PAN DEMİ
Kadına, hayvana, insana tecavüze karşı dijital protestolar çağında düşündüm de yaşama geliş de temel hak ve özgürlüklere karşı bir tecavüz değil midir?
Dünyaya gelmişsen yasayacaksın diyorlar.
Görevle ve emirle başlanan ilahi bir borç daha en başından. Ya umduğumu bulamadıysam? Ya annem beni cinsel bir saldırının mahalle baskısından kurtarıp çıkarmışsa? Aylar sonraki köşe yazısının ön hazırlığı için kalemi değil çenemi konuşturuyordum.
Birden monoloğumun bir tur nutuk olduğunu yazı işlerinin çaycısı Halim abinin sesinden anladım.
Kendi kendine söylenerek boşları topluyordu, yok yok diyordu bunları alkol bozdu.
E kolay mı? Aylardır kolonya tabağına yatırılmış hıyar gibiyiz milletçe. Neyse ki karantinadan çıkmış köy havası alacak biri olarak kendimi milletin efendisi gibi görebilirim. Amma lak lak ettim kendimle, bir de dinleyici bulsam ohooo neyse yola koyulma vaktidir yavaştan.
Toparlamam gereken her şeyi topladım kafam dışında, bindim benim içimin rengi timsali siyah tosbağaya.
İstanbul'dan karadenizin incisi, en ince burnuna doğru yol alıyorum. Aslında düşündüm de hayatımda hiç yol alamadım. Bu halim yükselenimin balık burcu olduğunu söyleyen tüm eski aşklarımı doğruluyordu ki astroloji ile de aram hiç yoktur, neyle aram varsa diye söylenirken bir baktım, beş dakika ihtiyaç molası bile vermeden plazaların boy gösterdiği podyumlardan, maviyle yeşilin eski zaman aşkları tadında bakıştığı yollarda buldum kendimi oysa kaybedeli hayli olmuştu yitik bir aşkın düşünde.
Solumak istedim bir an havayı, içim tıka basa oksijensiz ilişkiler kiriyle doluydu, bir tür arınma seansı.
Bir an evvel doğadan şifalanmak için bastım gaza, gaza geldim yine bir tür. Bak bir de bunu düşünürken aynadan gülümsüyorum. Kaşlarıma takılıyor gözüm, Mualla derdi ki avrupayla asya gözlerinin üstünde birleşiyor kara oğlan. Hatta bir keresinde ne istiyorsun Tanrı sana burun vermiş üstüne de kemer. Sözcüklerle nasıl da oynardı en son oyunu da yine sözcükler üzerinden aşktı ve bir gün sustu, gitti. Hayda radyoda çalana da bak 'Ya Mualla'yı sandala atın...'. Bir silkeleneyim yahu memleket sevdası için kimler hangi sevdalardan vazgeçti, beni de bir aşk hikayesi vuracak değil ya. Camı indirdim işte karadenizin güzel yüzü gülümsüyor her yerden sanki.
Kırk yıllık tarihimin ilk başkenti, ana babadan kalan denize komşu eve giden ufak tefek taşlarıyla yoluma taş koyan mesafeyi de frenle sonlandırdım.
Demir kapıyı açan anahtar evin kapısını da açıyordu keşke hayatta da her kapıyı açan bir anahtarım olsaydı. Banyo giderinden geri tepen deniz kokusu bile karantina günlerinde İstanbul'da sıkışıp kalmaktan daha güzel geldi.
Çantaları attığım gibi kendimi hoş geldin diyecek ağaçların arasında bulmak istedim ve çıktım yol yorgunluğu değildi sonuçta benimkisi gönlüm yorgundu.
Birbirine kur yapıp sarılan ağaçların çıkardığı kavuşma sevinciydi sanki rüzgarın tavrını hiç bozmayan hışırtılı sesi. Gökyüzü orkestra şefi gibi tepeden maviliğiyle eşlik ediyordu adımlarıma. Uzun zaman olmuştu yürümeyeli, koşmak istiyordu ayaklarım. Kolay değildi kimse için. Her şeyin bir demi vardı elbet. Coğrafyamın en iyi bildiği mesela çayın demi, ayrılığın demi, susmanın susturulmanın, haksızlığın demi...
Ama ya pan demi?
Şimdilerde Türkçe konuşan da, İngilizi de, Kürdü de, Arabı da farklı aksanlı kelimelerle virüsü ortak kader tayin etti kendine oysa düne kadar bizim topraklarımızda örneğin Kürtçe konuşan biri bize küfrediyor gibi bakardık şayet biz Türkçe konuşuyorsak. Bir dil öğrenmekten neden korkar ki beşer.?
Fazladan birini daha anlarım diye mi çekinir. Seni seviyorum demenin binbir türlü şekli varken niye bir de yeni bir seni seviyorum cümlesi bileyim diye mi düşünür?
Pandemiden önce tüketiyordum(k)pandemiden sonra düşünüyorum, sorguluyorum ve bu zamana kadar bilinçaltımda ne çok soru biriktirmişim farkına varıyorum.
