkuyorsunuz! Saçma şeyler söylüyor ve bundan hoşnut oluyorsunuz; küstahlık edip hemen ürküyorsunuz bunlar yüzünden ve özür diliyorsunuz. Hiçbir şeyden korkmamayı öğütlüyorsunuz, ama aynı zamanda bizim görüşlerimize yaltaklanıyorsunuz. Diş gıcırdatmayı öğütlüyorsunuz, ama aynı anda bizi güldürmek için soytarılıklar yapıyorsunuz. Esprilerinizin esprili olmadığını biliyorsunuz, ama siz, besbelli hoşnutsunuz onların edebi değerlerinden. Siz belki de gerçekten acı çekmişsiniz, ama acınıza asla saygı duymuyorsunuz. Elinizde doğru var, ama bilgelik yok; en aşağılık şöhret düşkünlüğünden dolayı doğruyu gösterişe, rezalete, piyasaya çeviriyorsunuz... Gerçekten bir şeyler söylemek istiyorsunuz, ama korkudan asıl sözünüzü saklıyorsunuz, çünkü sizde onu söyleyecek kararlılık yok, sadece ürkek terbiyesizlikler var. Bilinci övdünüz, ama bütün vaktiniz kararsızlıklarla geçiyor, çünkü bir aklınız olmasına ve çalışmasına rağmen kalbiniz ahlaksızlıkla kararmış, fakat temiz bir kalbiniz olmazsa, tam, düzgün bir aklınız da olmaz. Üstelik ne kadar çok sırnaşıyor, davetler çıkarıyorsunuz, ne kadar çok eğilip bükülüyorsunuz! Yalan, yalan ve yine yalan!” 

    Kaynakça: Yeraltından Notlar - Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, İş Bankası Kültür Yayınları 

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.