''Üzülmeye dahi utanıyorsun. Çünkü biliyorsun ki bu katliam, hesabını sormadığın önceki cinayetlerden beslendi. Gidenlere özür değil, ömür borçlusun.''
Ot Dergi'de yayımlanan bu satırlar, aslında son günlerde hatta belki de son yıllarda ülkemizde yaşananları özetliyor.
Binlerce hektar ormanlık alan yok olurken, binlerce canlı hayatını kaybederken, yüzlerce insan belki de çocukluk hatıralarıyla çevrili evlerinden olurken, biz ne yapıyoruz?
Biz hala birbirimizle didişmeye devam ediyoruz. Aslında 'birbirimizle' de değil, çünkü 'birbirimizle' dediğimizde, karşılıklı bir didişme varmış gibi oluyor. Durum aslında oldukça tek taraflı...
'Yardım' istiyoruz, evet oldukça basit ve insani olarak yardım istiyoruz. Onlarca canlı, milyonlarca ağaç, binlerce insanımız yangınlarla mücadele ederken, dinini, siyasi görüşünü, dilini, ırkını ayırt etmeden yardım istiyoruz. Peki karşılığı ne oluyor?
Aslında son 10 yılda olan oluyor. 'Yardım' isteyenler sadece bir yardım çağrısında bulundukları için hedef gösteriliyor, fişleniyor, baskı altına alınmaya çalışılıyor. Acı olan birkaç satır önce belirttiğim gibi, bunlar son 10 yılda karşımıza çıkmasına alıştığımız şeyler haline dönüştü.
Ve ne yazıktır ki resmi kurumlar bunu yaparken, kendilerini 'basın, medya' olarak tanımlayan bazı kitleler ve bugüne kadar bulundukları yere gelmek için her türlü rüzgara göre hareket etme kabiliyeti geliştirenler, o bulundukları yerleri daha da sağlamlaştırabilmek için kendilerince yarattıkları 'düşmana' saldırıyorlar. 'Yardım' çağrısında bulunana 'Vatan haini' diyebilecek kadar ileri gidiyorlar. Sanki ortada bir yarış varmış gibi ''Bizim uçağımız var'' temalı görseller hazırlayıp gazetelerinin manşetlerine, haber kanallarının bültenlerine taşıyorlar. 'Devletimiz aciz değildir' diyorlar, 'Güçlü Türkiye' başlıkları atıyorlar, sanki birileri 'Devletimiz acizdir' demiş gibi...
Bunca enerjiyi, bunca çabayı birilerine yaranabilmek için göstereceklerine, insanlara yardım edecek bir faaliyetin içine girmeleri gerektiğini atlıyorlar. Aslında atlamıyorlar... Gözleri o geldikleri koltukları kaptırmamak için o kadar kör olmuş ki, ne insanları önemsiyorlar, ne de insanların gerçekleri öğrenmesini.
Bu yöntem sanırım artık Türkiye'de bazı insanlar için bir kariyer planına dönüştü. Çünkü 'basın' ya da 'medya' demeye dilimizin varmadığı kurumların yanı sıra, sanatçı olarak adlandırdığımız insanlar da aynı yöntemle, kendilerince bir şeyler yapıyor. Son örnekler hepimizin bildiği gibi Şehrazat, Nilgün Belgün, Mehmet Ali Erbil ve Nilüfer! Bunca çabaya ya da tabir-i caizse 'sinyallemeye' rağmen atladığım, unuttuğum varsa affetsinler... Evet, ne yazık ki topluma mâl olduğunu düşündüğümüz sanatçılar bile, insanların acılarına ortak olmaya çalışacaklarına, anlamsız bir 'ayrım' içine giriyorlar. Gerçi bazıları şimdi yeni açıklamalarıyla ya da sosyal medyada yaptıkları RT'ler ile durumu kurtarmaya çalışıyorlar ama çok da gerçekçi olmadığı açık.
Üzücü, ülkemizin son 10-15 yılda geldiği bu nokta gerçekten üzücü ve aslında yazacak o kadar çok şey var ki... Sadece zamanı değil. En azından bu zor günler yaşanırken, zamanı değil.
Dileğim ve dileğimiz bir an önce ülkemizin, isanlarımız yaşadığı bu üzücü ve korku dolu günlerin sona ermesi... Eğer o günlere kadar fikir özgürlüğünün olduğu(!) Türkiye'de fikirlerimizi satırlara döktüğümüz ve yayınladığımız için sesimiz kısılmazsa, bir kez daha içimizi dökeriz. Çünkü biliyorsun ki bu katliam, hesabını sormadığın önceki cinayetlerden beslendi.
Yorum Bırakın