//YALNIZ BİR OPERA
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa
bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hâlâ hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin: Ve
hâlâ biliniyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi Terk ettin
Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik par ça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir
yazdı. Yoktun. Kim sesizdim. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki küskün kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgâr gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire
düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki
şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kâğıt aklığına, belki de ilk kez
giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler
kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına
saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran
Zaman'ı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını
Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir
şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri
hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.
Kınlmış bir şeyi onanr gibi başladık yarım kalmış arka daşlığımıza. Adımlarımız tutuk,
yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı,
dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin
artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan Boşlukta iki yalnız yıldız
gibi Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz
olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük
şiirin
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden Ne kalacak
Şimdi biz neyiz biliyor musun? .
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir
anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
Artık hiçbir duygusunu anlayamayan çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan
dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır içinizdeki
ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar Bir aşkı
yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar,
eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar korkarsınız sözcüklerden,
sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size . .
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saat tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir
çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam,
dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir
felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir ânın, yalnızca bir ânın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
Bana Zamandan söz ediyorlar
Gelip size Zamandan söz ederler
Yaralan nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri
gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da
bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak,
yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla
baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
Zaman
Alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek
şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
Bitmişsinizdir
Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamlan, önemi kavranır. Bir
zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı
halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen Zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden __________
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzun uzak yollan tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgâra verdiğim yıllan
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı, bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.
Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikâyelerini de...
korsan yazılan, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yollan ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri.. .panayır yerleri...
ölü kelebekler...ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
Adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazlan daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren
1986-87, istanbul
//KADIRGA
Senelerce, senelerce evveldi;
Bir deniz ülkesinde... ve belki de birbirine aktardığım defterlerin hepsinde bu
şiir vardı: Senelerce, senelerce evveldi;
Biz seninle orada, o deniz ülkesinde tanıştık
uzak denizler, uzak yakınlıklar içinde
bir Kadırgada iki korsan
tarih, yarın, ütopya dolu sandıklar arasında
birbirimizi yaralarından tanıdık
dışı korsan, içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık
konuşamadıklarımız bir bulut kalınlığında
duruyordu aramızda
oysa konuşsak, ya da dokunsak birbirimize
çekip gidecekti içimizdeki o korkunç noksanlık
batık gemilerin deniz diplerini saran
umutsuzluğu vurmuştu yüzümüze
birbirimizden ve aşkın keşfedilmemiş gizlerinden
ürküyorduk
bir definenin ikiye paylaştırılmış haritasında
bilmeden
birbirimize doğru ilerliyorduk
kara görünmüyordu yokluğumuzda
kara çok uzakta
sahiller millerce
uzaktaydı birbirimizin yokluğunda
neyimiz vardı öfkeli bir gençlikten
mağrur inceliklerimizden
ve geceler boyu kısık yıldızlar altında anlatılan
ihanetlerin kara bilgisinden başka
biliyorduk geldiğimiz yer Atlantis
o yitik ütopya
gittiğimiz yer de ora
Senelerce, senelerce evveldi;
sen yoktun
bu aşk başladığında
Senelerce, senelerce evveldi;
sen yoktun
ben de yoktum
bu aşk başladığında
bizi yola çıkaran ne varsa
yol üzerindedir,
öyledir sanıyorduk
geleceği seçmeye çalışıyordu kısılmış gözlerimiz
adaşız denizlerin ufkunda
Bilge ve hırsız. Çocuk ve katil. Ölüm ve oğul
oluyorduk. Denizler, meydanlar, kavgalar ortasında
fırtına bilgisi yoklarken
çözülmemiş zamanların altın bilmecelerini *
bir daha hiç çıkamadık daldığımız karanlıktan
kara ruhların büyük bayramlarından sonra
Aşk giz tutmuş tuğra
Aşk 1988
Bir yıldır yoldayız
Aşkımız sağlam sularda
Aşk 1988
gideceğimiz yer Atlantis
o ütopya sıla
aynlsak bile biliyoruz
başka bir anlamda
senelerce, senelerce sonra
sağlam, ödeşmiş, mutlu âşıklar için
bir randevudur
aynı yolculukta Kadırga
Aşk 1992 Ayrılık 1992 şimdi biliyor muyuz gömülüp gideni batıklarda
kaç kıyıdan toplanmış taşlarla
batıyordu dibe
şarap fıçılanyla, zeytin dallarıyla
yarım kalmış bir gravürde
yelkenleri sönen kadırga
batıyordu
sarışın hurmalar, gümüş paralar
uzak otlar, ipek toplan, amber kokulanyla
çıkmamak üzere bir daha
bir başka mürekkebin kıyılarına
daldığımız solgun gravürden
birbirimize baktığımızda
dinliyordu deniz diplerinde
boğulmuş beyaz kentlerden
geçilen yolculuk
aynı takım yıldızların altında
dünyaya gelen aşkların benzerliği gibi
başka çağlan haber verir kimi denizler
yoksa nerden çıkardı bu rüzgâr
bu zeytin dallan, baş döndüren şarabın kokusu
ağzımızdaki bu hurma tadı
ipeğine uzandığım bu amber nerden
yüreğimdeki dövme çok eski bir gravürden
buluşurdu sessizliğimiz
