Doğrusu Bilinmeyen Yanlışlar

Doğrusu Bilinmeyen Yanlışlar
  • 3
    0
    0
    1
  •  

    Bu başlık altında oldukça bilimsel yazılar yazılabileceğini düşünüyorum. Başlığa lazım olanlar özgürce alıp kullanabilirler. Şimdiden belirtelim bu başlık altında yazılacaklar henüz bilimselliğe ulaşamamış, bilimsel olabilmesi için yeterli çoğunluğu toplayamamışları anlatmaktadır.

    Doğrusu bilinen yanlış olur olmasına da doğrusu bilinmeyen yanlış olur mu demeyin. Yanlış olduğunu bilebilmemiz için doğruluğunu bilmemiz gerekir falan filan zart zurt. Evet evet ben de Platon'un doğruluk tanımını biliyorum. Aynen öyle doğruluk değeri kavramını da biliyorum. Şu dostumun dostu düşmanımdır gibi saçma şeylerle ezberlenen şeyden bahsediyorsunuz; biliyorum, biliyorum. (Bu arada dost ve düşmanı araya katmadan sadece p ve q üzerinden ezberleyemeyenleri hiç anlamamışımdır.)

    Hepinizin aklına ilk gelen şey benim de aklıma geldi. Doğrusu bilinmeyen yanlışlara en büyük örnek olarak aşk diyebiliriz. Ben doğrusunu bilene henüz rastlamadım. Ama herkese soralım illaki bir yanlışına örnek verir. Hatta aşkın komple yanlış olduğunu düşünene bile rastlayabiliriz. Doğruluğun tanımını yapanlar sanırım aşk kelimesini unutmuşlar. Hatta aşk kelimesi akıllara gelip doğruluk diye bir kavram çıkartabilmek için anlık unutmuş taklidi yapmış olabilirler. Doğruluk yanında nesnellik, gerçeklik, bilgi gibi kelimelerle beraber gezer. Doğruluğun bu arkadaşlarının arasına aşkı sokabilmek mümkün mü?

    Doğrusunu madem bulamıyoruz. Peki yanlış olduğunu nerden biliyoruz? Evet sen yanlış olduğunu düşünen şahıs, bu soru sana. Hayır hayır lütfen siz de üstünüze alın çünkü alttan alttan yanlış olduğunu düşünüyorsunuz. Hey sevgililer sizler ilişkinize zarar gelmesin diye susuyor ve görmezden geliyorsunuz farkındayım ama önceki yaşanmışlıklarınızı düşünüp siz de bana hak veriyorsunuz. Vermiyorsanız bile bu seferlik verin. Çünkü bu konuda benim gibi düşünenlere ihtiyacım var. Korkmayın hepimiz birleşip eylem yapmayacağız.

    Ufak bir flashback yapalım. Kiminizi günler öncesine, kiminizi de yıllar öncesine götürecek olabiliriz. Yıllar öncesine gidecek olanlara naçizane önerim kendinizi bir Nuri Bilge filmindeymiş gibi hayal etmeyin. Yürüyüşlerinizi ve bakışmalarınızı bu seferlik es geçin ve hızlı bir diyalog bulup hemen geri gelin. Günler öncesine dönecek olanlara pek bir tavsiyem yok çünkü zaten onlar çoktan Tarkovski modunda her bakışmalarını hatırlamakla meşguller. Size çok yakın bir dostunuz var belkide birden fazla dostunuz var, orası beni ilgilendirmez. Bir ayrılık sonrası dostlarınızla olan konuşmalara gidin. Ayrılık olacak kadar birleşemeyenler ise umutlarının kırılmaya başlandığı ve ilk "ayıp" kelimesini kullandığı ana gitsin. Karşılaşağınız ilk cümlenin "ben olsam yapmam" olması muhtemeldir. Peki neye güvenerek söylediniz bunu? Daha önce bu olayın aynısını yaşadınız mı? Oyuncu kadrosu aynı mıydı? Yani sizin şu an yaşadığınız bir devam filmi öyle mi? (Sorular flashback ile geriye giden biri için biraz ağır olabilir. Kusura bakmayın siz gibi benim de avutulmaya ihtiyacım var. Bu soruları maalesef yöneltecek kadar kötü dostlara sahip değilim.) Muhabbetin içine çok girmeyin, yeterli. Farklı bir zamanda veya arkadaşınızın sadece ayna işlevi gördüğü muhabbette "bu yaptığı gerçekten çok ayıp" cümlesine rastlayabilirsiniz. Kime göre ayıp kardeşim? Herkesin kendince farklı ayıpları olamaz mı? Sokakta öksürürken balgamı ağzına gelen biri yutsun mu yani şimdi geri sırf sen ayıplıyorsun diye? (Bu doğrultuda ayıp kelimesine de doğruluk değeri veremeyiz. Ama aynı anda doğruluk değeri boş küme olan iki kelime fazla gelir. Biz bir tanesine odaklanalım.) 

    Buraya kadar her şey çok olağanmış gibi anlattım. Zaten bu olaylara olağan bakmayan taraf biziz onlar değil. Onlar herhangi bir "ayıp" olduğunu düşünmüyor. Acaba ayıp mı oldu diye bile düşünmüyorlar. Yani size söyledikleri şeyler veya yaptıkları veya hissetteğiniz şeyler onlar için bir anlam ifade etmiyor. Duygusuz ve üstüne düşünmeden söylediler veya yaptılar. Hissedilir mi demeyin çünkü en kötüsünün bu olduğuna bahse girerim. Hissettiğiniz anda her gün damlalar halinde su alan umut ağacınız (azar azar, sık sık su vermek daha iyi derler) susuz kalıp, güneşe küsmeye başlıyor. Çünkü su aldığı zaman güneş ona iyi geliyordu. Su olmazsa güneş sadece onu öldürüyor. 

    Konuyu bir yere bağlamadan bitiriyorum. Dedim ya benim de sizin gibi avutulmaya ihtiyacım var. Bu arada flashbackden dönmeniz gerektiğini söylemedim. Dönen zaten ben söylemeden dönmüştür. 

     

     

     

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.