Toyluğun Vahşeti Ve Denizi Yitiren Denizci

Toyluğun Vahşeti Ve Denizi Yitiren Denizci
  • 1
    0
    1
    0
  • Birkaç saatlik okuma yaptığım halde üzerimden koskoca bir Mişima külliyatı geçmiş gibi hissediyorum. Nedenini soracak olursanız, Goko No Eiko derim. Yani Denizi Yitiren Denizci adlı kitaptan bahsediyorum. Mişima’nın diğer kitaplarını okumadan Denizi Yitiren Denizci’nin değerini anlayamayacağınızı nasıl anlatsam dostlarım. Sanki bütün Mişima kitapları birleşmiş de bu kitap ortaya çıkmış. Mişima’nın bütün karakterleri Noboru’da toplanmış, bütün kadınları Fusako’nun bedeniyle bütünleşmiş, bütün yakışıklı erkekleri Ryuji’nin elinden tutmuş gibi bir kitap. Sankileri hiç bitmeyecek gibi hissediyorum. İnanın kitabın hikayesini düşündükçe tüylerim diken diken oluyor. Çok korkunç olduğu için değil. Yahut içinden çıkamadığım için de değil. Tam tersine inanılmaz rahat okunan bir yapıya sahip. Sizi okurken içine çeken bir tarafı var hatta. Mişima’nın diğer eserlerinden farklı olan birçok tarafı var.

    İlk bakışta gözüme çarpan şey her karakterin bilincini ve düşüncelerini ayrı bölümlerde okuyabilmemiz oldu. Yani Noboru’nun gözünden Ryuji ve Fusakoyu gördüğümüz gibi Ryuji’nin gözünden de Fusako ve Noboru’yu görebiliyoruz. Mişima’nın bu tekniği başka bir kitabında kullandığını görmedim. Hikaye o kadar ustalıkla kurulmuş ki gözlerime inananamadım desem yeridir. Kitaba ilişkin fikirlerimi daha iyi anlayabilmeniz için kurgudan biraz bahsetmem lazım. Hikaye aslında Noboru’nun etrafında dönüyor. On üç yaşındaki karakterimiz Noboru ve dul annesi Fusako Yokohama kentinin bir ilçesinde yaşıyorlar. Babasını küçük yaşta kaybeden Noboru’nun annesi bir iş kadını olarak çalışırken hayatlarını devam ettirmeye çalışıyorlar. Kasabanın en lüks mağazalarından birinin işletmecisi olan Fusako iyi bir anne olmaya çalışırken gençliğinin ve diriliğinin de etkisiyle kendisini duygusal açıdan çok yalnız hissediyor. Hikayemizin kırılma noktasında Tsukazaki Ryuji ortaya çıkıyor. Büyük bir nakliye gemisinin ikinci kaptanı olarak görev yapan Ryuji otuzlu yaşlarında bir adam olmasına rağmen gönül işlerinde oldukça toy. Hayatını çalışarak ve para biriktirerek geçiren bu adam ile Fusako’nun karşılaşması kıvılcımların çaktığı an oluyor. Bu kıvılcımları bir türlü benimseyemeyen Nobotu ise aslında kahramanlarımızın tanışmasındaki en büyük etken olarak kendini gösteriyor. Noboru’nun denize ve denizcilere olan büyük hayranlığı çocukta limana yeni yanaşan bu büyük gemiyi keşfetme isteği uyandırıyor. Annesinin elinden tutup Ryuji ile tanıştıran da bu sebeple kendisi oluyor. Ryuji her ne kadar güçlü ve kahraman bir denizci olsa da Noboru’nun gözünde en büyük günahı işleyerek annesinden hoşlanıyor. Bu tanışmadan sonrası Noboru’nun isteği dışında ilerliyor. Birbirlerinden hoşlanan Fusako ve Ryuji birlikte olmaya başlıyorlar, ilk gecelerinde yalnız olduklarını düşünürken duvardaki delikten onları izleyen bir çocuk olduğunun farkında olmadan…

    Noboru gerçekten sapkın bir çocuk mu yoksa çocukluğun eğitilmemiş vahşetinin bir kurbanı mı bilmiyorum. Annesi ile olan ilişkisi gerçekten çok garip. Üstelik Fusako bu ilişkinin farkında değil. Oğlunu tek başına yetiştiren bir anne gibi sert fakat anlayışlı olmaya çalışan bu kadın çoktan sahiplenildiğinin bilincinde değil. Noboru’nun annesine karşı biraz fazla histerik diyebiliriz. Kadın, iyi geceler dileyip odasına geçtiği anda duvardaki deliğin başına geçerek soyunuşunu izleyen bir oğlu olduğunun asla farkında değil. Hatta Noboru’nun cinsellik denen şeyi keşfedişi bile anesini izleyerek oluyor. Yani Noboru eve gelen ikinci bir erkeği kaldırabilecek durumda değil. Annesinin hayatlarına, üstelik bir de yatağına, başka bir adamı alışını affedemese de annesini suçlu duruma düşürmüyor. Tüm kötülüklerin sebebi olarak Ryuji’yi görüyor.

