Murathan Mungan'ın mutlaka okuması gereken şiirleri derlemesi...

Murathan Mungan'ın mutlaka okuması gereken şiirleri derlemesi...
  • 3
    0
    0
    0
  • //YALNIZ BİR OPERA
    ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim oysa
    bilmediğin bir şey vardı sevgilim Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
    imrendiğin, öfkelendiğin
    kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
    yani yaşamışlık sandığın
    Geçmişim
    dile dökülmeyenin tenhalığında
    kaçırılan bakışlarda
    gündeliğin başıboş ayrıntılarında
    zaman zaman geri tepip duruyordu. Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
    Sense kendini hâlâ hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
    fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
    Başlangıçta doğruydu belki. Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
    gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan,
    benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin: Ve
    hâlâ biliniyordun sevgilim
    Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
    Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
    Bütün kazananlar gibi Terk ettin
    Yaz başıydı gittiğinde. Ardından, senin için üç lirik par ça yazmaya karar vermiştim. Kimsesiz bir
    yazdı. Yoktun. Kim sesizdim. Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
    Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
    Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu

    yüzündeki küskün kedere, gür kirpiklerinin altından
    kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
    çerçevesine sığmayan
    munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
    lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
    Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgâr gibi geçmişti Mayıs. Seni bir şiire
    düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. Önceki
    şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kâğıt aklığına, belki de ilk kez
    giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
    Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha. Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler
    kim bilebilirdi? "Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. Altına
    saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
    Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
    Takvim tutmazlığını
    Aramızda bir düşman gibi duran
    Zaman'ı
    Daha o gün anlamalıydım
    Benim sana erken
    Senin bana geç kaldığını
    Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri. Döndüğünde eksik, noksan bir
    şeyler başlamıştı. Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri
    hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıştı.
    Kınlmış bir şeyi onanr gibi başladık yarım kalmış arka daşlığımıza. Adımlarımız tutuk,
    yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
    Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
    Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki. Zamanla gözlerimiz açıldı,
    dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
    Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. Biliyorum ne sen dönebilirsin
    artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
    Şimdi biz neyiz biliyor musun?
    Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz. Birbirine uzanamayan Boşlukta iki yalnız yıldız
    gibi Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz
    olacağız yalnızca
    Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
    Ne kalacak bizden?
    bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük
    şiirin
    Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
    Bizden diyorum, ikimizden Ne kalacak

    Şimdi biz neyiz biliyor musun? .
    Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz. Umut ve korkunun hiçbir
    anlam taşımadığı bir dünyada bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
    Artık hiçbir duygusunu anlayamayan çocuklar gibi
    Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
    Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
    kış başlıyor sevgilim
    hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
    bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
    oysa yapacak ne çok şey vardı
    ve ne kadar az zaman
    kış başlıyor sevgilim
    iyi bak kendine
    gözlerindeki usul şefkati

    teslim etme kimseye, hiçbir şeye
    upuzun bir kış başlıyor sevgilim
    ayrılığımızın kışı başlıyor
    Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

    Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak, camdan
    dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
    Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır içinizdeki
    ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar Bir aşkı
    yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar,
    eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar korkarsınız sözcüklerden,
    sessizlikten de; bakamazsınız aynalara, çağrışımlarla ödeşemezsiniz
    dışarıda hayat düşmandır size . .
    içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
    Bir ayrılığın ilk günleridir daha
    Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
    Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
    kulak verdiğiniz saat tiktakları
    kaplar tekin olmayan göğünüzü
    geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
    suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
    bakınıp dururken duvarlara
    boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir
    çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam,
    dediğimiz zamanlar gibi

    kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
    yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik kazasına, başımıza gelmiş bir
    felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
    kendimizi hazırlar gibi
    yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
    ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
    ve kazanmış görünürken derinliğimizi
    Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
    bir ânın, yalnızca bir ânın bütün bir hayatı kapladığı anlar
    o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
    hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar

    denemeseniz de, bilirsiniz
    hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar

    Bana Zamandan söz ediyorlar
    Gelip size Zamandan söz ederler
    Yaralan nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. Zamanla ilgili bütün atasözleri
    gündeme gelir yeniden. Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi. Dahası onlar da
    bilirler. Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
    öyle düşünürler.
    Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak,
    yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak kolay değildir elbet. Kolay değildir bunlarla
    baş etmek, uğruna içinizi öldürmek. Zaman alır.
    Zaman

    Alır sizden bunların yükünü
    O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar dibe çöker. Hayatta sevinilecek
    şeyler yeniden fark edilir. Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
    O boşluk doldu sanırsınız
    Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
    gün gelir bir gün
    başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
    o eski ağrı
    ansızın geri teper.
    Dilerim geri teper. Yoksa gerçekten
    Bitmişsinizdir
    Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamlan, önemi kavranır. Bir
    zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır. Yokluğu derin ve sürekli bir sızı
    halini alır.
    Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
    Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
    Her şeye iyi gelen Zaman sizi kanatır

    ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
    günlerin dökümünü yap
    benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
    kim bilebilir ikimizden başka?
    sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
    bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
    kendiliğindenliği
    yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
    bir düşün
    emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
    şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
    ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
    Bunlar da bir işe yaramadıysa
    Demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
    Bu şiire başladığımda nerde,
    şimdi nerdeyim?
    solgun yollardan geçtim. Bakışımlı mevsimlerden
    ikindi yağmurlarını bekleyen
    yaz sonu hüzünlerinden __________
    gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
    geçti her çağın bitki örtüsünden
    oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
    bakarken dünyaya
    yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
    çiçek adlarını ezberlemekten geldim
    eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
    unuttuklarını hatırlamaktan
    uzun uzak yollan tarif etmekten
    haydutluktan ve melankoliden
    giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
    Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
    Bütünlemeli çocuklarla geçti
    gençliğimin rüzgâra verdiğim yıllan
    dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

    Bu şiire başladığımda nerde,
    şimdi nerdeyim?
    yaram vardı, bir de sözcükler
    sonra vaat edilmiş topraklar gibi
    sayfalar ve günler
    ışık istiyordu yalnızlığım
    Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
    İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde

    Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden. Karardı dizeler.