okuduğumuz sayfalann derinliğinde
ne zaman sussak
aramızdan geçerdi hayalet gemileri
karşılıklı kıyılarda
aynı denize bakan
iki koltuk, iki lamba, iki ay
aynı pencerenin derinleştirdiği gecede
gemilerin ıslığını dinlerdik
tek bir söz bile etmeden konuşurduk saatlerce
kapkara hayalet gemileri geçerdi
geçmişten gelen
sessizliğin yarattığı sis içinde
kapkara hayalet gemileri
geçerdi gözlerimizin önünde
gecenin içinden
yeniden döndüğümüz sayfalann derinliklerinde
dilsiz kınlganlığıyla dip iklimi
yüzeydeki çalkantılarını unuttururdu
gömüldüğümüz denizin
som bir bütünlük içindeydik
koltuk, lamba, kitap
sayfasını kapatırken
kahramanı olduğumuz şiirin
ay sönerdi penceremizde
hayalet gemileri geçerdi uykularımızın içinde
uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz birbirimizin güneşine baktıkça en
yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık çünkü âşıktık, kararlıydık,
haklıydık bir denize kaç dalga sığarsa
güz denizini ayıran halatlar yaz denizinden geniş melankolisi ıssız bir
adaya düşecek olsan hangi şiirleri alırdın yanına hangi mevsimleri,
ikindileri çarşafını değiştir denizin sevgilim tropikal yaprakların, ayın
yüzüne düşen perçemlerini kaldır hafızandan bütün lekeleri sil alışmak
çürütür gövdenin derinliğini
hangi denizi seçtiysen o türlü varlığın kıstırıldığı seyir defteri yaz denizini güz denizinden
ayıran halatlar gibi çözülür adaların dağınık belleğinden
savat gece
çakıllarda şarkısı
ay ışığıyla ayrılır denizin ipeği ikiye
yalınlığın vurgununda çözülen derinlik
gövdenin uykulu tarihi
aydınlanır karasına vurduğu sahilde
avucunda tenimin taçyapraklan
kalbimde kalabalık yeminler
vahşiyim, vahşiyiz
bu deme günlerinde
çıplaklığımızla
dağlıyoruz
birbirimizi
gökle karışıyor tenimiz
kumun zamanlarıyla
suyun yeniden elde edilmesi
bulutun dumanı
yağmurun kırbacı
yaprağın buharıyla
sevişmek için değil
yaşamak içindir çıplaklığın önemi
tanımlara zorlanmış itiraflardan
firar ediyor
gövdelerimiz
bir ejderha uyuyor ay ışığında ay ışığında uyuyoruz ilk defa kendiliğinden yolunu bulan
hayvanlar gibi
ateş, hava, su, toprak ve aşk birbirimize çıkıyor her defasında kendiliğinden yolunu bulan
birbirimizin kollarındaki ejderha
gecenin bütün burçları inmişti sahile
ürperen kumların üzerinde hiç görmedikleri bir sabah gibi bakıyorlardı yüzümüze
gecenin göğsümüzde unuttuğu
bir avuç ay ışığı
senin göğsünde bıraktığım
en derin uykumdu
orada kaldım
orada kaldı
ne kadar tutkunduk birbirimize ufuk daralırdı tenimizin yankısından o kaçak sahil köyü,
Kadırga şimdi iki ayrı yaz kaldı bize birlikte geçirdiğimiz o büyük yazdan
solak defterlerde uğru
erkek denizlerde mitoloji
korsan haritalarında define kalbim bir senden birçok âşık
edindi : . Zamanı bizden ayrı parlayan bir şeydi
kanımda kımıldayan tutku gecenin sözleşmesindeki
mürekkep her şeyi aşka ve ateşe dönüştüren
derin bir ayindi sen gittin
buluştuğumuz körfezler şimdi başka denizlerin çekiminde sen gittin ama doksan dokuz adın
kaldı kalbimde
ne kadar gitsen de uzağa vücudumda dolaşıyor zincirin kurduğun bütün tuzaklan tapınak
bildim
tenim çöl tenim çöl tenim çöl
bedenimi linçine bırakıp çekip giderim çekip giderim giderim tenim çöl
aysberg tül
ne zaman dondu pusula
ne zaman geldik bu iklime
aramızdaki siste kaybolmuş
buzkıran gemiler
kaybolmuş kelimeler
sen yoksun
ben de yokum
kutuplar kadar yalnızız ikimiz de
rüyamızı emanet etmedik
hiç uyumadık sığda
ölümün uykusuna güvenir gibi
bırakırdık kendimizi
birbirimizin düşlerinin yastığına
aşktı bu, beraberlikti
yol arkadaşlığıydı
ve daha binlerce kelime
aşk bitmiyor bitmeden
denizi tükenmemiş Kadırga
bir çifte vav yokuşundan aşağı
doksan dokuz adımın
en güzeli sevgilim
yeniden bulmanın sulan
denizi geçenlerin adımlarından sonra
taş kadar kör taşbaskısı gravür diri mürekkep kör aşk, kör levha büyük bir fırtınada
yıkanmış aydınlığıyla iniyor hat güvercin dönüyor bir dal zeytinle aşk bitmiyor
bitmeden tükenmemiş deniziyle masalına dönüyor Kadırga
bir türkü
Meyve bile dalına güvenir
Meyve kadar hükmüm yoğ imiş
bir dize
Denizim ben batık aşklarla dolu
bir fotoğraf
şiirde görünmüyor
ve görünmeyen nice ayrıntı
kim bilir ne zaman kendini yazmaya başlamış
başka şiirlere taşmış
taşırmış içindekileri
seyir defterinin kazalara uğradığı Kadırga
yeni dalgalarla yamıyor
yarıklığı denizi
gönderinden ithafını kazıdığı tarihi
gönderme yaptığı başka denizler yarattı kendine
kimi zaman başka şiirlerin gövdelerinde
denize açılarak sürdürdü, sürdürüyor kendini
duruyor yürekteki define, korsanlar yaşlandı
deniz zamansız
ne sen, ne ben, ne şu mavi deniz
ne de melali anlamayan diğerleri
senelerce, senelerce evveldi
senelerce senelerce evvel bir sonraki
1988 – 1992
//SANDIK ODASI
gün ışığıyla yıkanmış küskün bir yıldız
gibi akıp geçtin
sessizliğimizin üstünden oyalanacak bir şey bile bırakmadın tozlanmış, dalgın
bakışlarımıza ne zaman, nerede bir şey yitirsek .
burada bulacağımızı sanırdık bu sandık
odasında
mümkünmüş gibi
balkonda unuttuğumuz nice yazlardan sonra..
Ludwigshafen - istanbul, 1991
//AY ZEYTİN GECE
Kamçılı karanlıktı geldin üstüme
Bütün masalları dolaştın
Ay zeytin gece
Ay vurmuştu alnına
Perçemlerin Tokat akıtması
Yorgundu atılmış yılan derisi
Değiştirilmiş güvercin gömleği tende
Nereye gidiyorsun, dedim
Zeytinlerin arasından
Siste silinip giderken yollar
Aydı zeytindi geceydi
Korkmadım bağırdım ardından
Aydaki zeytindeki gecedeki delikanlı
Nereye böyle
Aldı rüzgar sesimi duyurmadı
Vurdu geçti durduğum yeri
Gümüşünü silkeledi yüzüme
Atının kanatları
Ben öldüm, ölüm bulunamadı
Kamçılı bir karanlıktı
Hikayemin gecesini dürdüm de
Kimse çıkamadı dışarı
Ay kaldı zeytin kaldı gece kaldı
Sis kaldı yollar kaldı
Karanlıktı
//CAM YAZ
Adını arayan rumuz
Eylüllerden yaz yap bana
Bir dönümlük bir dünyada
Şiirim mıntıka temizliği
Cam şişelere koyduğum
Eylüllerden yaz yap bana
Bir dönümlük bir çocukluk
gökkuşağı uçurtma
mayın mantar ütopya
yalancı mücevherler gibi
birbirine benzemeyen şiirler yazdım
okyanusa karşı ağladım sonra
Bak ay karışıyor akşama
Acemi mevsimlerdi
Aşk adı altında yıllarca tek kale top oynadım
Cam üfledi şiirlerimi
Batık gökkuşağı, patlamış mayın
yırtık uçurtma
Eylül gelmeden bavulumda ütopya
Kendime trenlerden ayrılık aldım
bak ay karışıyor alnıma
Adını arayan rumuz
bu mantar sende kalsın
Yırt at bu şiiri okuduktan sonra
//KIRILGAN
Kırılgan bir çocuğum ben
Yüreğim cam kırığı
Bütün duygulardan önce
Öğrendim ayrılığı
Saldırgan diyorlar bana
Oysa kırılganım ben
Gözyaşlarım mücevher
Saklıyorum herkesten
Ürküyorlar gözümdeki ateşten
Ürküyorlar dilimdeki zehirden
Ürküyorlar o dur durak bilmeyen
gözükara cesaretimden
Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum,
Bir yanı çılgın dağ doruğu.
Oysa böyle yapmasam ben
Nasıl korurum içimdeki çocuğu?
Bir yanım çılgın nar ağacı
Bir yanım buz sarayı.
