Psikiyatrlar "rüya bireyin mitidir" cümlesiyle beraber halkbilimi ile ilgilenmeye başlamışlardır. Bu psikanalitik kuramın halkbilimindeki açılımına karşılık gelen anahtar cümledir. Burada bahsedilen psikanalitik halkbilimi teorisini anlayabilmek için mit ve rüya kavramının nasıl oluştuğunu, birbirleriyle nasıl ilişkiler içinde olduğunu anlamak gerekir. Sigmund Freud, 1900 yılında yayınlanmış olan Rüyaların Yorumu adlı eserinde bunu anlatmaktadır. Sigmund Freud, tarihteki ilk psikanalitik teoriyi geliştiren kişidir. Psikanalitik teorinin mantığı insanların zihinsel rahatsızlıklarını, zihinsel hastalıklarını iyileştirebilmek için yalnızca ilaca vs. başvurmaya gerek olmaması, psikanalitik yapılarak da insanların ruhsal olarak sağaltılabileceğidir. Bu Freud'un hipotezidir ve bunu buz dağı metaforu ile açıklamaktadır. Buz dağı belli bir yerine kadar denizin içindedir. Kendisinin en az dört-beş katı suyun altındadır. İnsan zihni de tıpkı buz dağının tepesi ve altı gibidir. Gündelik hayatın içerisinde, uyanıkken, etrafımızdakilerle uğraştığımızda sadece buz dağının üstündeki kısmı kullanırız. Fakat buz dağının altında bunun çok derine inen uzantıları vardır. Üst taraf "bilinç" alt taraf "bilinçdışı" olarak nitelendirilmektedir. İnsanın buz dağına benzeyen zihninde, üst kısım uyanıkken kullanılan bilinçli haldir. Bilinçlilik durumundaki eylemler görmek, koklamak gibidir. Bu kısım şöyle oluşmaya başlar: İnsan dış etkilere açık bir dünyanın içinde yaşamaktadır. Bir yandan da kişinin kendi istekleri, hırsları, fantezileri vardır. Dış dünyanın etrafında ise ailesi, arkadaşları vs. bulunmaktadır. Bu kişinin, toplumun kabul etmediği istekleri, inançları olabilir. O isteklerini dümdüz bir şekilde dışarı yansıttığında linç edilir, toplumdan dışlanır. Örneğin orman kanunlarının geçerli olduğu değil de medeni bir toplumda yaşadığımız için biriyle hiçbir sıkıntımız yokken ondan nefret ediyorsak ona herhangi bir zarar veremeyiz. Etrafımızda bizi sürekli farklı yerlere yönlendiren dinamikler vardır ve bizler bir süre sonra bu zararı, toplumun kabul etmediği istekleri kabullenmek zorundayızdır. Bunlar bilinçli halimizdeyken kafamızın içinden geçiyorlardır fakat dış dünyada uyguladığımızda kanunlar vb. yollarla başımıza gelecekler bellidir. Dolayısıyla kafamızdakileri kontrol altına alabilmemiz, bastırabilmemiz gerekir. Bilinçlilik durumunda düşündüğümüz düşüncenin uygulama durumunda zararlı etkileri olabileceğinden buna kafa yorarız ve birden onu artık düşünmediğimizi fark ederiz. Fakat aslında kafamızdan atamayız. Bunların hepsi bilinçdışına gider. Bilinçte bir sürü duygu vardır ve orası dolmaya başlamıştır. Bizler de onların bazılarını bilinçdışına bastırmışızdır. Bu kısım doluyken tıpkı bir yanardağ gibidir. Bastırılmış duygular zaman zaman yukarı taşar. Bilinçlilik durumu ile bilinçdışı durumun arasında bir sansür mekanizması vardır. Bu sansür mekanizması oradaki duyguları bastırır, onların dışarı çıkmasını engeller. Fakat bu bahsedilen mekanizma uyku zamanında şeffaflaşır. En mükemmel uyku herhangi bir rüya ile bölünmemiş uykudur. Rüya, bizim sürekli bilinçaltında bastırdığımız ama uyku halindeyken yukarıya çıkmaya çalışan kötücül duyguları farklı kılıkta bize gösteren bir mekanizmadır. Rüyalar, normalde