    Aşk...Bitti. Soldu şiir.
    Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden

    Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
    Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
    Aşk yalnız bir operadır, biliyordum: Operada bir gece
    uyudum, hiç uyanmadım.
    barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
    her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
    el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
    birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
    eksiliyorduk
    mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
    her otelde biraz eksilip, biraz artarak
    yani çoğalarak
    tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
    birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
    ağır ve acı tanıklıklardan
    geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
    Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
    maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
    linç edilerek öldürülenlerin hayat hikâyelerini de...
    korsan yazılan, kara şiirleri, gizli kitapları
    ve açık hayatları seviyordu.
    Buraya gelirken
    uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
    atlarla birlikte terledim yollan ve geceleri
    ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
    çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
    panayır yerleri.. .panayır yerleri...
    ölü kelebekler...ölü kelebekler...
    sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
    Adım onların adının yanına yazılmasın diye
    acı çekecek yerlerimi yok etmeden
    acıyla baş etmeyi öğrendim.
    Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?

    ipek yollarında kuzey yıldızı
    aşkın kuzey yıldızı
    sanırsın durduğun yerde
    ya da yol üstündedir
    oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
    ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
    ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
    aşkın bir yolu vardır

    her yaşta başka türlü geçilen
    aşkın bir yolu vardır
    her yaşta biraz gecikilen
    gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
    gözlerim
    aşkın kuzey yıldızıdır bu
    yazlan daha iyi görülen
    Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
    ilerlerim
    zamanla anlarsın bu bir yanılsama
    ölü şairlerin imgelerinden kalma
    Sen de değilsin. O da değil
    Kuzey yıldızı daha uzakta
    yeniden yollara düşerler
    düşerim
    bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
    ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
    Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
    yaşamsa yerli yerinde
    yerli yerinde her şey
    şimdi her şey doludizgin ve çoğul
    şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
    şimdi her şey yeniden
    yüreğim, o eski aşk kalesi
    yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
    Dönüp ardıma bakıyorum
    Yoksun sen
    Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren

    1986-87, istanbul

    //KADIRGA
    Senelerce, senelerce evveldi;
    Bir deniz ülkesinde... ve belki de birbirine aktardığım defterlerin hepsinde bu
    şiir vardı: Senelerce, senelerce evveldi;
    Biz seninle orada, o deniz ülkesinde tanıştık
    uzak denizler, uzak yakınlıklar içinde
    bir Kadırgada iki korsan
    tarih, yarın, ütopya dolu sandıklar arasında
    birbirimizi yaralarından tanıdık
    dışı korsan, içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık
    konuşamadıklarımız bir bulut kalınlığında
    duruyordu aramızda
    oysa konuşsak, ya da dokunsak birbirimize
    çekip gidecekti içimizdeki o korkunç noksanlık
    batık gemilerin deniz diplerini saran
    umutsuzluğu vurmuştu yüzümüze
    birbirimizden ve aşkın keşfedilmemiş gizlerinden
    ürküyorduk
    bir definenin ikiye paylaştırılmış haritasında
    bilmeden
    birbirimize doğru ilerliyorduk
    kara görünmüyordu yokluğumuzda

    kara çok uzakta
    sahiller millerce
    uzaktaydı birbirimizin yokluğunda
    neyimiz vardı öfkeli bir gençlikten
    mağrur inceliklerimizden
    ve geceler boyu kısık yıldızlar altında anlatılan
    ihanetlerin kara bilgisinden başka
    biliyorduk geldiğimiz yer Atlantis
    o yitik ütopya
    gittiğimiz yer de ora
    Senelerce, senelerce evveldi;
    sen yoktun
    bu aşk başladığında
    Senelerce, senelerce evveldi;
    sen yoktun
    ben de yoktum
    bu aşk başladığında
    bizi yola çıkaran ne varsa
    yol üzerindedir,
    öyledir sanıyorduk
    geleceği seçmeye çalışıyordu kısılmış gözlerimiz
    adaşız denizlerin ufkunda
    Bilge ve hırsız. Çocuk ve katil. Ölüm ve oğul
    oluyorduk. Denizler, meydanlar, kavgalar ortasında
    fırtına bilgisi yoklarken
    çözülmemiş zamanların altın bilmecelerini *
    bir daha hiç çıkamadık daldığımız karanlıktan
    kara ruhların büyük bayramlarından sonra
    Aşk giz tutmuş tuğra
    Aşk 1988
    Bir yıldır yoldayız
    Aşkımız sağlam sularda
    Aşk 1988
    gideceğimiz yer Atlantis
    o ütopya sıla
    aynlsak bile biliyoruz
    başka bir anlamda
    senelerce, senelerce sonra
    sağlam, ödeşmiş, mutlu âşıklar için
    bir randevudur
    aynı yolculukta Kadırga
    Aşk 1992 Ayrılık 1992 şimdi biliyor muyuz gömülüp gideni batıklarda

    kaç kıyıdan toplanmış taşlarla
    batıyordu dibe
    şarap fıçılanyla, zeytin dallarıyla
    yarım kalmış bir gravürde
    yelkenleri sönen kadırga
    batıyordu
    sarışın hurmalar, gümüş paralar
    uzak otlar, ipek toplan, amber kokulanyla
    çıkmamak üzere bir daha
    bir başka mürekkebin kıyılarına
    daldığımız solgun gravürden

    birbirimize baktığımızda
    dinliyordu deniz diplerinde
    boğulmuş beyaz kentlerden
    geçilen yolculuk
    aynı takım yıldızların altında
    dünyaya gelen aşkların benzerliği gibi
    başka çağlan haber verir kimi denizler
    yoksa nerden çıkardı bu rüzgâr
    bu zeytin dallan, baş döndüren şarabın kokusu
    ağzımızdaki bu hurma tadı
    ipeğine uzandığım bu amber nerden
    yüreğimdeki dövme çok eski bir gravürden

    buluşurdu sessizliğimiz
    okuduğumuz sayfalann derinliğinde
    ne zaman sussak
    aramızdan geçerdi hayalet gemileri
    karşılıklı kıyılarda
    aynı denize bakan
    iki koltuk, iki lamba, iki ay
    aynı pencerenin derinleştirdiği gecede
    gemilerin ıslığını dinlerdik
    tek bir söz bile etmeden konuşurduk saatlerce
    kapkara hayalet gemileri geçerdi
    geçmişten gelen
    sessizliğin yarattığı sis içinde
    kapkara hayalet gemileri
    geçerdi gözlerimizin önünde
    gecenin içinden
    yeniden döndüğümüz sayfalann derinliklerinde
    dilsiz kınlganlığıyla dip iklimi
    yüzeydeki çalkantılarını unuttururdu
    gömüldüğümüz denizin
    som bir bütünlük içindeydik
    koltuk, lamba, kitap
    sayfasını kapatırken
    kahramanı olduğumuz şiirin
    ay sönerdi penceremizde
    hayalet gemileri geçerdi uykularımızın içinde
    uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz birbirimizin güneşine baktıkça en
    yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık çünkü âşıktık, kararlıydık,
    haklıydık bir denize kaç dalga sığarsa
    güz denizini ayıran halatlar yaz denizinden geniş melankolisi ıssız bir
    adaya düşecek olsan hangi şiirleri alırdın yanına hangi mevsimleri,
    ikindileri çarşafını değiştir denizin sevgilim tropikal yaprakların, ayın
    yüzüne düşen perçemlerini kaldır hafızandan bütün lekeleri sil alışmak
    çürütür gövdenin derinliğini
    hangi denizi seçtiysen o türlü varlığın kıstırıldığı seyir defteri yaz denizini güz denizinden
    ayıran halatlar gibi çözülür adaların dağınık belleğinden
    savat gece
    çakıllarda şarkısı