//KISA FERMAN
nehirler uzun sürer
//YAZ BİTTİ
yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye
ve sonra hiç bir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya benzer yeni bir mevsime
orda burda,ev içlerinde,kır kahvelerinde,deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz
ıskaladığımız şeyleri
yatıştırıcı rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne 'dinginlik' adını verir
'seni iyi gördüm' diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki?
köşe başları, akşamüstleri,kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine
yaz biter
eskir geceler,serin,hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş,bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap panjurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride
yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiç bir şey hiç bir şey
hiç bir şey
yalnızca üşüyorum şimdi
//MEKTUP
boş bırak düşlerini
ben geleceğim
kucağımda yaratmanın sevdaları
ve akşamüstlerinde sonlu bekleyişlerin karanlığı
tahta pervazlara takılı kalmış çınar gölgelerini kanattığı
hiç yaşanmamış Nerime Sultan anılarını dürüp
ben geleceğim
arnavut kaldırımlarının taşıyamadığı yükümle
kendimi yine bir yerinden söküp
kırık dökük sevgilerin ut tellerinde tınlayan
o veremli yazgısını
yine de bir çiçek gibi iliştirip gönlüme
o yalnızlığı Bizans'tan kalma İstanbul gecelerinin
sokak camlatan yağmurunda
kendimi ağır bir yük gibi çeke çeke
Emirgan sırtlarından yorgun ve telaşlı
biraz daha eskimiş, biraz daha solgun ve biraz daha acılı
ben geleceğim
dolu da olsa yaşlanmış kucakları
sahici ve acıtıcı gözyaşlarını bir mahsup gibi taşıya taşıya acılar defterinde
kimselere göstermeden usulca ve çok saklı
ben geleceğim
bir ticaret kentine
//ÖĞLE SAATİ
Dökülen yemişlerin sessizliği
Güz aydınlığı
Uzakta bir çıkrık öğleyi böler ikiye
Renkler kendini dener otla, kabukla, bulutla
değiştirir gömleğini arklardan gelen sular
uykusu yarım kalmış tenha kuyularda
eteklerinde ufkun çizgisi
geçen yıldan bu yana ne kadar uzadığını
ölçer kır
birbirlerinin gölgesinde uzayıp büyüyen
ağaçların dinginliği çepeçevre kuşatır öğle saatini
su uyur, yelkovan durur
çocukluğumda yağan bir karın adı olur ansızın
ansızın bir kuş sürüsü gürültüsünü çizer güze
Dünyanın almadığı saatlerdir
Hiçbir şey benzemez başka bir şeye
Kimse kimseye bir şey yapamaz sanki
İyilik de kötülük de masumdur her şeyden
Belki yalnızca yüzümüze doğru ağır ağır açılan
uyku sonrası bir bakış
iyi gelir bize
Belki o zaman.
suyunu değiştiren kuyu gibi herkes uykudayken uğultusunu çok uzaklara götürmüş
kahverengide karar kılan uyku sonrası bir bakış durdurur yağan kan bir öğle saatinde yaz
bitmeden
Haziran 1991, Ludwigshafen
//YAZSONU
yaz inceliyor, güz
bizse hiç büyümeyen rus bebekleri
bir düşte karşılaşmıştık, bir düşte kaybolduk
hadi birimiz uyandırsın artık ötekini
birbirinin karanlığına kapatılmış
birbirinin içinde tipiye tutulan
her kozaya ayrı biçilen uzun kışlardan
hadi birimiz uyandırsın artık ötekini
ilkgençliğin yazıları bitti. Şimdi bırakılmış çiftlikler
yağmurlarla boşalmış leylek yuvalan
elimizde sorular, gün yeniden dağıtıyor
kalanlar için yazılanları
yaz sonu yaz sonu yaz sonu
Biliyorum
yine haziran yine temmuz yine ağustos
Haziran 1991, Ludwigshafen
//TERASTAKİ HAVLU
Aynı terasa açılıyordu yan yanaydı kapılarımız kaldığımız pansiyonda. Sabahlan ya da
akşamüzerleri karşılaşıyorduk, ortak duş, ortak mutfak, çekingen bir selamlaşma.. Aynı
terasta yanya-na kuruyordu çamaşırlarımız, bu ürpertiyordu beni; acemi, tutuk birkaç
sözcük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk günbatımını, bu da
ürpertiyordu beni. Işığın azalan şiddetinde yan yanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve
karışıyordu birbirine.
Elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında, sahildeydik ve aynı kitabı
okuyorduk ilk karşılaşmamızda.
Sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülüm-süyordu
Pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla
gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda. İkimiz de yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye
çalışıyorduk adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında
Oysa güneşin batışını izlemek gibi
kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler Birbirinden kamaşmaya
başlamıştı tenlerimiz
dokunmasan da yanındaki gövdeyi duymanın şiddetine dönüşmüştü aramızdaki çekim
tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara
O akşam terastaydık gene. Gün çoktan batmıştı. Çamaşırlar asılıydı, uzaktan şarkılar
geliyordu ve kekik kokulan. Nedense her zamankinden başka bakıyordun bana. Sonra
usulca dedin ki:
"İlk kez bir erkeğin tenine dokunma isteği duyuyorum içimde."
Benim için yaz başlamıştı.
"Dokun öyleyse," dedim.
Sustun. Uzun uzun baktık birbirimize. Kendine nasıl karşı koyduğun okunuyordu
yüzünün derinliklerinde. Sonra hiçbir şey söylemeden usulca kalktın, odana gittin,
yavaşça örttün kapını. Saatlerce orada, gecede ve o terasta kaldım.
Sabah uyandığımda odanın kapısı açıktı, eşyalarını toplayıp gitmiştin baktım. Yalnızca
terasta unuttuğun havlu çırpınıyordu rüzgârda
Bir daha hiç rastlamadım sana, hiçbir yerde hiçbir yazda
Düşünüyorum aradan tam on üç yıl geçmiş
On üç yıl önce içinde uyanan o isteğin anısı saklı duruyor mu sende?
Birden adını hatırlamadığımı fark ettim bu şiiri yazarken, ama terasta çırpınan
havlunun rengi hâlâ gözlerimin önünde
On üç yıl sonra şimdi sevgilimden ayrıldığım bu derin, bu kavurucu günlerde neden
ansızın aklıma düştüğünü sordum kendime. Sonra anladım: Bir aşk birçok aşktan yapılıyor
ve aynlınmıyor hiçbir seferinde
8 Mayıs 1992
//ALABALIK ve SİYAMBALIGI
alabalık, bir metafor
denizler ve balıklar içinde
Kutsal Kitaplara göre ilk yaratılanlar içinde
akıntıya karşı yüzen tek balık
tekini koruyan tekinsiz
ölüme doğru ve ölüme karşı
çağlayan çıkan, dikine yüzen bir balıkmış yalnızlık
ullarında ışıyan falı
alabalığın
denize eklenemeyen yabancılığı
tonlarca su altındaki derin sükûnet ve şiddeti
zamana sadık akıntıların
unutulmuş derin korkulan
masalaltı yaratıkların, fırtına perilerinin
söylencelerin batığından
yepyeni yolculuk yolları
ağ av ölüm
başka kip başka zaman
belki akıntıya karşı yüzenin kaderi
denize inen pası
kirli günbatımlarının
Bilinmez balıkların kardeşliği
küçük/büyük/açlık/akrabalık/yumurta ve ölüm ilişkisi
siyambalığı derin krallığı umutsuzluğun
dipteki siyah kare
alışkanlıkların tek rengi
kendine benzeyen avı
kendinden olanın karanlığıyla beslenen
derin krallığı umutsuzluğun
bilgeliğe ermiş katillik
okyanus kadar derin ruhlarda kendiliğinden
her şeyin olabilirliğine kadar inen
yolculuğu
siyambalığı derin krallığı umutsuzluğun
kar ne kadar yağabilir bir denizin derinliklerine o kadar üşür deniz gibi ölüm bile
gövden şiddetin amansız nesnesi başkasını öldürürken duyduğun ■ kendinle sevişmenin
şiiri
cinayetin mabedinde
yan yana uyur ölüm ve aşk
karanlıktan ve yıkımdan
beslenen
gölge gövdelenir
öldürürken
cinayet de aşk gibi yaşanır sen ve başkası olarak avından dönen siyambalığı kendiyle
