Psikiyatr Carl Gustav Jung’un arketip teorisinin üzerine şekillendirdiği “analitik psikoloji” dediği bir yöntem vardır.
Jung, insanlık tarihini incelediğimiz zaman bahsedilen kolektif bilinçdışında en parlayan arketiplerden birinin de kendini gerçekleştirme arketipi olduğunu söylemektedir. Bu bir insanın kendisini gerçekten tanıma arketipidir.
Analitik psikoloji bazı katmanların birleşiminden ortaya çıkan bir insandan bahseder. Nesneleri, doğayı vb. kapsayan dış dünya ile iç dünya arasında persona (maske), ego (benlik), gerçek benlik (öz), gölge, anima-animus (dişillik-erillik) yer almaktadır.
Toplum içerisindeyken dış dünyadaki insanlara şirin görünmek istenir. Bunun adı sosyalizasyon yani kültürlenmedir. Yani bir topluma kendimizi kabul ettirebilmemiz için o toplumun kurallarına göre şekillenmemiz; kültürlerine göre bizi yoğurmaları gerekmektedir. Bu şekillendirmeyi önce ailemiz yapar. Sonra okul, arkadaşlar, iş hayatı derken bir süre sonra şekillenmiş yeni halimizle gündelik yaşamın içerisindeki yerimizi alırız.
Jung, toplumun bize verdiği şekille toplumun içerisinde yaşarsak kendi öz benliğimizi hiçbir zaman bulamayacağımızı, gerçekten kendimiz değil de toplumun istediği kişi olacağımızı, oysa insanın yapması gereken en önemli yolculuğun kendini bulma yolculuğu olduğunu söyler. Sosyalizasyonu bırakıp kendimizi gerçekleştirmemiz gerektiği ve bunu isteyen insanın ilk yapacağı şeyin ise toplumun değerlerine sırtını dönmek olacağını savunur.
Gündelik hayatın içerisinde çeşitli durumlara göre takındığımız maskeler vardır. Örneğin sınıfta öğrencilik, evde evlat vs.
Eğer sahip olunan öğrencilik maskesi evin içerisinde kullanılırsa bu durum rol çatışmasına sebebiyet verir.
Jung, öncelikle gündelik yaşantıda makbul vatandaşa bürünebilmek için kullanılan maskeler ve onlara göre icra edilen rollerin bırakılmasını söyler.
Persona, kişinin göstermek istemediği şeyleri göstermez. En başta bu göstermek istenmeyen şeylerin kişi tarafından kabul edilmesi, tüm maskelerin bir kenara bırakılması gerekir.
Bu işi yapacak kavram ise egodur. İlk adımda persona atıldıktan sonra egonun farkına varılması ve gerçek benliğin tanınması gerekir.
Bir sonraki adım gölgedir. Herkesin egosunun arkasında gizlediği kötü yüzü vardır fakat gerekli şartlar oluşmadığı sürece bunu gizler. (bu Freud’un bahsettiği ne kendimizin ne de başkasının görmesini istemediğimiz bastırılmış kötücül duygularımızdır) Jung’a göre gölgemizi geçebilmemiz için kendi kötü versiyonumuzla yüzleşmemiz ve onu kabul etmemiz gerekir. Böylelikle egonun ışığı gölgeyi yok eder.
Sonraki adım “anima-animus”tur. Her erkeğin içerisinde dişil her kadının içerisinde de eril unsurlar bulunmaktadır. Bunlara dokunabilmek gerekir.
İşte tüm bu adımlar bizi gerçek benliğimize taşır.
Peki bu model aşk ilişkilerinde nasıldır?
Her iki kişi de bahsedilen katmanlara sahiptir. Karşılaştıkları zaman birbirlerine personalarını gösterirler. Sonrasında bu personalar kişilerin kendilerini ve karşı tarafı idrak etmeleriyle beraber yavaş yavaş egolarının savaşına dönüşmeye başlar. Ego her şeye hükmetmek ister. İkisi de birbirlerini kontrol etmeye, şekillendirmeye başlarlar.
Personalardan hoşlanılır, anima animuslarla aşık olunur. Örneğin erkeğin içerisinde annesinden vs. gelen anima özellikleri vardır. Bu onun için olması gereken kadın modelidir ve buluşmalarda bunu karşı tarafa empoze eder. O imgeleri karşı tarafa atfedip ona aşık olur. Bir süre sonra gerçekten o imgelere sahip olduklarını görürlerse aralarında gerçek bir aşk sürer. Olmadığını görürlerse de hayal kırıklığına uğrarlar ve kendi içlerinde nefret ettikleri özelliklerini, sevmedikleri karanlık yönlerini birbirlerine atfedip birbirlerini düşmanlaştırırlar. Böylece birbirlerinden nefret ederler. Nefretle beraber ilişki biter.
Bu süreçte aşık olunan kısım bilinçli değildir. Bilinçli olan kısım yalnızca ego kısmıdır.
Yorum Bırakın