    ay ışığıyla ayrılır denizin ipeği ikiye
    yalınlığın vurgununda çözülen derinlik
    gövdenin uykulu tarihi
    aydınlanır karasına vurduğu sahilde
    avucunda tenimin taçyapraklan
    kalbimde kalabalık yeminler
    vahşiyim, vahşiyiz
    bu deme günlerinde
    çıplaklığımızla
    dağlıyoruz
    birbirimizi
    gökle karışıyor tenimiz
    kumun zamanlarıyla
    suyun yeniden elde edilmesi
    bulutun dumanı
    yağmurun kırbacı
    yaprağın buharıyla
    sevişmek için değil
    yaşamak içindir çıplaklığın önemi
    tanımlara zorlanmış itiraflardan
    firar ediyor
    gövdelerimiz
    bir ejderha uyuyor ay ışığında ay ışığında uyuyoruz ilk defa kendiliğinden yolunu bulan
    hayvanlar gibi
    ateş, hava, su, toprak ve aşk birbirimize çıkıyor her defasında kendiliğinden yolunu bulan
    birbirimizin kollarındaki ejderha
    gecenin bütün burçları inmişti sahile
    ürperen kumların üzerinde hiç görmedikleri bir sabah gibi bakıyorlardı yüzümüze
    gecenin göğsümüzde unuttuğu
    bir avuç ay ışığı
    senin göğsünde bıraktığım
    en derin uykumdu
    orada kaldım
    orada kaldı
    ne kadar tutkunduk birbirimize ufuk daralırdı tenimizin yankısından o kaçak sahil köyü,
    Kadırga şimdi iki ayrı yaz kaldı bize birlikte geçirdiğimiz o büyük yazdan
    solak defterlerde uğru
    erkek denizlerde mitoloji
    korsan haritalarında define kalbim bir senden birçok âşık
    edindi : . Zamanı bizden ayrı parlayan bir şeydi
    kanımda kımıldayan tutku gecenin sözleşmesindeki
    mürekkep her şeyi aşka ve ateşe dönüştüren
    derin bir ayindi sen gittin

    buluştuğumuz körfezler şimdi başka denizlerin çekiminde sen gittin ama doksan dokuz adın
    kaldı kalbimde
    ne kadar gitsen de uzağa vücudumda dolaşıyor zincirin kurduğun bütün tuzaklan tapınak
    bildim
    tenim çöl tenim çöl tenim çöl
    bedenimi linçine bırakıp çekip giderim çekip giderim giderim tenim çöl

    aysberg tül
    ne zaman dondu pusula
    ne zaman geldik bu iklime
    aramızdaki siste kaybolmuş
    buzkıran gemiler
    kaybolmuş kelimeler
    sen yoksun
    ben de yokum
    kutuplar kadar yalnızız ikimiz de
    rüyamızı emanet etmedik
    hiç uyumadık sığda
    ölümün uykusuna güvenir gibi
    bırakırdık kendimizi
    birbirimizin düşlerinin yastığına
    aşktı bu, beraberlikti
    yol arkadaşlığıydı
    ve daha binlerce kelime
    aşk bitmiyor bitmeden
    denizi tükenmemiş Kadırga
    bir çifte vav yokuşundan aşağı
    doksan dokuz adımın
    en güzeli sevgilim
    yeniden bulmanın sulan
    denizi geçenlerin adımlarından sonra
    taş kadar kör taşbaskısı gravür diri mürekkep kör aşk, kör levha büyük bir fırtınada
    yıkanmış aydınlığıyla iniyor hat güvercin dönüyor bir dal zeytinle aşk bitmiyor
    bitmeden tükenmemiş deniziyle masalına dönüyor Kadırga

    bir türkü
    Meyve bile dalına güvenir
    Meyve kadar hükmüm yoğ imiş
    bir dize
    Denizim ben batık aşklarla dolu
    bir fotoğraf
    şiirde görünmüyor
    ve görünmeyen nice ayrıntı
    kim bilir ne zaman kendini yazmaya başlamış
    başka şiirlere taşmış
    taşırmış içindekileri
    seyir defterinin kazalara uğradığı Kadırga
    yeni dalgalarla yamıyor
    yarıklığı denizi
    gönderinden ithafını kazıdığı tarihi
    gönderme yaptığı başka denizler yarattı kendine
    kimi zaman başka şiirlerin gövdelerinde
    denize açılarak sürdürdü, sürdürüyor kendini
    duruyor yürekteki define, korsanlar yaşlandı
    deniz zamansız
    ne sen, ne ben, ne şu mavi deniz
    ne de melali anlamayan diğerleri
    senelerce, senelerce evveldi
    senelerce senelerce evvel bir sonraki

    1988 – 1992

    //SANDIK ODASI
    gün ışığıyla yıkanmış küskün bir yıldız
    gibi akıp geçtin

    sessizliğimizin üstünden oyalanacak bir şey bile bırakmadın tozlanmış, dalgın
    bakışlarımıza ne zaman, nerede bir şey yitirsek .
    burada bulacağımızı sanırdık bu sandık
    odasında
    mümkünmüş gibi
    balkonda unuttuğumuz nice yazlardan sonra..