ödeşirken
insan düşmanını kendinden seçer
denizin dibindeki para ve tarih
rıhtımlarda bekleyen pusu: dövme ve hançer
hangi denize gitse
başka denizler aklında
bir eldiveni uçurum
bir eldiveni yanardağ
söndürmez en uzun ay
en uzun deniz
en uzun seferler bilir iki eski kardeş Deniz ile Atlantis
bir açık sayfa gibi
herkesin düşlerini yazdığı yüzyıllardır bulunmamış yitik ülkeler aşk da ölüm de aynı ağlarına
takılır
ay ı ş ı ğ ı n ı n
denize dağılmış saçlarının arasından aldırmaz geçer siyambalığı inanır aşkın da ölümün de
aynı bedendeki kesinliğine
denizin karaya çıkmış efsanelerinde
anlatılır
ikiz öyküsü
kendi derinliğinde vuruşarak
ölen kardeşlerin
baba ile oğulun
ağabey ile kardeşin
iki sevgilinin
yani kendi derinliğinde vuruşarak
ölen kardeşlerin
bir denizde bir öykünün sayısızdır yollan
kimi vurgun yemiş gizilgüç
kimi ahtapotun kollan
su yürümüş zıpkın sürüyor kendi izini
okunmuyor yazısı başkalarının
su yürümüş zıpkın öyküden yana
su yürümüş zıpkın
bir yüzü silinmiş para
denizin dibine varana kadar
tura
tura
tura
herkesin gizi bir başka seferde
her seyir kendi defterini seçer
tuzlaşmış kentlerin anısı vurur suyüzüne
üzerinden sessizce geçerken
uzağa dağılıyor yüzler
kimse bakmıyor birbirine
biliniyor tuz beyazı gerçek
her birimizin bir şeyi var denizin dibinde
Bir tek balık alınmadı Nuh'un Gemisine Sudaydı o İçindeki suda Tehlikenin içindeki suda
Kimi zaman bir tek balık yaratır
çırpıntısını bir okyanusun
batıklarla anlamlanır
geçmiş denizler
bir denizin içyüzü
başka denizlerdir
birbirlerini çoğaltırlar durmadan
yeryüzünde en eski şey su
tufandan önceki suyla
tufandan sonraki bile aynı değildir
balığın karnındaki inci likit zaman
ikizi ikiz
şairi şair
peygamberi peygamber yapan
yazla dirilen parçalanma
tekinsiz serüvenlerde bulunmuş Zaman
balığın karnındaki okyanus
hikâyedeki tılsım tekrardaki şiddet gelecek
gelecek gelecek
yanılmaz deniz
durulma zamanlan yükselir
denizin gizli surları
saklı haritalardaki su terazisi
dumanı tüten batığın dinlendiği derinler
ufkunu okyanusa ayarlamış gözlerin
uzakta ve diptedir göreceği
denizin gizindeki uçurum
ağır kanatlı dip balıklan
akıntıların yıkadığı para, kara sünger
derinleşmenin eşik taşlan pullarına gömülü gizli balıkların kalın uykusuna ayarlı saat ey
kendini yenildim sananlar ışıkla kırılır denizin dibindeki yıldız falı
Uzundur denizin gecesi
uzundur karası denizin
yalnızca bir kez Musa için
kızıl saçlarını ikiye ayıran dalgalar
en uzun hatırası
bir daha avunmaz suyun
bir daha geçilmez denizin
kaybolmuş kendi adı
sürüler içinde
öylesine geçer bir denizin derinliklerinden
bir sayfanın derinliklerine
akıntıya kapıldığı yerde şiirin
küçük, kırık bir gülümseme olarak
küçük, kırık bir gülümseme
enginler uzak sığ yakın
kavrulmuş sulan kısacık hayatının
cam kesimi elmas, akvaryumu su nerde keser
işte balıklar
işte balıklar
işte balıklar
en küçük ölçekli haritada
binlerce başkalaşım
armaların güvencesinde
başkalaşımlar
nerde hayat çizgisi, o zümrüt kesim
suyu derinleştiren gölgesidir
akıntının yönünü
ışığın kırıldığı noktalar
orada hepimiz
biraz su biraz balık
bir akvaryum iklimini
herkese suç gibi paylaştıran
o derin ortaklık
tarihi dolduran sular, harçları karan sular
başka çağların derinliklerine
kendi ışığını içinde taşıyan ayna
farklıdır su altında karanlıklar
kimsenin kendinden başkası olamadığı
o derin yalnızlık
odalara vurur gölgesi
açık denizlerde kaybolan balıkların
odalara, aşklara, sayfalara
özet çıkarırsın en büyük denizlerden
uzaklarda ararsın
tuzunu silkeleyen yollarını rüzgârın
huy değiştirir balıklar denizine benzedikçe
hiçbir kardeşliği olmayan balıklar
denizin üst katında oturanlar
geçmiş zamanın define rengi gözleriyle
bir dip balığı
ölürken
vurur yüze
kıyı kalplerde
deniz fenerlerinde
yosun pası mezar taşı
yarım kalmış şiirler
erken kilitlenmiş bir odanın derinliklerinde
dinmiyor açık denizlere yağan yağmurların
odalara vuran gölgesi
küçük balık küçük balık denizin nerede? denizim yok denizim yok ararım her yerde
Mayıs 1988 - Haziran 1992
//OLMASA MEKTUBUN
Olmasa mektubun,
Yazdıkların olmasa
Kim inanırdı
Senle ayrıldığımıza.
Sanma unutulur,
Kalp ağrısı zamanla
Herşeyi unutarak
Yaşanır sanma.
Neydi bir arada tutan şey ikimizi
Birleştiren neydi ellerimizi
Bırak bana anlatma imkansız sevgimizi
Sevmek birçok şeyi göze almaktır.
Baksana geçmişe,
Ne çok anıyla yüklü
Nerde o taverna,
Nerde sinema
Harcanmış zamanla
Yeniden yaşanmaz ki;
Geç kaldıktan sonra
Arama boşa!
//TILSIM VE KUM
İçimdeki hayvanın suya indiği saatler
tılsım ve kum
gümüş kadar çıplak
altın kadar bulanık
sükut ve konuşmak
ve olmamış şeyleri hatırlamak
Hatıra diye
içimdeki hayvanın suya indiği saatler
dışındaki derin uyku
dile kaçtım
cinnetinden, cehenneminden
dile geçtim
dile gelmezken
uykudayken söylediklerim
kum söndü
tılsımla dindim
//YADİGAR
Ne zaman onu düşünsem
sektirmeyen muşta, içe dönük
gönül burcunda doğanlardandı
çıktığında yola, vakitlerden kırlangıç
yıldızların adsız kervanları
için tutulan defterlerde
adına rastlandı çok sonra
ipek örtülere bürünmüştü
mağrur ve vahşi
ne yapsa sığmaz artakalırdı
çocuktum, yollarına çıkardım
başımı okşar geçerdi, esmerdi elleri
belki ona sebep ben en çok
esmer sözcükleri sevdim
oysa onları okşayacak zamanı olmadı
acıkmış gözleri yıldızlara bakıyormuş
bir dere kenarında bulduklarında
onu vuran mermi benim de bir yerim kaldı
//İKİ BIÇAK
İki bıçak seç kendine
Biri yaralamak için
Biri öldürmek
Pusu kur gözleri
Karanlık gölgesine
Biri sevmek için
Biri ihanet
İki yürek seç kendine
Biri yaşamak için
Biri gizlenmek
Bir korkak, bir kaçak, bir firar
Kaç kişisin sen sevdiğim, çocuk
İçimdeki bıçak bir kere daha dönüyor
Olduğu yerde
Kalırsan sel basar yataklarımı
Gidersen uçurum çiçekleri açar kalbimde
Kimi zamanlar olur sevgilim
İki bıçak bile yetmez bir tek ölüme
//İKİ YEMİN
Ben hep çabuk çekilen tetiğe yaşadım
Yemin ettim
Yüreğimdeki ve bedenimdeki
bütün yaralar adına
yüzünün kuyusuna düştüğüm kuytuda
Sana olanca aydınlığım ve karanlığımla baktım
aşktan yorgun düştü dinim
dağıldı kehribarım
gül ve buğday yetiştiren
Ömrüm adına yemin ederim ki:
Ben seçmedim bu ölümü
Kaçmasan vurmayacaktım
//LAVANTA
Ordadır
yazın eskittiği otlar arasında
uzakta bir nehrin gürültüsünü kazar
masmavi usturalar abanoz ağacına
Ordadır
uyuyan bir namlunun sessizliğiyle
günün sabahlığında
dudaklarının arasında bir ot, bir ıslık
iz bırakmaz sisler gibi geçer ağaçların arasından
varır kendini derinleştiren uçurumlara
Ordadır, bir devin tavşan uykusunda
aklında kımıldanan otlar, ağaçlar
düşünü düşürdüğü sular
yüzünü bıraktığı sular
almamış zaman kalmış kireç altında
çelimsiz bir kabuk başlamış yürek yarası
ki ne zaman çarşılara çıksa silahsız
onu vururlar
göğsünde siyah bir yıldızla
kalbinde kuruyan bataklık
kırlara yakın durur, yanık kokulara
serin çiy vakti çimenlerle konuşur
ne zamandır çıkmıyor sokaklar açık artırıma
ıssız bir kil ile gövdesini kateden bir ateştopu
Kendini sakladığı sular altında
ve son bir kez:
ışık ve çamurda kaldı lavanta
//ÖNCE..
