Bütün gördüklerimiz, işittiklerimiz, sevdiklerimiz veya sevmediklerimiz birbirlerine bağlıydı. Bir üzüntünün sebebi, bir başka sevinçti. Sokaktaki yaşlı adamın bir adımı, evdeki çocuğun gülümsemesiydi. Dünyaya henüz gelen bebeğin ağlayışı, onu kapıda bekleyen kardeşin kahkahasıydı.
Bütün gördüklerimiz, işittiklerimiz, sevdiklerimiz veya sevmediklerimiz birbirine bağımlıydı. Dünya hem birimizin hem hepimizin etrafında dönüyordu. Fîruze de bunu düşünüp duruyordu. Yuvarlak masanın etrafına birer birer dizilmiş bunca insanın tek tek yüzüne bakıp gülümsüyor; bu küçük topluluğun ne büyük işler başarabileceğini kestirmeye çalışıyordu. Yine kendilerine göre oldukça önemli bir mesele için toplanmışlardı. Kendi dertleri bir kenarda dursun; önce toplum için bir hamle yapacaklardı. Oysa her birinin içinde ne kıyametler kopuyordu. Uykuya daldıkları nadir zamanlarda nice dalgalara yelken açıp uçsuz denizlerde yüzüyorlardı. Yine de soracak olursanız, hepsinin işi başından aşkındı ve herkes kendi filminde başrolü oynuyordu.
Fîruze, işini kaybedeli birkaç ay olmuştu. İlkin gürültülü ama pahası az bir semte taşınmıştı. Sonra iş arayışları devam ederken bu kocaman dünyada aslında ne kadar da küçük olduğunu fark etmişti. Gerçekten öyle küçüktü ki şimdi, yerine bir yenisini koyamayacağını düşünürken aslında kimsenin ihtiyaç bile duymadığı bir elemandan ibaret olduğunu anlıyordu. Kendisinden belki onlarca, belki de binlerce vardı. Fîruze giderdi, yerine bir başkası gelirdi. Düzen bu kadardı; yaşadığımız dünya bundan ibaretti. Ona soracak olursanız, şu ara en ışıksız dehlizlerde kendisinin yaşadığını söylerdi. Hâlbuki bir dokunuverse solunda oturan kamburu çıkmış Ahmet'e belki bin ah işitecekti.
Kamburu çıkmış Ahmet desen, nasırlı parmaklarını gizlemek için elleri ceplerinde gezerdi. Nasırlarını kimse de görmezdi ya işte, o yine de utanırdı. Balya balya para saçan kodamanların teknelerinde ne iş yaptığını bir Allah'ın kulu sormazdı. Şişmiş gözlerine bir bakan olursa ''Geç yattım,'' derdi. Bütün gerçekleri ortaya dökmeye ne lüzum vardı? Oysa hasta annesinin ilaçlarını alabilmek için bu gece de taksiye çıkacaktı. Yarın yine şişmiş gözlerine bir bakan olursa ''Uyku tutmadı,'' deyip geçiştirecekti. Ona soracak olursanız, şu ara en derin kuytulara kendisinin saklandığını söylerdi. Hâlbuki bir dokunuverse solunda duran gözü yaşlı Deniz'e, belki bin derdiyle karşılaşacaktı.
Deniz üç yıllık evliliğini; beş yıllık ilişkisini daha iki hafta önce bitirmişti. Beş yıl boyunca aynı koltuğun üzerinde uyusan, o koltuğun bile yokluğuna alışman zaman alırdı. Bazı insanlar farklı evlere bile zor taşınırdı. Deniz de şimdi, ''Bırakın evi falan taşımayı... Ben yeni bir hayata taşınıyorum,'' diyordu. Yalnızca kocasını değil; bir hayatı, başka bir aileyi ve en çok da kendi çatısının altındaki kurduğu düzenini terk ediyordu. Hayalleriyle girdiği evinden, bavullarıyla çıkıyordu. Ne zaman kendisiyle baş başa kalsa gözlerinden yaşlar boşalıyor, hıçkırıklara boğuluyor ve sonra sessizce susuyordu. Bu da böyle bir döngüydü işte. Önce ağlatıyor, sonra acıtıyor ama bir şekilde bitiyordu. Bitmeyen ne vardı ki zaten? Şu kocaman sandığımız hayatlarımız bile her gün sona eriyordu. Yine de ona soracak olursanız, bu çöküntünün her saat artarak çoğaldığını söylerdi. Hâlbuki bir dokunuverse solunda dikilen Eylül'e, belki yapraklarını döküverecekti.
Yorum Bırakın