    Ludwigshafen - istanbul, 1991

    //AY ZEYTİN GECE

    Kamçılı karanlıktı geldin üstüme 
    Bütün masalları dolaştın 
    Ay zeytin gece 
    Ay vurmuştu alnına 
    Perçemlerin Tokat akıtması 
    Yorgundu atılmış yılan derisi 
    Değiştirilmiş güvercin gömleği tende 
    Nereye gidiyorsun, dedim 
    Zeytinlerin arasından 
    Siste silinip giderken yollar 
    Aydı zeytindi geceydi 
    Korkmadım bağırdım ardından 
    Aydaki zeytindeki gecedeki delikanlı 
    Nereye böyle 
    Aldı rüzgar sesimi duyurmadı 
    Vurdu geçti durduğum yeri 
    Gümüşünü silkeledi yüzüme 
    Atının kanatları 
    Ben öldüm, ölüm bulunamadı 
    Kamçılı bir karanlıktı 
    Hikayemin gecesini dürdüm de 
    Kimse çıkamadı dışarı 
    Ay kaldı zeytin kaldı gece kaldı 
    Sis kaldı yollar kaldı 
    Karanlıktı

    //CAM YAZ

    Adını arayan rumuz 
    Eylüllerden yaz yap bana 
    Bir dönümlük bir dünyada 
    Şiirim mıntıka temizliği 
    Cam şişelere koyduğum 
    Eylüllerden yaz yap bana 
    Bir dönümlük bir çocukluk 
    gökkuşağı uçurtma 
    mayın mantar ütopya 
    yalancı mücevherler gibi 
    birbirine benzemeyen şiirler yazdım 
    okyanusa karşı ağladım sonra 
    Bak ay karışıyor akşama 
    Acemi mevsimlerdi 
    Aşk adı altında yıllarca tek kale top oynadım 
    Cam üfledi şiirlerimi 
    Batık gökkuşağı, patlamış mayın 
    yırtık uçurtma 
    Eylül gelmeden bavulumda ütopya 
    Kendime trenlerden ayrılık aldım 
    bak ay karışıyor alnıma 
    Adını arayan rumuz 
    bu mantar sende kalsın 
    Yırt at bu şiiri okuduktan sonra

    //KIRILGAN

    Kırılgan bir çocuğum ben 
    Yüreğim cam kırığı 
    Bütün duygulardan önce 
    Öğrendim ayrılığı 
    Saldırgan diyorlar bana 
    Oysa kırılganım ben 
    Gözyaşlarım mücevher 
    Saklıyorum herkesten 
    Ürküyorlar gözümdeki ateşten 
    Ürküyorlar dilimdeki zehirden 
    Ürküyorlar o dur durak bilmeyen 
    gözükara cesaretimden 
    Diyorlar: Bir yanı sarp bir uçurum, 
    Bir yanı çılgın dağ doruğu. 
    Oysa böyle yapmasam ben 
    Nasıl korurum içimdeki çocuğu? 
    Bir yanım çılgın nar ağacı 
    Bir yanım buz sarayı.

    //KISA FERMAN

    nehirler uzun sürer

    //YAZ BİTTİ

    yazın bittiği her yerde söylenir 
    söylenmeyen şeyler kalır geriye 

    ve sonra hiç bir şey olmamış gibi 
    ağır, usul bir hazırlık başlar 
    uykuya benzer yeni bir mevsime 

    orda burda,ev içlerinde,kır kahvelerinde,deniz kenarlarında 
    incelen yazın akşam esintilerinde 
    zaman usulca sıyrılır aramızdan 
    ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini 
    başka ne gelir elimizden 
    büyük bir uzaklığa gülümseyerek 
    geçiştiririz 
    ıskaladığımız şeyleri 

    yatıştırıcı rüzgarlar 
    dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını 
    saklar bizi 
    gözlerimizdeki hüzne 'dinginlik' adını verir 
    'seni iyi gördüm' diyenler 
    biz de iyi hissederiz kendimizi 
    elimizden başka ne gelir ki? 

    köşe başları, akşamüstleri,kokular 
    tozar gider zamanın boşluğunda 
    karışır anların kuytu belleğine 
    belki sonraları bir gün 
    hatırlanır aynı kederle 
    yazın bittiği her yerde söylenir 
    söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine 
    yaz biter 
    eskir geceler,serin,hüzünlü 
    yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri 
    bir yanı telaş,bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri 
    çıkarır sizi dalgın derinliğinizden 
    yaşadığınızı duyarsınız teninizde 
    bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz 
    sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları 
    ahşap panjurları 
    yaz bitti 
    bitmeyen şeyler kaldı geride 

    yaz bitti 
    yaz bitti 
    yüksek sesle söylüyorum bunu kendime 
    her yerde söylendiği gibi 
    yaz bitti 
    yaz bitti 
    hiç bir şey hiç bir şey 
    hiç bir şey 
    yalnızca üşüyorum şimdi

    //MEKTUP

    boş bırak düşlerini 
    ben geleceğim 
    kucağımda yaratmanın sevdaları 
    ve akşamüstlerinde sonlu bekleyişlerin karanlığı 
    tahta pervazlara takılı kalmış çınar gölgelerini kanattığı 
    hiç yaşanmamış Nerime Sultan anılarını dürüp 
    ben geleceğim 
    arnavut kaldırımlarının taşıyamadığı yükümle 
    kendimi yine bir yerinden söküp 
    kırık dökük sevgilerin ut tellerinde tınlayan 
    o veremli yazgısını 
    yine de bir çiçek gibi iliştirip gönlüme 
    o yalnızlığı Bizans'tan kalma İstanbul gecelerinin 
    sokak camlatan yağmurunda 
    kendimi ağır bir yük gibi çeke çeke 
    Emirgan sırtlarından yorgun ve telaşlı 
    biraz daha eskimiş, biraz daha solgun ve biraz daha acılı 
    ben geleceğim 
    dolu da olsa yaşlanmış kucakları 
    sahici ve acıtıcı gözyaşlarını bir mahsup gibi taşıya taşıya acılar defterinde 
    kimselere göstermeden usulca ve çok saklı 
    ben geleceğim 
    bir ticaret kentine

    //ÖĞLE SAATİ
    Dökülen yemişlerin sessizliği
    Güz aydınlığı
    Uzakta bir çıkrık öğleyi böler ikiye
    Renkler kendini dener otla, kabukla, bulutla
    değiştirir gömleğini arklardan gelen sular
    uykusu yarım kalmış tenha kuyularda
    eteklerinde ufkun çizgisi
    geçen yıldan bu yana ne kadar uzadığını
    ölçer kır
    birbirlerinin gölgesinde uzayıp büyüyen
    ağaçların dinginliği çepeçevre kuşatır öğle saatini
    su uyur, yelkovan durur
    çocukluğumda yağan bir karın adı olur ansızın
    ansızın bir kuş sürüsü gürültüsünü çizer güze
    Dünyanın almadığı saatlerdir
    Hiçbir şey benzemez başka bir şeye
    Kimse kimseye bir şey yapamaz sanki
    İyilik de kötülük de masumdur her şeyden
    Belki yalnızca yüzümüze doğru ağır ağır açılan
    uyku sonrası bir bakış
    iyi gelir bize
    Belki o zaman.
    suyunu değiştiren kuyu gibi herkes uykudayken uğultusunu çok uzaklara götürmüş
    kahverengide karar kılan uyku sonrası bir bakış durdurur yağan kan bir öğle saatinde yaz
    bitmeden