karşımıza çıktığında bizi uykudan panik halinde uyandıracak, hatta belki de kötü fikir aklımıza geldiği için bir daha uyuyamayacağımız durumları, tolere edebileceğimiz bir şekle dönüştürür. Bu sayede uyku hali de bölünmeden devam eder. Her rüya görüldüğünde aslında kişinin onca yıl bastırmış olduğu bir duygunun yukarıya çıkarken kılık değiştirmesi sağlanmış olur. Rüya olmadan o fikir bilinç düzeyine çıktığında kişi uyanır. Dolayısıyla da gece içerisinde o fikirler her bilinçaltından yukarı çıktığında uyanılması gerekir. Rüya bu durumu engeller. Bilinçdışının içerisine istekler çok fazla bastırılıdığında ise yanardağ gibi patlar. Psikolojik sorunları olanların rahatsızlıkları da budur. O kadar çok bastırılmış duyguları vardır ki iki kısımda da yer kalmamış ve patlamıştır. Bizlerin bu patlama noktasına gelerek zarar görmememiz için bu duyguların ara ara dışarı çıkmasına izin vermemiz gerekmektedir. Freud'a göre rüyalar bizim sağlıklı bir psikoloji içinde kalabilmemizi sağlayan ve bilinçatındaki deponun biraz açılıp boşaltılmasını sağlayan bir mekanizmadır. Rüyaların Yorumu isimli yapıtında bunun nasıl olduğunu anlatmaktadır. Örneğin bir kişinin çok başarılı ve bu özelliğiyle ailenin ilgi odağı olan bir kardeşe sahip olduğunu, kendisinin ise bu konuda köşeye atılmış birisi olduğunu düşünelim. Bu kişi zamanla kardeşini çok ciddi bir biçimde kıskanmaya başlar. İnsanın kardeşinin başarısını kıskanması, toplum tarafından onaylanan bir davranış değildir. Kendi kanından, canından olan birini kıskanmak hem aile hem de toplum içerisinde saçma algılanır. Dolayısıyla kişi bilinçli haldeyken kıskandığını bildiği bu durumu kendine bile itiraf edemez hale gelir. Çünkü insanın kendi kardeşini ağır bir şekilde kıskanması ve ona içten içe zarar vermek istemesi kendisi için de gerçek bir travmadır. Kendisine bile itiraf edemediği bu tür duyguları toplumda dışarı çıkaramaz ve bastırması gerekir. Bu bastırılmış duygular buz dağı metaforuna göre ortada yer alan sansür mekanizması kalktığında yukarı çıkar. Duyguların bastırılmış olduğu bilinçdışından tekrar bilince çıktığı zamanlar rüyalardır. Aynı örnek üzerinden gidecek olursak kişi uyuduğunda kardeşini ne kadar şiddetli bir biçimde kıskandığı aklına gelirse uyanması gerekir. Çünkü bastırmış olduğu duygu hiç kılık değiştirmeden yukarı çıkmış olur ve bu rahatsız edici bir şeydir. Bunun sebebi bu fikrin normalde zaten rahatsız ettiği için kişinin onu bastımış olmasıdır. Kötü bir fikir olduğunu düşündüğünden bastırır ama onu kafasından atamaz. Kişi rüya halindeyken de ortadaki sansür kalkar ve böylece bilinçaltında bastırılmış duygu dışarı çıkar. İşte Freud ise bu noktada bahsedilen duyguların kişiyi rahatsız etmeden rüyanın içinde bulunması için onların kılık değiştirdiğini söylemektedir. Örneğin aynı kişinin rüyasında liseden özendiği bir arkadaşına tokat attığını görmesinde, lise arkadaşı=kardeşi, özenmesi=kıskanması, tokat atması=zarar verme isteği olarak yorumlanabilir. Yani bastırılmış duygu yakın şeylere bürünerek rüyaya yansımıştır. Freud, Rüyaların Yorumu'nda rüyalarda gördüğümüz şeylerin başka bir anlamının olması gerektiğini ve kişinin bastırdığı, psikolojisine zarar verdiği şeyi rüyalarla ortaya çıkartabileceğini