Sinemada gerçekliğin inşası gerek kullanılan çekim teknikleri gerekse de ele alınan hikayenin gerçekliğin niteliğine ne kadar temas ettiğiyle kurulur. Özellikle biyografi türündeki filmlerin ana iddiası hikayeyi seyirciye birinci elden anlatmak olduğundan filmi seyretmeden önce oluşan beklentiyle seyrettikten sonra karşılanan/karşılanmayan beklenti arasında nedenselliğe bağlı memnuniyet ilişkisi olduğundan değerlendirme genelde bu doğrultuda öncüllenir. Bununla birlikte gerçeklik bağlantısının en başarılı öncülerinden olarak ele alınabilecek İtalyan Yeni Gerçekçiliği iyi bir örnektir. Dönemin İtalya'sına yönelik yaptığı başarılı tasvirlerle öne çıkmıştır. Vittorio De Sica ve Roberto Rossellini gibi usta yönetmenlerle ön plana çıkan İtalyan Yeni Gerçekliği gibi Türk Sineması'nda da gerçekçiliğe getirdiği yeni bir bakış ile Nuri Bilge Ceylan 2000'lerin başından beri öne çıkan bir yönetmendir.
Sinemaya adım atmadan önce yenetekli bir fotoğrafçı olan Nuri Bilge Ceylan, fotoğrafçılık yaparak biriktirdiği para ile ilk kısa filmi olan Koza'yı çekerek Cannes'a seçilmiş, devam eden süreçte ilk uzun metraj filmi olan Kasaba ile adından söz ettirmeye devam etmiştir. Sinemasının ilk izlenimlerinde sorunlu karakterlere eğilen ve kendi yaşamından kesitleri seyirciye sunan Ceylan, kırsal ile kent arasında başarılı tasvirler ortaya koyarak yeni gerçekliğin başarılı örneklerini Türk Sineması'na kazandırmıştır.
"Ben bu mayıs aylarını hiç sevmem, hep içime bir sıkıntı çöker. Hep bir terslik olur."
Ceylan'ın ikinci uzun metrajı olan Mayıs Sıkıntısı, yönetmenin ilk filmi olan Kasaba ile bağlantılar içermekle birlikte, film içinde film metodu kullanılarak film yapma süreci içerisinde olan bir yönetmenin ailesi ve aynı kasabada yaşayan çeşitli karakterle olan ilişkilerini ele alır. Filmin açılış sahnesinde üniversite sınavında başarısız olan Saffet hayal kırıklığı ve kızgınlık içerisindedir. Devam eden süreçte Saffet'in memnuniyetsizliğinin sürerli oluşuna ve kasabadan ayrılmanın yollarını aradığına şahit oluruz. Muzaffer ise çocukluğunu geçirdiği kasabaya film çekmek için dönmüş, çekeceği film için ailesi ve yakın çevresine rol verme düşüncesindedir. Eve döndükten sonra annesinin uykularını kaçıran hastalığına ve özellikle babası Emin ile olan ilişkisine ve sorunlarına tanık oluruz. Emin arsasındaki ağaçların kesilmesini istemeyip, aksi halde arsasının bir işlevselliği kalmayacağını düşünmektedir. Kadastrocuların gelip yıllardır olduğu gibi kendisine yardımcı olacağını ve bir anlamda sorunun kendi lehine çözüleceğini ummaktadır. Diğer yandan Muzaffer'in yeğeni olan Ali'nin tek isteği müzikli bir saate sahip olmaktır. Bunun için halasının kendisine verdiği yumurtayı 40 gün boyunca kırmamayı ve bu yolla saate sahip alacağı hayaliyle yaşamaktadır.
Yaşanılan çevrenin, dönemin ya da sosyo-politik şartların bireylerin dertleriyle pararelliğinden doğru olarak Türkiye’nin taşra yaşantısına özgül koşulları etrafında her karakterin kendince sıkıntıları vardır. Pratiğe dayalı eğilim, bireyin özel alanlarından çıkıp toplumsallaştığı ölçüde nitelik bulur. Daha açık bir ifadeyle harekete geçme ya da Gramsci’den refere edilecek olursa “kayıtsız kalamama” durumu bireylerin dış dünyaya açıldığı ve kendini kabul ettirmeye dayalı bir hegemonik çatışma ortamı yaratır. Toplumsallaşma eğilimiyle beraber aktif özne olma arayışında olan birey, var olmanın mental şartlarını fiziki ortamla maksimize ettiği ölçüde benliğe dair büyük bir adım atacaktır. Nuri Bilge Ceylan bu tahlil anlayışını; karakterlerin gelişimlerine özellikle “arayış” olgusunu eklemdirerek, Mayıs’ın sıkıntılarını; aslında Mayıs’a dönüşen bireylerin sıkıntılarını anlatmaktadır.