    Haziran 1991, Ludwigshafen

    //YAZSONU
    yaz inceliyor, güz
    bizse hiç büyümeyen rus bebekleri
    bir düşte karşılaşmıştık, bir düşte kaybolduk
    hadi birimiz uyandırsın artık ötekini
    birbirinin karanlığına kapatılmış
    birbirinin içinde tipiye tutulan
    her kozaya ayrı biçilen uzun kışlardan
    hadi birimiz uyandırsın artık ötekini
    ilkgençliğin yazıları bitti. Şimdi bırakılmış çiftlikler

    yağmurlarla boşalmış leylek yuvalan
    elimizde sorular, gün yeniden dağıtıyor
    kalanlar için yazılanları
    yaz sonu yaz sonu yaz sonu
    Biliyorum
    yine haziran yine temmuz yine ağustos

    Haziran 1991, Ludwigshafen

    //TERASTAKİ HAVLU
    Aynı terasa açılıyordu yan yanaydı kapılarımız kaldığımız pansiyonda. Sabahlan ya da
    akşamüzerleri karşılaşıyorduk, ortak duş, ortak mutfak, çekingen bir selamlaşma.. Aynı
    terasta yanya-na kuruyordu çamaşırlarımız, bu ürpertiyordu beni; acemi, tutuk birkaç
    sözcük eşliğinde beyaz şarap içerek aynı terasta seyrediyorduk günbatımını, bu da
    ürpertiyordu beni. Işığın azalan şiddetinde yan yanaydı terasa vuran gölgelerimiz ve
    karışıyordu birbirine.
    Elimizde olmadan gülümsemiştik bakışlarımız çarpıştığında, sahildeydik ve aynı kitabı
    okuyorduk ilk karşılaşmamızda.
    Sezon açılmamıştı, seyrekti sahiller, daha erken yaz gülüm-süyordu
    Pansiyon önündeki sandalların kıpırtısı, çiçeklerin çekingen dirimi, günbatımıyla
    gölgelenmiş alanların rengi kalmış aklımda. İkimiz de yalnızdık ve birbirimize ilişmemeye
    çalışıyorduk adını kimselerin bilmediği o uzak sahil kasabasında
    Oysa güneşin batışını izlemek gibi
    kendiliğinden bir birlikteliğe dönüştü paylaştığımız şeyler Birbirinden kamaşmaya
    başlamıştı tenlerimiz
    dokunmasan da yanındaki gövdeyi duymanın şiddetine dönüşmüştü aramızdaki çekim
    tenin çağrısı hazırdı kendine kurulan bütün tuzaklara
    O akşam terastaydık gene. Gün çoktan batmıştı. Çamaşırlar asılıydı, uzaktan şarkılar
    geliyordu ve kekik kokulan. Nedense her zamankinden başka bakıyordun bana. Sonra
    usulca dedin ki:
    "İlk kez bir erkeğin tenine dokunma isteği duyuyorum içimde."
    Benim için yaz başlamıştı.
    "Dokun öyleyse," dedim.
    Sustun. Uzun uzun baktık birbirimize. Kendine nasıl karşı koyduğun okunuyordu
    yüzünün derinliklerinde. Sonra hiçbir şey söylemeden usulca kalktın, odana gittin,
    yavaşça örttün kapını. Saatlerce orada, gecede ve o terasta kaldım.
    Sabah uyandığımda odanın kapısı açıktı, eşyalarını toplayıp gitmiştin baktım. Yalnızca
    terasta unuttuğun havlu çırpınıyordu rüzgârda
    Bir daha hiç rastlamadım sana, hiçbir yerde hiçbir yazda
    Düşünüyorum aradan tam on üç yıl geçmiş
    On üç yıl önce içinde uyanan o isteğin anısı saklı duruyor mu sende?
    Birden adını hatırlamadığımı fark ettim bu şiiri yazarken, ama terasta çırpınan
    havlunun rengi hâlâ gözlerimin önünde
    On üç yıl sonra şimdi sevgilimden ayrıldığım bu derin, bu kavurucu günlerde neden
    ansızın aklıma düştüğünü sordum kendime. Sonra anladım: Bir aşk birçok aşktan yapılıyor
    ve aynlınmıyor hiçbir seferinde

    8 Mayıs 1992

    //ALABALIK ve SİYAMBALIGI
    alabalık, bir metafor
    denizler ve balıklar içinde
    Kutsal Kitaplara göre ilk yaratılanlar içinde
    akıntıya karşı yüzen tek balık
    tekini koruyan tekinsiz

    ölüme doğru ve ölüme karşı
    çağlayan çıkan, dikine yüzen bir balıkmış yalnızlık
    ullarında ışıyan falı
    alabalığın
    denize eklenemeyen yabancılığı
    tonlarca su altındaki derin sükûnet ve şiddeti
    zamana sadık akıntıların
    unutulmuş derin korkulan
    masalaltı yaratıkların, fırtına perilerinin
    söylencelerin batığından
    yepyeni yolculuk yolları
    ağ av ölüm
    başka kip başka zaman
    belki akıntıya karşı yüzenin kaderi
    denize inen pası
    kirli günbatımlarının
    Bilinmez balıkların kardeşliği
    küçük/büyük/açlık/akrabalık/yumurta ve ölüm ilişkisi
    siyambalığı derin krallığı umutsuzluğun
    dipteki siyah kare
    alışkanlıkların tek rengi
    kendine benzeyen avı
    kendinden olanın karanlığıyla beslenen
    derin krallığı umutsuzluğun
    bilgeliğe ermiş katillik
    okyanus kadar derin ruhlarda kendiliğinden
    her şeyin olabilirliğine kadar inen
    yolculuğu
    siyambalığı derin krallığı umutsuzluğun
    kar ne kadar yağabilir bir denizin derinliklerine o kadar üşür deniz gibi ölüm bile