Çıktığım dağlar küllenirdi içimde
sessiz, serin sulara inerdim
ceylanlardan önce
sular yıkayabilirdi beni o zamanlar
güneş alırdı içimin avlusunu
uyurken sızlıyor içimdeki can:
kanlısıydım öldürdüm
çoğaldı düşlerim
uyuduğum uyku artık ikimizin yerine
sanki o sağ ben ölüyüm
her gece her gece her gece
//ÖTEKİ MİTHOSU
göze alırsanız eğer
kırılır
dağılır aynadan
sandığınız resimler
sözcükler kalır geriye
cam kırıklarına saklanmış
az ışıklı odalarda sözcükler
Ayna: anlam ve görüntü için sırlanmış kiler
bulur çıkarırsınız bir yerlerden
daha bulurken kararırsınız
çok önce öğrenmiştiniz: Bedel
özlenir ve kalır geriye
gerekenler
Sonra bir gün
Sizin için bir gün
Tehlikesiz, eski bir harita gibi
uyuttuğunuz aynaların tozunu silerken
elinize batar
bir zamanlar yaranızı kanatmış sözcükler
olaylar silinmiş, adlar unutulmuş, belirsiz bir geometride
yerini bir türlü bulamaz kişiler, ilişkiler
yalnızca bir duygu
dipdiri bir acı çok eski tarihli bir çağrışıma eşlik eder
bu nedir ki, yıllar sonra, telâşsız bir gün, ömrümüzün durulmuş
bir mevsiminde, içinizin kazınmış yerlerinden
ölümcül bir ağrı ansızın geri teper
Eğilip bakrsınız aynaya
Siz çoktan gitmişsiniz
Yerinizde sözcükler
Böyle zamanlarda sözcükler
Bütün bir hayatın yerine ikâme eder
Sözcükler.Tutmamış ömürlerin teyel yerleri
camlatılmış kelebekler, kurutulmuş akrepler gibi
başkalarına kaldınız
bir zamanlar sanmıştınız ki hayat
kitaplardan ve sözcüklerden geçer
kendinizi eskiten oyunlara daldınız
örneğin uzun tutulmuş bir önsöz yüzünden
kitaba geç kaldınız
Ki 'hayatınız' su içinde birkaç roman eder
Sözcükler.Büyülenmiş, içi doldurulmuş, bekletilmiş, kullanılmış,
anlamı çoğaltılmış, yani sizin
yerinizi bekler, diye
öğrendiğiniz
Bütün sözcükler yaşamı çaldı sizden
Aynadaki sandığınız şimdi bütün hayatınızı temellük eder
Bilirsiniz
aynalarla konuşur çok odalı evlerde büyüyenler
düşün yerine ayna
anların, durumların, duyguların yerine
sözcükler
masalın en iyi yani yeniden söylenebilmesidir
söylendikçe büyülenirler
birleşir nehirler, dağlar yer değiştirir, tılsım ve tehlike
çığ ve lâv, kılıç ve ipek, coğrafya ve tarih yeniden keşfedilir
ışığın kırılma yerlerinden geçerken
sırlanır yüzlerin kuytu yerleri
gümüş bir alaşımdır ilk imge: sınır ve melankoli
yani bütünlük ve binbir gece
ışıksız aynanın yalnız
olduğunu böyle öğrenirler
bir gün bir ışık sızar bir kapı aralığından
giz ve ihanet ödeşir
düş erir.masal biter.büyü tutmaz sözcükler
Görülmüştürler.
erken parçalanır çok odalı evlerde büyüyenler
Ya da böyle sağlamlaşırlar belki
her parçası kuzey yıldızıyken dağılmış aynanın
yola düşüp, yoldan çıkıp
hiçbir şeyi unutmadan, her şeyi yeniden öğrenirler
aynayı, mithosu ve ötekini
yeniden düşünmeye
erken gecikenler
ayna, mithos ve öteki
özgeçmişin vazgeçilmez elementleri
Ayna.Anayurdu ayna hepimizin.İçinden çıkıp kavuştuk dile
ve eyleme geçtik, ve kendimizi sınadık
ağır taşlar koyduk kişiliğimizin köşelerine
yani kendi kanunlarımızı varlığımızın yerçekimine
bilmeden ve böylelikle bütün yolcuları yasakladık kendimize
kırılmıştı sözcükler, parçalanmıştı ayna
anladık imgemizin yalnızca bir kovuk olduğunu
ve bunu öğrenmenin göçünde
dağıldık kuzey yıldızlarına
Şimdi uzak yollardan ve uzun maceralardan sonra yeniden
dönüyoruz
ülkemize, kimliğimize; imgemizi orada bıraktık
imge oyunlarını da
bırakarak yaşlandık birçok şeyi
Bırakmayı kabullendiğimiz günden beri.
ağır yalnızlıklardan geçtik, ödeştik kendimizle
bir uçtan bir uca savrulurken onca şey harcadık hiç
düşünmeden
oysa hâlâ ayrıntılar ve ayrımlar arasındaki
yollar kapalı bize
olgunlaşmakla göze aldığınız birşeydir bu, ya da düpedüz
yaşanmakla, umudun bazı çeşitlerinden boşanmakla, gelecek
için bunca zaman taşıdığınız birçok yükü atmakla
adına ne derseniz deyin, göze aldığınız birşeydir bu
yani başlar bir gün
sizin için bir gün
geç kalmış yüksek sesli soruların dönemi
sürçmeye başlar Dil sandığınız tekerlemeler
gündeme gelir yeniden
değişik çağlardan ödünç alınmış bilmeceler
gizini çözersiniz
kendiniz için kurduğunuz bütün Serüvenin
yaşlanmayan ve gerçekleşmeyen portrenizin
tozu alınmamış her şey yalnızca geçmişi yineler
sfenksi kendini sorulamış bunca yıl
tek kişilik korosu yanıtlamış
paradoksları kullanmayı hayatı anlamanın yolu sanmış
okuduklarından artıp, okuduklarına kalmış
göze aldığınız birşeydir bu
aynada portre, mithosda serüven, ötekinde giz
saklı dururken
yolculuklar taşımaz sizi hiçbir yere
Bunu çok önceleri öğrenmeliydiniz
oysa oturduğunuzda soruların başına, kaç saatiniz vardı?
ölecek ve yetecek
kaç saatiniz?
Zaman'ın saydam sırrı portreyi aynadan ayırmaktaydı
Başlangıçtı.
kazılarda eksilmiş bir kabartma gibiyidi imgeniz
sözcükler örselenmiş, aynalar pantimento
çıkmaz sokaklardı adresiniz.sığındığınız kalelerde birer birer
eksildiniz.