    Eserin içinde ilgimi çeken şeylerden birisi de Mişima’nın betimlemeleri oldu. Yazarın betimleme konusunda çok yetenekli olduğunu zaten biliyordum fakat Denizi Yitiren Denizci sayesinde bazı şeyler kafamda daha çok oturdu. Mişima kadın vücudunu tasvir ederken sadece güzelin hakkını vermek için yazıyor. Bu tasvirlerde manzaracı bir yaklaşım sergiliyor. Kadınların diri vücutlarından, gençliklerinden ve onları izlemenin yoruculuğundan bahsediyor. Erkek vücudunu betimlerken ise okuyucudan önce kendisini baştan çıkarmak için oynatıyor kalemini. Kadın vücudundan bahsederken gösterdiği kibarlık erkek vücudunu anlatırken derin bir haşinliğe dönüşüyor. Şehvetin ve tutkunun coşkun dalgalarında ilk önce kendisi boğuluyor. Erkek teninin altında akan kan dahi Mişima’nın kalemine mürekkep oluyor. Yazarın bu zamana kadar okuduğum tüm eserlerindeki erkek tasvirlerini bir kenara, kadın tasvirlerini diğer tarafa koysam ne demek istediğimi daha iyi anlatabilirim sanırım. Yanlış anlaşılmak istemem, bu farklılık yazarın kadın vücudunun kibarlığı yahut erkek vücudunun sertliğini ifade edebilmek için takındığı bir tavır değil. Bahsettiğim şey farklı bir anlatım. Yazarın eşcinselliğine yönelik çalışmaların neden yapıldığını daha iyi anlayabiliyorum artık.

    Okurken benim için başka bir ilginç konu ise Mişima’nın çocukluğa ve çocuk olmaya dair tutumu oldu. Yazarın Altın Köşk Tapınağı adlı eserini okurken çocuk zihnine karşı takındığı tavırları az çok okuyabilmiştim. Fakat Denizi Yitiren Denizci’de bu tavır bambaşka bir seviyeye çıkıyor. Noboru başta olmak üzere eserin içerisinde “Noboru’nun arkadaşları” olarak yarattığı bütün çocukların karakteri inanılmaz korkunç. İnsancıl olmamanın onur duyulacak bir şey olduğunu düşünüp ölümü izlemenin zevkini (!) tatmak amacıyla yavru kedi öldüren çocuklar yaratmış Mişima.  Bu kötülüklerin fikir babası Noboru yerine Şef takma isimli bir çocuk olarak çıkıyor karşımıza. Anne ve babasının çok çalışmasını fırsat bilerek istediği gibi yaşayan bu çocuk aynı zamanda bir kitapkurdu ve boyundan büyük laflar etmek konusunda üstüne yok. Yaratılan Şef karakterinin anne ve baba kavramına ilişkin fikirlerini dinlemek inanılmaz zorlayıcı bir yolculuktu. Şef’in bir noktada “babalar bu dünyanın karasinekleridir” dediğini hatırlıyorum. Bu cümle nedense aklıma Mişima’nın hikayeye Şef olarak dahil olduğunu düşündürdü bana. Yazarın hayatından yola çıkarak bu eleştiriyi yapabiliriz sanırım.

    Denizi Yitiren Denizci söz konusu olduğunda hep Mişima’ya başlangıç için iyi bir kitap olduğunu düşünürdüm fakat artık aynısını söyleyemiyorum. Mişima ile tanışıklığınız varsa bu kitap sizler için derya deniz olur, her satırında beyninizde onlarca farklı kapı açılır. Mişima’yı ilk defa okuyorsanız ve bu kitabı seçmişseniz tüyleriniz diken diken olur, yazardan korkar, büyük ihtimalle vedalaşırsınız.

     

    Özdem Direkçi

     


    Yorumlar (1)
    • Teşekkürler.Çok güzel bir yorum. Mişima'nın bu kitabını ben de okuyana kadar onun faşist özelliklerinden haberim yoktu öyle dingin bir ruh haliyle yazıyor ki dünyaya tekamülünü tamamlamış bir ermiş zannettim sonra otobiyografisini okudum.Diğer kitaplarından bahar karlarıı okuyabildim sadece bu kitaptan aldığım hazzı alamadım ama betimlemelerine hayran oldum üslubu da kusursuz.

      Yorum Bırakın

      Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.