    gövden şiddetin amansız nesnesi başkasını öldürürken duyduğun ■ kendinle sevişmenin
    şiiri
    cinayetin mabedinde
    yan yana uyur ölüm ve aşk
    karanlıktan ve yıkımdan
    beslenen
    gölge gövdelenir
    öldürürken
    cinayet de aşk gibi yaşanır sen ve başkası olarak avından dönen siyambalığı kendiyle
    ödeşirken
    insan düşmanını kendinden seçer
    denizin dibindeki para ve tarih
    rıhtımlarda bekleyen pusu: dövme ve hançer
    hangi denize gitse
    başka denizler aklında
    bir eldiveni uçurum
    bir eldiveni yanardağ
    söndürmez en uzun ay

    en uzun deniz
    en uzun seferler bilir iki eski kardeş Deniz ile Atlantis

    bir açık sayfa gibi
    herkesin düşlerini yazdığı yüzyıllardır bulunmamış yitik ülkeler aşk da ölüm de aynı ağlarına
    takılır

    ay ı ş ı ğ ı n ı n

    denize dağılmış saçlarının arasından aldırmaz geçer siyambalığı inanır aşkın da ölümün de
    aynı bedendeki kesinliğine
    denizin karaya çıkmış efsanelerinde
    anlatılır
    ikiz öyküsü
    kendi derinliğinde vuruşarak
    ölen kardeşlerin
    baba ile oğulun
    ağabey ile kardeşin
    iki sevgilinin
    yani kendi derinliğinde vuruşarak
    ölen kardeşlerin
    bir denizde bir öykünün sayısızdır yollan
    kimi vurgun yemiş gizilgüç
    kimi ahtapotun kollan
    su yürümüş zıpkın sürüyor kendi izini
    okunmuyor yazısı başkalarının
    su yürümüş zıpkın öyküden yana
    su yürümüş zıpkın
    bir yüzü silinmiş para
    denizin dibine varana kadar
    tura
    tura
    tura
    herkesin gizi bir başka seferde
    her seyir kendi defterini seçer
    tuzlaşmış kentlerin anısı vurur suyüzüne
    üzerinden sessizce geçerken
    uzağa dağılıyor yüzler
    kimse bakmıyor birbirine
    biliniyor tuz beyazı gerçek
    her birimizin bir şeyi var denizin dibinde
    Bir tek balık alınmadı Nuh'un Gemisine Sudaydı o İçindeki suda Tehlikenin içindeki suda
    Kimi zaman bir tek balık yaratır
    çırpıntısını bir okyanusun
    batıklarla anlamlanır
    geçmiş denizler
    bir denizin içyüzü
    başka denizlerdir
    birbirlerini çoğaltırlar durmadan
    yeryüzünde en eski şey su
    tufandan önceki suyla
    tufandan sonraki bile aynı değildir
    balığın karnındaki inci likit zaman
    ikizi ikiz
    şairi şair
    peygamberi peygamber yapan
    yazla dirilen parçalanma
    tekinsiz serüvenlerde bulunmuş Zaman

    balığın karnındaki okyanus
    hikâyedeki tılsım tekrardaki şiddet gelecek
    gelecek gelecek
    yanılmaz deniz
    durulma zamanlan yükselir
    denizin gizli surları
    saklı haritalardaki su terazisi
    dumanı tüten batığın dinlendiği derinler
    ufkunu okyanusa ayarlamış gözlerin
    uzakta ve diptedir göreceği
    denizin gizindeki uçurum
    ağır kanatlı dip balıklan
    akıntıların yıkadığı para, kara sünger
    derinleşmenin eşik taşlan pullarına gömülü gizli balıkların kalın uykusuna ayarlı saat ey
    kendini yenildim sananlar ışıkla kırılır denizin dibindeki yıldız falı
    Uzundur denizin gecesi
    uzundur karası denizin
    yalnızca bir kez Musa için
    kızıl saçlarını ikiye ayıran dalgalar
    en uzun hatırası
    bir daha avunmaz suyun
    bir daha geçilmez denizin
    kaybolmuş kendi adı
    sürüler içinde
    öylesine geçer bir denizin derinliklerinden
    bir sayfanın derinliklerine
    akıntıya kapıldığı yerde şiirin
    küçük, kırık bir gülümseme olarak
    küçük, kırık bir gülümseme
    enginler uzak sığ yakın
    kavrulmuş sulan kısacık hayatının
    cam kesimi elmas, akvaryumu su nerde keser
    işte balıklar
    işte balıklar
    işte balıklar
    en küçük ölçekli haritada
    binlerce başkalaşım
    armaların güvencesinde
    başkalaşımlar
    nerde hayat çizgisi, o zümrüt kesim
    suyu derinleştiren gölgesidir
    akıntının yönünü
    ışığın kırıldığı noktalar
    orada hepimiz
    biraz su biraz balık
    bir akvaryum iklimini
    herkese suç gibi paylaştıran
    o derin ortaklık
    tarihi dolduran sular, harçları karan sular
    başka çağların derinliklerine
    kendi ışığını içinde taşıyan ayna
    farklıdır su altında karanlıklar
    kimsenin kendinden başkası olamadığı
    o derin yalnızlık

    odalara vurur gölgesi
    açık denizlerde kaybolan balıkların
    odalara, aşklara, sayfalara
    özet çıkarırsın en büyük denizlerden
    uzaklarda ararsın
    tuzunu silkeleyen yollarını rüzgârın
    huy değiştirir balıklar denizine benzedikçe
    hiçbir kardeşliği olmayan balıklar
    denizin üst katında oturanlar
    geçmiş zamanın define rengi gözleriyle
    bir dip balığı
    ölürken
    vurur yüze
    kıyı kalplerde
    deniz fenerlerinde
    yosun pası mezar taşı
    yarım kalmış şiirler
    erken kilitlenmiş bir odanın derinliklerinde
    dinmiyor açık denizlere yağan yağmurların
    odalara vuran gölgesi
    küçük balık küçük balık denizin nerede? denizim yok denizim yok ararım her yerde

    Mayıs 1988 - Haziran 1992

    //OLMASA MEKTUBUN

    Olmasa mektubun, 
    Yazdıkların olmasa 
    Kim inanırdı 
    Senle ayrıldığımıza. 

    Sanma unutulur, 
    Kalp ağrısı zamanla 
    Herşeyi unutarak 
    Yaşanır sanma. 