Çekip gidiniz buralardan.Her yaşın uçurtmaları vardır
birinin ipini çekiniz
şimdi gözlerinizin ermediği bir yerden yeni bir ufkun başladığını göreceksiniz
çok yaşar, çabuk ölür, ilk tuttuğu sipere tüm bir hayatın kalesini
inşa edenler
ayna silinir, mithos biter, gider öteki
kitaplar yalnızca ölümü erteler
yaşam çıplak.siz giyinik.Utanırsınız
kuşandığınız kavramlar kullanılmaz silâhlar gibi sizi terkeder
Öteki: çoktan eskimiş bir metafor, Dostoyevski'yi
ve onu izleyen sonrakileri anımsamak neye yarar şimdi?
Geçmiş bizi bırakıp gitti
O kadar çok şey öğrendik ki,
kendimiz için bile bir klişeyiz artık
En çok buna katlanamıyoruz
Farkındayız.Ve çürüyoruz.
Hepimiz artık gençliğin bizi terkeden kuşağındayız
Eğer göze alıyorsanız bu kadarı da size yeter
yedi renk, taze su, parlak ışık
her zaman yeniden okunacak bir kitap bulunur
öğrenilecek yeni sözcükler
durduğunuz yerde, her yere aynı mesafeden bakıyorsunuz
buraya geldiyseniz eğer, daha ne istiyorsunuz?
//ÖDÜNÇ HANÇER ÖLDÜRMEZ BENİ
ödünç hançer öldürmez beni
bir küfür gibi kara
kayış dilini ver
binlerce kez açıklasam da
dilini çözemediğim ihanet
gel bir daha bende dene kendini
ne sen öldürebiliyorsun beni bu cenkte
ne ben yenebiliyorum seni
yazıldığın mevsime çok su ver kendi izinden
giden yolları suçlarından arındır
arkanda kaldı seni ilerde bekleyenler
unutkan şiirler, kopmuş alıntılar
hiçbir zaman kullanamadığın hatıralarla
kendine yazdığın yaşam öyküsü!
ah, bu kadar aşk herkesi yanıltır
gelme üstüme
boşalmış yeminlerin bileği
ben sandığın sözcüklere vuran aksimdir
ödünç hançer öldürmez beni
ya başka bir silah seç kendine
ya bırak başkasının ellerine
ölüm aşkın işidir
kork benden sevgilim
ahretin olurum senin
bu kadar çok seven öldürmesini de bilir
ben seni
çok yanılmış kalplerin sağlamlığıyla sevdim
gücümdü güçsüzlüğüm
ey, izini sürdüğüm ruhumdaki kara gölge,
büyüttüğüm oğullarımı bir bir elimden alan hayat
yanıltma beni, beni bana yakıştır
son darbeden önce ilk sözü söyleyemeyen!
kolay değil ödenmiş hayatın katili olmak
kör eder hançerini içimin gücü
ölümü göze alan yaşamasını da bilir
//FIRTINA
Bak işte yaklaşıyor fırtına
Bak yine yükseliyor dalgalar
Yollardan sonra
Yıllardan sonra
Şarkılar söylüyor çocuklar
Yollardan sonra
Yıllardan sonra
Yeniden yanyana onlar
Ne geçmiş tükendi
Ne yarınlar
Hayat yeniler bizleri
Geçse de yolumuz bozkırlardan
Denizlere çıkar sokaklar
//KARANFİL
Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
Atlanın gidiyoruz.
Buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara
Eski zamanlarda olduğu gibi
Dersimiz tarih.Unutmayın kaldığımız yeri
yenilmedik daha
Masal alın koynunuza.Belki dönmeyiz uzun zaman
Masalllar hatırlatır size doğduğunuz yeri
ilişkiler iklimini
çocukluk taşınabilir bir şeydir
alınsa da elinden geçmişi.
Tütün ve tarih koyun torbanıza.Kekik ve dağ ateşleri
Şafağın bin yıllık anlamını, suların ve çağların sesini
ezberleyin, bilinmez otların adını hatırda tutar gibi,
Ten rengi aya bakın son defa
yani geride yaşanmış ve yaşanacak bütün yaz geceleri
kaçak aşıkları, uçurum bakışlı firarları, mağrur eşkiyaları
saklar gibi
kilitleyin yüreğinizin kalelerini
Anka ve Anahtar, ikinci bir emre kadar
Kaf Dağının ardına gitti
Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları
Toplayın çadırlarınızı.Eski zamanlarda olduğu gibi
Çığ geliyor.Çağ çöküyor.
Gidiyoruz.
Dudaklarınıza ninni, ıslık ve destan alın
siyah sünnet çekin gözlerinize
Alıcı kuş telekleriyle
Ki ışısın yaprak yeşili gözlerinize kıstırdığınız
farz olan öfke
çapraz asın tüfeklerinizi
çağın dışına sürdüğü eski masallardaki
eşkiya resimleri gibi
yurdundan ve yüzyılından
kovulmuş çocukların tarihinde
gelenek kimi zaman başkaldırma biçimi...
Teni tarçın kokulu halkımın oğulları
Atlanın.Bizi bekliyor ay akşamları
daha yola çıkmadan eksiksiz anlatın çocuklarınıza
aklınızda kalanları
ağızlık, tesbih ve tabaka bırakın
yolları ayrı düşmüş arkadaşlara
belki görüşemezsiniz bir daha
yükse kuşlar dorukları sever
ölümse çıplak kaldığı dağları
Atlı bozkırların sararmış hülyalarını
eski sözcüklerin yüklü çağrışımlarını
yanınıza alın.
Sabahı karşılayın her günkü sabahı
gülümseyin yüzünüzün sığmadığı kuşlu aynalara
mayın diye gömün yüreklerinizi
ölülerinizi verdiğiniz toprağa
vedalaşın denkleri toplanmış geçmişinizle
unutmayın göçmen tarihlerden, yerleşik zulümlerden
geçilerek varıldı yüzyılın eşiğine
sonra gece nöbetçilerinin yüksek rakımlı yalnızlığını alın
yalnızlık kullanışlı bir şeydir, bazen iyi gelir
gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin
inanmayın beraberliğine
sonra sabır.Mazlumların ve bilgelerin bize tarihsel
emanetidir,
her yerde yeni anlamlarıyla denenir.
Ve her çağın hurafeleri vardır
kurban alır, kurban verir
Geçer devran, takvimler el değiştirir.Gün gelir zulüm de göçer
Zaman örter her şeyin üstünü
Uzağı gören çocuklar bilir gelecek uzun sürer....
Atlı ay akşamları
Sönmüş yanardağlar.Gecenin ormanında
ilerleyen ölülerin rüzgarı
yanık fısıltılar...
gelecek günlerin düşünü kuran
kaç tarih çadır kurup sökmüş burada
yalnızlık kalmış yadigar
bir de gökyüzü
gökyüzünün mayınları yıldızlar
hem saklar, hem açıklar
çoban yıldızı, samanyolu, kervankıran
kapı komşumuzdu burada
gittiğiniz yerde de parlak mıdır bu kadar?
Şimdi menzili yurt tutanlar
ne yollar, ne yıllardan geçeceksiniz
çiçek atın yenilmiş asilere
güvenin her çağda ve her yerde
uzakları iyi bilen çocuklara
kenar adamlarına, ateş insanlarına
birliğiniz dağılmaz göç yollarında
ey gurbete çıkmış halklar
Atlı ay akşamları
kalın şayak bir gece, esiyor rüzgar
gidiyoruz geleceği olmayan bir yere
ardımız sıra esiyor ölülerin rüzgarı
daha şimdiden başka yerlere gömülenlere
gidiyoruz kalın şayak bir gece
geride ne çadırlar, ne tarih, ne saltanat
yalnızca rüzgarın sesi bizi uğurluyor.
