Mutluluk, mutlu, mut...
Bir umuttur yaşamak. Bir umuttur mutlu yaşamak.
Hep mi umut edeceğiz. Hep mi şarkılar dinleyeceğiz. Hep mi şiirler yazacağız.
Şimdilerde herkes mutsuz şehirlerde ve umutsuz bir yaşama mahkum mu edildi? Yoksa insanlık mutluluğa ulaşmanın verdiği hazzın şımarıklığını mı yaşıyor.
Şimdilerde hiçbir şey güzel değil. Ne meyvenin tadı var ne de yaşanan duyguların hatırlanması için bıraktığı bir hatrı var.
Öylece yaşıyoruz. Düz bir metni tek düze bir tonla okur gibi sabah kalkıp işe gider akşam işten döner gibi. Basitleştik yahut basitleştirildik.
Susuyoruz bir de olana bitene susmak dedimse öyle susmak değil bir ses çıkarıyoruz ama el ne dercesine ötesi yok. Kötülüğe karşı hele suspus oluyoruz Kötülere kör sağır dilsiz oluyoruz. Başat yaşamak yetmez gibi bir de kötü yaşıyoruz kötüyü yaşatıyoruz.
Ne oluyor anlayan yok da olanı da anlamaya gayret eden de yok. Yitip gidiyoruz basitleşen basitleştirildiğimiz kötüleşmiş ve kötülerin haklılığına boyun eğdiğimiz ölümlü dünyanın dip derinliğinde..
Öyle bir dünya inşa ediyoruz ki dışında göz alıcı bir yaşam vaat etsek de içinde ölü ruhların gıybetinden başka bir heyecanı olmayan hayat gerçeği sakladığımız.
Ne şimdi yani? Böyle mi olacaktı sonumuz. Ölü ruhların çalgı ve çengisinde taze gelin ve damatlardan mutlu bir hayat yaşamasını istiyoruz. İsteklerimizin aksine karanlık, basit ve basitleştirilmiş hayatlarımızı yaşarken bir diğerine kara çalıyoruz ve bunu insanlığımıza anlatmak için can atıyoruz utanmadan ve usanmadan..
Şimdilerde en makbul umut hayırlısı..
Ne hayrı bekliyoruz ki bu eğlencesinde bile ölü ruhların halay çektiği cenazesinde dua yerine tömbek çalan insanlıktan?
Yahu yok oluyoruz son insanlık demine bir küp şeker katıp onu da paylaşmadan tüketiyoruz. Bebekler bombardımanda ne olduğunu anlayamadığı acı ve yakıcı gürültülerin eşliğinde ölüyor, çocuklar çaresizce gözü dönmüş sapkınların hazlarına kurban ediliyor, kadınlarımız erkek şiddetinin hakimiyetinde katlediliyor. Yahu bu insanlık, çocukluğumuza, gençliğimize, kadınlarımıza ve canımız dahil olmak üzere tüm varlığımıza yaylım ateşi açıyor ve yine aynı insanlık ölüm adedinden sahte utanç duyuyor ve tanrısından bu kötülüğün son bulmasını istiyor. Oysa tanrı son elçisini dünyaya çoktan göndermiş ve yaşananların hesabını çoktan mahşere saklayacağını anlatmıştı. Yani tanrı mahşere kadar insanlığı yine insanlığın kendisine emanet edip mahşer gününe kadar inzivaya ayrılmıştı.
Peki zor mu yaşananları sorgulayıp insanlığın hatalarıyla yüzleşmesi adına korkusuzca bütün insanlığa sağlam bir şekilde tokat atmak! Tokat atılırsa insanlık şiddete karşıyım diye isyana da kalkar o halde tanrı tarafından indirilen bir elçiyi beklemektense bu dünyanın kendi içinden iyiliği avazı çıkana kadar bağıra bağıra anlatacak elçisi olmak
Ne oluyor efendiler ne oluyor hanımefendiler!