Farkına vardıkça küçülüyorum ve kendimle birlikte devletler, ordular, dinler, diller ve dahi ırklar gibi nicesi küçülüyor. Bir virüs gücümüzün yetmediği tüm güçleri nasıl da etkisiz hale getirdi. Virüsten korkuyoruz hasta olmamak için daha çok yaşamak için oysa virüs yapması gerekeni yapıyor. Onun yaradılışında bulaş var bulaşıyor. İnsanoğlunun yaradılışında sevmek var ama sevemiyor. Sevdiğini öldürüyor. İnsan düşünebilme yetisine sahip ama düşüncesizce davranıyor. Aynada gördüğüne tapıyor, bencil çoğu. Markaların, efendilerin önünde düğme ilikliyor. Kalabalığın içinde ise izmaritini atıyor, tükürüyor, küfrediyor. Ama ya virüs? O herkese aynı. O zaman virüs insandan daha adil ve ne istediğini biliyor. Gel gör ki insan insandan değil virüsten korkuyor. Yine düştü çenem böyle böyle karşımda bana doğru geliyormuş gibi yapıp vazgeçen suya döndü manzaram.
Su gibi diyorlar.
Su gibi berrak, saf ve temiz.
Şimdi önümde bir ileri iki geri yapan suya bakıyorum da yan çiziyor bildiğin tam sözünü tutacakken cayıyor.
Kalkıp da şimdi kimi neyi suya benzeteyim.
Her şey var oluş amacına aykırı iken ben nasıl itaatkar olayım.
Sistem de düzen de baştan ayağa anatomik bir rahatsızlığın pençesinde. Yok yahu vallahi pandemiden sonra ben ermiş oldum, alim oldum bildiğin. Aklımdan geçenlere dur diyemiyorum. O kadar cok sey var ki hepsini oturup yazsam ve biri okusa ne saçmalıyor bu deli derler. Fakat onlar bilmezler mi ki veli olunmadan deli olunmaz.
Yeryüzü yüzünü aylarca duvarların arasına sakladı, pencereleri açtık nihayetinde yine aynı. Ders almadık. Hala birileri öldürülüyor. Cinsel kimliği kadın diye bedeni küçüldükçe çocuk, biyolojik kimliği değiştikçe kedi, köpek diye, birileri cinsel dürtülerini bastıramayıp toplumsal başka bir bulaşa sebep oluyor. Bunun adı covid 19 ya da corona olamıyor. Zira evvelinden ezeline sonsuz bir rakam kod verilemiyor. Tecavüz, taciz, cinayet benzer bir sürü detone olmuş harfler.
Aylarca evlerimizde filmler izledik, kitaplar okuduk belki. Ekmek yaptık, çocuklarımızla oynadık ve benzer bir sürü yaşam tecrübeleri edindik yine hep beraber. Fakat biraz kendimizce normalleşince yine anormalleştik. Oysa ekmeğin, emeğin, sevmenin, sarılmanın kıymetini öğrenecektik. Özgürlüğün manasını bu kez hissedecektik. Dünya bizim değil bunu bilecektik. Bir yolcu gibi indiğimiz evrende bir gün yeni bir biletle başka aleme gideceğimizi unutmayıp bizden sonra gelecek olana da yaşanabilir bir yer bırakacaktık. Ama yapamadık, yapamıyoruz. Milattan önce ve sonra hakkını vermiş lakin biz pandemiden önce ve sonranın ayırdına varamadık, varamıyoruz. Su ve ağaç beni çarptı sanırım artık eve geçip kilometrelerin hesabını dinlenerek sormalıyım. Aylardır sosyal ağ platformlarında kalemimin ucu körelmesin diye klavyemle idman yaptım üstüne işe gitmeye başlayıp bir de yıllık izin konusunda şanslı çıkınca, ne tuhaf bir ülkede yaşadığımı bir kez daha pekiştirdim. Nadiren de olsa böyle güzel tuhaflıklar da geliyor insanın başına. Çalışmayı sevmediğimi düşünebilir şunu duyan biri ben öğretmen miyim yahu neden çalışmayı sevmeyeyim. Yattığım yerden maaş mı alıyorum.? Sahi muallim(e)ler yatıyor mu? Pan deminde eğitim de uzaklaştı sanki çok yakındı. Hınzırca bir tebessüm yüzümde ah şu huyum gamzemde beliriyor çok hoşuma gidiyor. Neyse konumuza dönelim sayın kendim. Eğitimde öğretmenin kıymeti anlaşılır sanmıştım şaka bir yana gel gör ki o da nasibi aldı bu süreçte. Eğitime o kadar muhtaçlar ki eğitimli eğitimsizler de dahil, öğretmene ne vefaları var ne saygıları. Virüs bunu da öğretemedi topluma. Ah be virüs sen de yenildin kapitalist sisteme. Farkettim sosyalist bir ruhun vardı.
Esitlikçiydin halkların kardeşliği dedin öleceksek birlikte dedin ama olmadı. Pan demi sonrası hayat değil de insanlar yine bildiğimiz gibi. Bir tarafta sesi çıkanlar bir tarafta sessizliğe sığınanlar. Türbinler de ise yine hep aynı gürültüyü çıkaranlar.
Yorum Bırakın