Ay vurmuş alnına bütün ölülerin
yatıyorlar kimsesiz koyaklarda
ilk vuruldukları sıcaklıklarıyla
sanki dokunsalar birinin omuzuna
hep birden, her şeye yeniden başlayacaklar
ilerliyor gece, geçiyor ay
nesnelerin boşalan dünyasında
yer değiştiriyor aydınlık, tarih, mevsimler
kimsesiz koyaklarda ölüler ve ay
Kulağında karanfil
Teninde tarçın
Gözlerinde göç var
Döner bir gün Anka
Kilidinde döner anahtar
//TELLİ TELLİ
Telli telli şu telli turna
Sanmaki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Anlatır eski beni şimdiki bana
Sakın çıkma patika yollara
O dağlara kırlara o karlı ovaya
Yenik düşüyor herşey zamana
Biz büyüdük ve kirlendi dünya
Telli telli şu telli turna
Sanmaki yaralı uçmaz bir daha
Takılmış kanadı göçmen buluta
Döner gelir bir gün konar yurduna
Telli telli şu telli turna
Ne kalmış buralı göklerden başka
Ne kalır yarına bizden sonraya
Herşey binip gitmiş uçurtmalara
//SAMURAY
Çünkü sen bir samuraysın
Çünkü o bir samuray
Bir bulmaca gibi çıktın ortaya
Parçalarını yanlış yerleştirmişler
Ve sen bunun nedenini asla bilmedin
Çünkü bir samuraysın çılgın savaşçı
değiştirmiyor seni takvimler
bir kılıca benziyor öne sürdüğün gövden
kaynağı belirsiz bir ışık aydınlatıyor
suyun verildiği yeri
ve bilmiyorsun kapıların ardında ne var
anlamak istemiyorsun seni bekleyeni
Çünkü sen bir samuraysın
Çünkü o bir samuray
//SEVGİ
Senin adın bir çiçek
Papatya gibisin
Aşkımın simgesisin
Benim güzel kadınım
//SEVGİLİM
Sevgilim,
yetimim benim,
aylar nasıl geçiyor zaman hiç geçmezken
kapılar kapalı, dünya buzlu cam
uyuşmuş gözlerimin önünde
hayat akıp gidiyor hiç kımıldamadan
ikimizin yerine dinliyorum
sevdiğin şarkıları
siyah tişörtünü giyiyorum yatarken
gömleklerini, kazaklarını, kokunu
senin rüyalarını görüyorum ölür gibi uyurken
gün boyu elimde kahve fincanı
kapıyı açmıyorum
telefonlara çıkmıyorum
başını bekliyorum geleceği olmayan hatıraların
Sevgilim,
yetimim benim,
nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata
öldüğünden haberi yok fotoğraflarının
//DİZEYE DÜŞEN
ovulmuşken hayatın bir yerinden
Yalnızken, umarsızken
Öfkeni dillendirecek bir eylem ararken kendine
Diyelim gecelerin o tekin olmayan serüveninde
Paranoya kıvamında ilişkiler yaşarken
İmtiyazsız karanlıkların suçlu zevklerine
Yasağın büyüsüne, hayatın ve gündüzün
Öte - yüzüne sığınırken
Ve intihar manifestosu gibiyken bütün duyarlıkların
Ansızın bir dize gelip takılır diline
Bir can simidi gibi en kurtarıcı keyfiyle
Bir zaman seninle kalır, yanıbaşında,
Zaman içersinde yer değiştiresin
Diye kendisiyle bir gönül erincini,
en düpedüz anlamıyla yaratmak eylemini
Yaşarsın bir dizenin dizlerinde
Sonra uzaklaşır senden,
Gözden kaybolur
Büyümüş, çoğalmış bir şiirin derinliklerinde
Ne senledir oysa, hep senledir oysa
Gecelerin ötesi dediğin şey
Kendin için yaşadığın sinema
//ANLAŞILMAYAN ŞEYLER
Kolay bir hüzündür gecenin kovuğundan sarkan
Ellerindeki paramparça geçmişin sığ bir gövdesidir yolun ortasında
Erken bir gülüşe başlarken (tutanabildiğin yalnızca bir gülüş)
Ve sanki (kendinden korkan) bir erken bağlanmışlık varoluş ve tükenişin.
Bir görüntü anlatır (sanki) bir yolun, bir yoğunluğun ortasında bal rengi kanı
Ve ayrılığın ta içinde biriken küllüğüdür özlemin.
Eski, hep eski anlatılmamışlıktır defterlerin.
Kuruyan su.
Kuruyan uykusu.
Ve kan yine de bal rengi derbederliğin.
//MASKELİ BALO
Yaredir sinede eski sevgili
Eski sevgili eski günler
Hayata baksana takmıyor kimseyi
Hiçbir şey diriltmez artık geçmişi
Yaredir yine de
Yaktın gemilerimi
Dönüş yok artık geri
Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo
Ve onun sahte yüzleri
Yaredir sinede eski sevgili
Ne yapsan kolay unutulmaz
Ağlama geçmişe yaşadık bitti
Anılar bizi yalnız bırakmaz
Yalnızız yine de
//SİS ÇANLARI
ağır yol, uzak yapılar
yaklaşmak için yaklaşık tanımlar
onlarla çıktık yola
yollarda kaldık
sis bastı her yanı
tutukluk çeken silahlar gibi
sözcükler, fısıltılar, mırıldanışlar
eksilerek vardık bir yapıya
O mu, değil mi?
Kim bilebilir şimdi
kılavuzlar şehit
şehitler hain
gözlerimiz karanlık bir pusuda
çoğumuz büyümüş, kimimiz ölmüş
kendimiz bile tanıdık değiliz artık
gözümüzden silinen düşün sabahında
önümüzde açılan yeni bir uzay
Şimdiki Zamana ait bomboş ve ölü anlar
ne başka yer ne başka zaman
bizler için hala biryerlerde çalınan
sis çanları var
belki bir gün buluşur diye
aynı ormanda kaybolan çocuklar
//TERKEDEN
Kimdi kimdi kalan
Giden mi suçludur herzaman?
Ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman
Her geçen gün bir parça daha
Aldı götürdü bizden
Aynı kalmıyordu hiçbir şey
Değişiyordu herşey
kendiliğinden
Artık çözülmüştü ellerimiz
Artık bölünmüştü yüreğimiz
Birimiz söylemeliydi bunu
Ötekini incitmeden
Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terkeden
Giden de
bu yüzden gitmiştir zaten
//EŞGAL ÜZERİNE BİR ŞİİR
Bir omuzuna attığı kolan
Bir omuzunda samanyolu
nehir yataklarında bir ayağı
ötesi görünmüyor kamçılı karanlıkta
suları sırtlayıp geçmişti buradan
Çolpan yıldızı hangi dağlara düştü?
Ergir mi demirdağ?
Bıçağın sayada hafifliği boşuna
Boydan boya göğsümü geçen yaralı hayvan
Adadım yüreğimi ardından giden aya
Dilsizim ve adsızım şimdi
Aşk diyorlar değil mi buna?
ay, saydam kuyu
yüzünün yüzüme ettiği zulüm
işte çuhaçiçeği, işte kayın ağacı
gecikmiş yağmurlardan su içmeye inen söğütler
tuzlaşıyor kemiklerim sönen suların üstünde
sabrın ilahisini bitirdim, dindi yollarım
Görünmez karanlıktan biçtiğim elmas kesim
döner dururum hala
Bilirsin tenhadır can
boynumda asılı ay, söyle kimse geçmedi değil mi buradan?