    Neydi bir arada tutan şey ikimizi 
    Birleştiren neydi ellerimizi 
    Bırak bana anlatma imkansız sevgimizi 
    Sevmek birçok şeyi göze almaktır. 

    Baksana geçmişe, 
    Ne çok anıyla yüklü 
    Nerde o taverna, 
    Nerde sinema 

    Harcanmış zamanla 
    Yeniden yaşanmaz ki; 
    Geç kaldıktan sonra 
    Arama boşa!

    //TILSIM VE KUM

    İçimdeki hayvanın suya indiği saatler 
    tılsım ve kum 
    gümüş kadar çıplak 
    altın kadar bulanık 
    sükut ve konuşmak 
    ve olmamış şeyleri hatırlamak 
    Hatıra diye 
    içimdeki hayvanın suya indiği saatler 
    dışındaki derin uyku 
    dile kaçtım 
    cinnetinden, cehenneminden 
    dile geçtim 
    dile gelmezken 
    uykudayken söylediklerim 
    kum söndü 
    tılsımla dindim

    //YADİGAR

    Ne zaman onu düşünsem 
    sektirmeyen muşta, içe dönük 
    gönül burcunda doğanlardandı 
    çıktığında yola, vakitlerden kırlangıç 
    yıldızların adsız kervanları 
    için tutulan defterlerde 
    adına rastlandı çok sonra 
    ipek örtülere bürünmüştü 
    mağrur ve vahşi 
    ne yapsa sığmaz artakalırdı 

    çocuktum, yollarına çıkardım 
    başımı okşar geçerdi, esmerdi elleri 
    belki ona sebep ben en çok 
    esmer sözcükleri sevdim 
    oysa onları okşayacak zamanı olmadı 
    acıkmış gözleri yıldızlara bakıyormuş 
    bir dere kenarında bulduklarında 
    onu vuran mermi benim de bir yerim kaldı

    //İKİ BIÇAK

    İki bıçak seç kendine 
    Biri yaralamak için 
    Biri öldürmek 
    Pusu kur gözleri 
    Karanlık gölgesine 
    Biri sevmek için 
    Biri ihanet 
    İki yürek seç kendine 
    Biri yaşamak için 
    Biri gizlenmek 
    Bir korkak, bir kaçak, bir firar 
    Kaç kişisin sen sevdiğim, çocuk 
    İçimdeki bıçak bir kere daha dönüyor 
    Olduğu yerde 
    Kalırsan sel basar yataklarımı 
    Gidersen uçurum çiçekleri açar kalbimde 
    Kimi zamanlar olur sevgilim 
    İki bıçak bile yetmez bir tek ölüme

    //İKİ YEMİN

    Ben hep çabuk çekilen tetiğe yaşadım 
    Yemin ettim 
    Yüreğimdeki ve bedenimdeki 
    bütün yaralar adına 
    yüzünün kuyusuna düştüğüm kuytuda 
    Sana olanca aydınlığım ve karanlığımla baktım 
    aşktan yorgun düştü dinim 
    dağıldı kehribarım 
    gül ve buğday yetiştiren 
    Ömrüm adına yemin ederim ki: 
    Ben seçmedim bu ölümü 
    Kaçmasan vurmayacaktım

    //LAVANTA

    Ordadır 
    yazın eskittiği otlar arasında 
    uzakta bir nehrin gürültüsünü kazar 
    masmavi usturalar abanoz ağacına 

    Ordadır 
    uyuyan bir namlunun sessizliğiyle 
    günün sabahlığında 
    dudaklarının arasında bir ot, bir ıslık 
    iz bırakmaz sisler gibi geçer ağaçların arasından 
    varır kendini derinleştiren uçurumlara 

    Ordadır, bir devin tavşan uykusunda 
    aklında kımıldanan otlar, ağaçlar 
    düşünü düşürdüğü sular 
    yüzünü bıraktığı sular 
    almamış zaman kalmış kireç altında 
    çelimsiz bir kabuk başlamış yürek yarası 
    ki ne zaman çarşılara çıksa silahsız 
    onu vururlar 
    göğsünde siyah bir yıldızla 
    kalbinde kuruyan bataklık 
    kırlara yakın durur, yanık kokulara 

    serin çiy vakti çimenlerle konuşur 
    ne zamandır çıkmıyor sokaklar açık artırıma 
    ıssız bir kil ile gövdesini kateden bir ateştopu 
    Kendini sakladığı sular altında 
    ve son bir kez: 
    ışık ve çamurda kaldı lavanta

    //ÖNCE..

    Çıktığım dağlar küllenirdi içimde 
    sessiz, serin sulara inerdim 
    ceylanlardan önce 

    sular yıkayabilirdi beni o zamanlar 
    güneş alırdı içimin avlusunu 

    uyurken sızlıyor içimdeki can: 
    kanlısıydım öldürdüm 
    çoğaldı düşlerim 
    uyuduğum uyku artık ikimizin yerine 
    sanki o sağ ben ölüyüm 
    her gece her gece her gece

    //ÖTEKİ MİTHOSU

    göze alırsanız eğer 
    kırılır 
    dağılır aynadan 
    sandığınız resimler 
    sözcükler kalır geriye 
    cam kırıklarına saklanmış 
    az ışıklı odalarda sözcükler 
    Ayna: anlam ve görüntü için sırlanmış kiler 
    bulur çıkarırsınız bir yerlerden 
    daha bulurken kararırsınız 
    çok önce öğrenmiştiniz: Bedel 
    özlenir ve kalır geriye 
    gerekenler 

    Sonra bir gün 
    Sizin için bir gün 
    Tehlikesiz, eski bir harita gibi 
    uyuttuğunuz aynaların tozunu silerken 
    elinize batar 
    bir zamanlar yaranızı kanatmış sözcükler 
    olaylar silinmiş, adlar unutulmuş, belirsiz bir geometride 
    yerini bir türlü bulamaz kişiler, ilişkiler 
    yalnızca bir duygu 
    dipdiri bir acı çok eski tarihli bir çağrışıma eşlik eder 
    bu nedir ki, yıllar sonra, telâşsız bir gün, ömrümüzün durulmuş 
    bir mevsiminde, içinizin kazınmış yerlerinden 
    ölümcül bir ağrı ansızın geri teper 

    Eğilip bakrsınız aynaya 
    Siz çoktan gitmişsiniz 
    Yerinizde sözcükler 
    Böyle zamanlarda sözcükler 
    Bütün bir hayatın yerine ikâme eder 