Bir bakın dünyanıza bu dünya batıyor ve insanlık bencilce arzularını yaşamak ve yaşatmak adına bu dünyayı peşkeş çekiyor sonu bilinmez yozlaşmışlığa..
Bilmemiz gereken tek şeyi biliyoruz aslında o da yaşamaması gereken ve yaşatılmaması için mücadele etmemiz gereken bir insanlıkla karşı karşıyayız.
Biz böyle bir insanlıkla mutluluğu umut etmek bir yana yarının korkusunu bugünden yaşayıp günümüzü dahi yaşayamayız. Biz bu insanlıkla özgür, mutlu ve huzurlu yaşayamayız ve bu karanlık mahzendeki tecridimizde ıslah olamadan varlığımızı toprağın bağrına basarız.
Eski zamanlarda eski ve mutlu insanlar masal anlatırken bir zamanlar bir varmış bir yokmuş diye başlarmış masallara oysa şimdi günümüzün hastalıklı insanlığını anlatmak için kullanmak lazım geldi. Bir zamanlar yani çok da eski ve mutlu olmayan zamanlarda; şairler sevgi vaat ediyordu şiirlerinde, çocuklar neşe saçıyordu bitmek bilmeyen gülüşleriyle, mavinin her tonuyla parıldayan güneşin sıcaklığıyla eğlenceli bir temaşayı anımsatan gökyüzü, özgürlük vaat ediyordu hepimize.
Susma ey adam susma ey kadın!
Susma ey çocukluğum isyan et!
Bu sığ derinliğinde boğulduğumuz dünyada, insanlık insan olmaktan uzaklaşıp bir gün mecburen kangrene neden olacak derin yaralar alıyor.
Çocuklar ağıt yakıyor daha güneşin etrafında beş kere dönmüşken dünya!
Gökyüzü kan kırmızı kesilmiş, turkuaza hasret türküsü yakılmakta..
Ne çareyse devası olsun bu kara çalınmış insanlığa..
Bir umutsa yaşamak bir umudumuz varolsun hep. Yaşayalım ki umut etmeye yüzümüz olsun. Mutluluğumuza ışık olalım. Renk renk gülüşler saçsın çocuklar, karanlığa galip gelsin aydınlıklar. Durmayalım bir umutsa yaşamak inadına yaşayalım inadına karanlığa karşı aydınlığın sönmeyecek meşalesi olalım.
Ölümlere yas değil gülüşlere neşe olalım.
Sevdaya söz olalım şaire kalem olalım.
Gelin bir kez daha avazımız çıktığı kadar umudu cesurca yaşatacak yüreklere çağrı yapalım. Topraktan gelen insana yine yeniden topraktan bir doğuş olacağını hatırlatalım. Özgürlüğün, umudun, iyiliğin ve güzel olan her şeyin tohumunu saçmasını ve alın teriyle bu tohumlara can olsun diye elçi olalım.
Yunus Emre'nin de dediği gibi tanış olalım sevelim, sevilelim el ele vermek günah deseler de biz yine işi bir tutup gökyüzü maviliğini selamlayan kuşları seyir tutalım.
"Gelin tannış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz
Yunus sözün anlarsan
Ma’nisini dinlersen
Sana bir amel gerek
Bunda kimesne kalmaz"
kötülerinsin sen dünya iyileri öldüren dünya dedikleri bu kara parçasını motorları maviliklere süren çocukların neşesiyle güneşin zaptına kanat çırpan sakanın cesaretiyle yeniden iyi olanların kılalım...
"iyilik için mücadelimizi kaybetsek dahi korkmayalım ve son kez insan kalalım."
Her şeyin hızlı tükenip iyiliğin ve güzelliğin menfaatle paylaşıldığı bu dünya bencilliğinde iyilikle var olan paylaşmakla çoklaşacağını unutmayanlara selam ola!
Yorum Bırakın