//HERKES VE BİRKAÇ KİŞİ
Yağmur Herkese Yağar
Güneş Isıtır Herkesi
Mevsimler Herkes İçindir
Yalnız Çığ Altında Kalan
Sele Kapılan Her Zaman Birkaç Kişi
Herkes İçindir Aşk Da Ayrılık Da
Yalnızca Birkaç Kişi Ölür Acıdan
Eskiden Ölümle Tartılırdı Ayrılık
Kiminin Hayatı Yalnızca Unutkanlıktan
Her Şey, Herkes İçin Değildir Oysa
Kimi Hiçbirşey Ögrenmez Karanlıktan
Yalnızlığı Kullanmayı Bilmez Kimi
Kimi Ayrılamaz Karanlıktan
Yağmur Herkese Yağar
Ama Çok Az İnsan Tutar Yağmurun Ellerini
Onca Şarkı Onca Film Onca Roman
Ama Sevmeye Yetmez Herkesin Kalbi
Çığ Altında Kalan Sele Kapılan
Aşktan Ve Acıdan Ölen
Birkaç Kişi Dünyayı Başka Bir Yer Yapmaya Yeter
Aslında Onların Hikayesidir Anlatılan
Diğerleri Dinler, Seyreder, Geçer Gider
Geçer Gider Herkes
Hikayelerdir Geriye Kalan.
//KİMSE
zamanı yıllarla tartanlar
yanılırlar
hiçbir şey tartılmaz başka bir şeyle
hatta çoğu zaman kendiyle bile
yaşanır, içini tohuma bırakır
geçer gider
geçmez sandıkların bile
hiçbir geçen tartılmaz kalanla
neyin kaldığını çoğu kez kendi de bilmezken insan
kimse kimse kimse
sahi kimse
ya da hiç kimse
söylediklerimden çok
sustuklarım
seçtiklerimden çok
reddedilmek için
ne kadar varsam
o kadar kimseyim kendime
güç kötü bir şey
kaderken de
kaldıramazken de
güç kötü bir şey
güçlüyken de
güçsüzken de
kaldığın yerden devam etmenin karanlığı
benzemiyor hiçbir çaresizliğe
kimin kaldığı yer var ki dünyada
kaldım sandığın yer
bizden geçendir çoğunlukla
içimizi parçalaya çoğalta
hâlâ gittiğim sona aceleci adımlarla
bütün iş birinin dediği gibi,
yavaşça acele etmek aslında
ölene kadar yavaşla işte
ölene kadar yavaşla
ne başkalaştırırsan o kadarsın
başkalarının imtihanlarından büyük gelecekler umma
çaresizlik bile bizden bir başkası yapmaya yetmez
bize biçilmiş döngüye katlanırız yalnızca
bir bakıma hiçbir yerdeyiz
bir bakıma yalnızca buradayız
var oluşumuzun ağırlığı altında ezilirken yapayalnız
ait olduğunu sandığın bütün grupların içinde yapayalnız
reddin imkânları sayım kayıpları yoklama kaçakları
sanma ki hayat bizi bekler başka kıyılarda
oysa biz buradayız
halsiz, kanıtsız
yılların neyi tarttığını bile bilmeden
kendi gücümüzün altında azala azala
kollarımız kadar kulaç kalplerimiz kadar sahil
hiçbir adanın almadığı yalnızlarız,
tamamlanmamış haritasında
define ve varlık
geleceğin tarihe dağıttığı kayıplar
bir gün birbirini bulmanın umuduyla
gölgemizle barışmanın uzun yolculuğu: büyümek
kendiyle tanışmayı erteler insan çoğu zaman
hayat yanlışlarla kısalır
başka biri olarak girdiğimiz bir kapıdan
bir diğeri olarak çıkarız
gündeliğe katlanmak için başkalarını kandırırken kendimizi yanıltırız
içimizi denerken yüzeriz farklı yüzlerle kendi içimizde bile
bu yüzden aşk yalnızca bir fikirdir
bu sefer gerçekleştirdiğini sandığın bir fikir
hep öyle oldu bende
hep saklı kaldı içimdeki anahtar
ve hep aynı kilitte kırıldı
fikirler de zamanla değişir
kırıldıkları yerde
kırıldıkları yer her şeyi değiştirir
zamanla bir şey söylemez artık kırılmak bile
sonra başka bir başlangıcın kapısında
aynı korkularla kalakalırız
daha önce de söylemiştim:
kimse yoktur kimsenin kimsesizliğine
her şiirin gizi başka bir şiirle
açıklar kendini
demiştim ya, hep öyle oldu bende
böyle katlandım kimsesizliğe
o birini ararken bile biliyordum
hiç kimse hiç kimse hiç kimse
//BİR YILIN SON GÜNLERİ
I.
bir yıl daha bitiyor
İşte bu kadar duru,bu kadar yalın
bu kadar el değmemiş
sıradan bir gerçeği daha
kolları bağlı hayatımızın
bir şiire nasıl dahil edilir bir yılın son günleri
her sonda her başlangıçta ve her defasında
alır gibi bir başkasını karşımıza
perdeler çekip,ışıklar söndürüp
oturup yatağın içine bir başımıza
sorgulamak kendimizi
öğrenmek ikizin anadilini,ikinci belleğimizi
öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini
bu aynaların dehlizlerinde gezinirken görürüz
karanlık günlerimizin kenar süslerini
biterken bir yılın son günleri
biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini
gençlik ikindilerini
kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri
II.
bir yıl daha bitiyor
düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey
her yıl biraz daha kısalıyor öncekinden
bana mı öyle geliyor
yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman
insan yaşlanırken?
III.
kırdım mı incittim mi birilerin
kimleri kazandım,yitirdiklerim kimler?
kendimi yineledim mi yazdıklarımda?
yeniden düşünmeliyim
dostluklarımı,ilişkilerimi
dağınık yatağım,mutsuz yatağım
çoğalttın mı eksiklerimi
gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı
yitirdim mi yoksa masumiyetimi?
borçlarımı ödedim mi?
doğru seçtim mi soruların fiillerini?
tırnaklarım kesilmiş,dişlerim fırçalanmış,saçlarım taranmış,
giysilerim ütülü,odam düzenli mi?
ödünç aldığım kitapları geri verdim mi?
geri verdim mi aldıklarımı:
aşkları,dostlukları,sevgileri,güvenleri,bağları
kitaplara,sayfalara,satırlara borcumu ödedim mi?
yokladım mı duygularımı
hala sevebiliyor muyum insanları?
ovmalı gümüşlerimi,bakırlarımı,cila geçmeli ahşaplarıma
ovmalı umutları
saklı tutumalı gelecek inancını,yarınları,eksik etmemeli ağzımızdan
hançer kıvamındaki karamizah tadını
şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a
sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım akşama
yeni bir yıla
ama nedense her şeyin tadı dağılıyor ağzımda
bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında
aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta
//AŞK ÖZETİ
zaman zaman anlardın
aşk özetini
zamanın içinde aşk olmasaydı
böyle yanmazdın
böyle serzenmezdin
aşk özetinde seni
seni
bulmazdım....
//AŞK YENİDEN
Aşk yeniden
Akdenizin tuzu gibi
Aşk yeniden
Rüzgârlı bir akşam vakti
Aşk yeniden
Karanlıkta bir gül açarken
Aşk yeniden
Ürperen sahiller gibi
Aşk yeniden
Kumsalların deliliği
Aşk yeniden
Bir masal gibi gülümserken
Gözlerim doluyor
Aşkımın şiddetinden
Ağlamak istiyorum
Yıldızlar tutuşurken
Gecelerin şehvetinden
Kendimden taşıyorum
Aşk yeniden
Bitti artık bu son derken
Aşk yeniden
Aynı sularda yüzerken
Aşk yeniden
Rüya gibi bir yaz geçerken
Aşk yeniden
Unutulmuş yemin gibi
Aşk yeniden
Hem tanıdık, hem yepyeni
Aşk yeniden
Kendini yarattı kendinden
...
Şiirle kalınız sevgili okur...
Yorum Bırakın