savunur. İnsanlar rüyalarını anlatır. Psikanalitik uzmanları not alır ve onların ne anlama geldiğini açığa çıkarır. Sonrasında insanlardan bunu kendilerine itiraf etmelerini, bununla yüzleşmelerini isterler. Böylelikle kişi bastırdığı duygudan da kurtulabilir. Freud'un yapmaya çalıştığı şey, bastırılan duygu ne olursa olsun kişinin onu kendisine itiraf etmesi ve sonrasında onu gizlemesine artık gerek kalmayacağıdır. Eğer kişi duygusunu bastırmaya devam ederse o duygu, kişiyi rehin alma konusunda daha da büyüyecektir. Rüyada sansür çalışmıyorsa ve korkulan şey, direkt korkulan şey olarak karşımıza çıkıyorsa bu kabustur ve uyandırır. Freud, kılık değiştirerek karşımıza çıkan korkularımızı sembollerle, imgelerle yorumlayarak ortaya çıkarabileceğini savunmaktadır. Bunlar birkaç yöntemle gerçekleşmektedir:
1-Yer değiştirme: Bastırılan duygunun kaynağı olan nesneyle rüyada görülen şeyin yeri değişmektedir. Değiştiği zaman rüya, değişmediği zaman kabus olur. Yukarıdaki örneğe göre kardeş=lise arkadaşı gibi.
2-Yoğunlaştırma: Buz dağının altındaki (bilinçdışı) bir korku başka bir korkuya ve o da bir başka korkuya denk gelmektedir. Örneğin yüksekten, karanlıktan ve ölümden korkan biri rüyasında karanlık bir ortamda bir uçurumun tepesinden düşerek öldüğünü görebilir. Tek tek değil de birbirinin üzeri şeklinde ortaya çıkar.
3-Temsil: Fikirlerin rüyalarda görsel bir imgeye dönüşmesidir. Rüyada imgeyle görsel bir şeye dönüşen sembollerin altında yatan fikirler soyuttur.
Freud, bu üç yöntemle beraber bastırılan duyguların rüyalarda karşımıza çıkabileceğini savunur. Rüyadan yola çıkıp gerçek hayatla nasıl yer değiştirdiğimizi, bütün korkularımızın birbirinin içine nasıl geçtiğini ve fikirlerimizin görsel imgelere nasıl dönüştüğünü fark edersek gerçek psikolojik sorunumuzun nedenini bulabiliriz. Bununla yüzleşip, kendimize itiraf ettiğimizde ise bu sorunların bir süre sonra kaybolduğunu görüp daha sağlıklı bir bireye dönüşürüz. Bilişsel terapi, korktuğumuz şeylere kendimizi kontrollü bir şekilde maruz bırakmamızla çalışır.
Bu kısma kadar "rüya bireyin mitidir" sözünden bahsettik. Karl Abraham'a göre ise "mit toplumun rüyasıdır" Rüya kişisel bir şeydir. Halk edebiyatı ürünleri ise kolektif yani bütün toplumun psikolojisini yansıtan bir şeydir. Masallarda da tıpkı rüyalardaki gibi canavarlar, tanrılar, olağanüstü özelliği olan birçok şey vardır. Bir rüyayla masalı ayırt etmek oldukça zordur. Psikanalitik, bu kadar benzerliğin tesadüf olamayacağını şöyle açıklamaktadır: Nasıl bir bireyin korkuları, endişeleri, istekleri varsa toplumlar da bastırılmış duygularını dışarıya halk edebiyatı ürünleriyle vururlar. Bunların en önemli temsilcileri mitlerdir. Mitlerin içine bakılırsa o miti yaratan toplumun neden korktuğu, neleri baskıladığı, kolektif psikolojisinde neleri sakladığı görülmektedir. Örneğin Türk toplumlarında geçmişten bu yana yılanların pek hoş karşılanmaması bununla ilişkilidir.
harika bir yazı olmuş gerek içerik gerekse konu bakımından anlatım tarzı şahane, örnekler süper. Ancak tek sıkıntı yazıların üst üste gelerek boğucu gözükmesi aynı satırı 2 defa okuduğum oldu epey :) Sanırım ayrı daha belirgin yazılması daha iyi olur, yine de belirttiğim gibi gayet harika bir yazı olmuş emeğinize sağlık