Mayıs ve Sıkıntısı?
“Mayıs, baharın artık gelmiş ağaçların iyice yeşerip kuşların ötüştüğü, uzun geçen bir kışın artık son bulduğu, insana huzur veren bir aydır, sıkıntısı olur mu hiç?“
Yazın habercisi olan Mayıs gelmiş, ağaçlar yeşillenmiştir. Rüzgar eser, ağaçların dalları sallanır ancak dökülmez. Saffet önce Muzaffer’in kendisine şehirde iş bulacağına inanır, ümidi yeşillenir ve Saffet ona film çekerken yardım eder. Kadrajdaki tüm o yeşilliklerin arasında film çekimi biterken tripot ve kamerayı taşımayı reddeder, artık daha sakin ve daha güçlü durur. Emin ağaçlarının kesilmeyeceğine dair inançlı ve devlet görevlilerin ona yardımcı olacağına ümitlidir. Yeşillenmiştir, Mayıs gibidir. Ağaçların kesileceğine dair şüphesi arttıkça daha da mücadele etmek ister, rüzgarın sertliğine kapılıp gitmemek gerekir. Ali’nin ise ümidi yumurtaya bağlıdır ve yumurtayı kırmaması gerekir. Dikkatli ve dirayetli olmalıdır. Aynı zamanda masumdur, onun için de masumluğun rengi yeşildir fakat domatesleri döktüğünde her şey bir anda kırmızıya dönecek gibidir; rüzgar eser, masumluğunu belki kaybeder ama aylardan Mayıs ve Mayıs’ın sonu yazdır.
Her karakterin mücadelesini “yaza kavuşma çabası” olarak nitelendirilebilecek filmde, başlanılan yerle, gelinen nokta farklıdır. Mayıs, sıkıntılarıyla gelmiş; yaz için umut edilirken Mayıs’ın sıkıntılarıyla mücadeleye girişilmiş ancak yukarıda da bahsettiğimiz aktif özne olma deneyimi bir anlamda gerçekleşmiştir. Kazanım öznel olsa da, bir sonraki Mayıs’ın mücadelesi için deneyim kazanılmıştır. Artık daha güçlü durulacak kökler toprağa daha sağlam sarılacaktır. Tüm bunlardan hareketle hayatın yazı olduğu gibi kışının varlığı da bir gerçektir. Ceylan’ın filmografisinde, genelde hikayelerle iklim arasında kurulmaya çalışılan bağlantı, insanın olgusal gerçeklikleriyle doğanın nesnel çatışma şartlarını birbirine bağımlı kılar. Gelişim ve dönüşüm bu çatışma şartlarına göre şekillenecektir.
Mayıs Sıkıntısı, sinematografik olarak taşranın atmosferini uzak plan çekimlerle tüm olağanlığıyla ortaya koyduğu gibi, anlatılanlarla gösterilenlerin birbirlerine uyumu noktasında oldukça başarılı görüntülerle seyirciyi içine çeker. Filmin temas ettiği en güçlü alegori olan iklim, anlaşılanın ötesinde anlaşılmayabilecek noktaları da görünür kılma çabası içerisinde kendisini bir araç olarak kabul ettirir. Karakterlerin amatör bir ruhla gösterdikleri mücadele, tıpkı filmde olduğu gibi içerisinde bulunduğumuz Mayıs ayının sıkıntılarını bizlere hatırlatmaktadır. Taşra ya da merkezde biçimlenen yaşam sürerliliğinin yapıtaşları farklı olsa bile; sıkıntılara yüklenilen anlam, onlarla mücadele etmekte ve deneyim kazanmakta olan birey üzerinden yapılacak analizle birlikte ortak bir gerçeklik anlayışı ortaya koyacaktır. Sosyo-politik unsurlardan da asla tamamen bağımsız olmayan bireysel dertler ya da sıkıntılar, yine doğadaki çatışma ortamında çözülecek mücadele de bu bağlamda ortaya koyulacaktır.
-Öyle senin bildiğin gibi değil işte buralar.
-Ama İstanbul da senin bildiğin gibi değil. Yani mevsimleri bile zor tespit ediyorsun. Tuvaletin penceresinden işte ancak bir parça gökyüzü görürsün. Karanlık evler seni bekler. Bir sürü zorluğu vardır, İstanbul öyle kolay şehir değil. İstanbul da herkes bir yere kaçmaya çalışıyor sen tutturdun bir İstanbul diye. Bir çok arkadaş güneye gittiler. Bir iki tanesi boğaz köprüsünden atladı.
-Ben manyak mıyım abi ya boğaz köprüsünden atlayacak kadar?
-Fakat yine de taş yerinde ağırdır ya sen en iyisi burada kal.
Yorum Bırakın