    Sözcükler.Tutmamış ömürlerin teyel yerleri 
    camlatılmış kelebekler, kurutulmuş akrepler gibi 
    başkalarına kaldınız 
    bir zamanlar sanmıştınız ki hayat 
    kitaplardan ve sözcüklerden geçer 
    kendinizi eskiten oyunlara daldınız 
    örneğin uzun tutulmuş bir önsöz yüzünden 
    kitaba geç kaldınız 
    Ki 'hayatınız' su içinde birkaç roman eder 
    Sözcükler.Büyülenmiş, içi doldurulmuş, bekletilmiş, kullanılmış, 
    anlamı çoğaltılmış, yani sizin 
    yerinizi bekler, diye 
    öğrendiğiniz 
    Bütün sözcükler yaşamı çaldı sizden 
    Aynadaki sandığınız şimdi bütün hayatınızı temellük eder 

    Bilirsiniz 
    aynalarla konuşur çok odalı evlerde büyüyenler 
    düşün yerine ayna 
    anların, durumların, duyguların yerine 
    sözcükler 
    masalın en iyi yani yeniden söylenebilmesidir 
    söylendikçe büyülenirler 
    birleşir nehirler, dağlar yer değiştirir, tılsım ve tehlike 
    çığ ve lâv, kılıç ve ipek, coğrafya ve tarih yeniden keşfedilir 
    ışığın kırılma yerlerinden geçerken 
    sırlanır yüzlerin kuytu yerleri 
    gümüş bir alaşımdır ilk imge: sınır ve melankoli 
    yani bütünlük ve binbir gece 
    ışıksız aynanın yalnız 
    olduğunu böyle öğrenirler 
    bir gün bir ışık sızar bir kapı aralığından 
    giz ve ihanet ödeşir 
    düş erir.masal biter.büyü tutmaz sözcükler 
    Görülmüştürler. 
    erken parçalanır çok odalı evlerde büyüyenler 

    Ya da böyle sağlamlaşırlar belki 
    her parçası kuzey yıldızıyken dağılmış aynanın 
    yola düşüp, yoldan çıkıp 
    hiçbir şeyi unutmadan, her şeyi yeniden öğrenirler 
    aynayı, mithosu ve ötekini 
    yeniden düşünmeye 
    erken gecikenler 

    ayna, mithos ve öteki 
    özgeçmişin vazgeçilmez elementleri 
    Ayna.Anayurdu ayna hepimizin.İçinden çıkıp kavuştuk dile 
    ve eyleme geçtik, ve kendimizi sınadık 
    ağır taşlar koyduk kişiliğimizin köşelerine 
    yani kendi kanunlarımızı varlığımızın yerçekimine 
    bilmeden ve böylelikle bütün yolcuları yasakladık kendimize 
    kırılmıştı sözcükler, parçalanmıştı ayna 
    anladık imgemizin yalnızca bir kovuk olduğunu 
    ve bunu öğrenmenin göçünde 
    dağıldık kuzey yıldızlarına 
    Şimdi uzak yollardan ve uzun maceralardan sonra yeniden 
    dönüyoruz 
    ülkemize, kimliğimize; imgemizi orada bıraktık 
    imge oyunlarını da 
    bırakarak yaşlandık birçok şeyi 
    Bırakmayı kabullendiğimiz günden beri. 
    ağır yalnızlıklardan geçtik, ödeştik kendimizle 
    bir uçtan bir uca savrulurken onca şey harcadık hiç 
    düşünmeden 
    oysa hâlâ ayrıntılar ve ayrımlar arasındaki 
    yollar kapalı bize 

    olgunlaşmakla göze aldığınız birşeydir bu, ya da düpedüz 
    yaşanmakla, umudun bazı çeşitlerinden boşanmakla, gelecek 
    için bunca zaman taşıdığınız birçok yükü atmakla 
    adına ne derseniz deyin, göze aldığınız birşeydir bu 
    yani başlar bir gün 
    sizin için bir gün 
    geç kalmış yüksek sesli soruların dönemi 
    sürçmeye başlar Dil sandığınız tekerlemeler 
    gündeme gelir yeniden 
    değişik çağlardan ödünç alınmış bilmeceler 
    gizini çözersiniz 
    kendiniz için kurduğunuz bütün Serüvenin 
    yaşlanmayan ve gerçekleşmeyen portrenizin 
    tozu alınmamış her şey yalnızca geçmişi yineler 

    sfenksi kendini sorulamış bunca yıl 
    tek kişilik korosu yanıtlamış 
    paradoksları kullanmayı hayatı anlamanın yolu sanmış 
    okuduklarından artıp, okuduklarına kalmış 
    göze aldığınız birşeydir bu 
    aynada portre, mithosda serüven, ötekinde giz 
    saklı dururken 
    yolculuklar taşımaz sizi hiçbir yere 
    Bunu çok önceleri öğrenmeliydiniz 

    oysa oturduğunuzda soruların başına, kaç saatiniz vardı? 
    ölecek ve yetecek 
    kaç saatiniz? 
    Zaman'ın saydam sırrı portreyi aynadan ayırmaktaydı 
    Başlangıçtı. 
    kazılarda eksilmiş bir kabartma gibiyidi imgeniz 
    sözcükler örselenmiş, aynalar pantimento 
    çıkmaz sokaklardı adresiniz.sığındığınız kalelerde birer birer 
    eksildiniz. 
    Çekip gidiniz buralardan.Her yaşın uçurtmaları vardır 
    birinin ipini çekiniz 
    şimdi gözlerinizin ermediği bir yerden yeni bir ufkun başladığını göreceksiniz 

    çok yaşar, çabuk ölür, ilk tuttuğu sipere tüm bir hayatın kalesini 
    inşa edenler 
    ayna silinir, mithos biter, gider öteki 
    kitaplar yalnızca ölümü erteler 
    yaşam çıplak.siz giyinik.Utanırsınız 
    kuşandığınız kavramlar kullanılmaz silâhlar gibi sizi terkeder 
    Öteki: çoktan eskimiş bir metafor, Dostoyevski'yi 
    ve onu izleyen sonrakileri anımsamak neye yarar şimdi? 
    Geçmiş bizi bırakıp gitti 
    O kadar çok şey öğrendik ki, 
    kendimiz için bile bir klişeyiz artık 
    En çok buna katlanamıyoruz 
    Farkındayız.Ve çürüyoruz. 
    Hepimiz artık gençliğin bizi terkeden kuşağındayız 
    Eğer göze alıyorsanız bu kadarı da size yeter 
    yedi renk, taze su, parlak ışık 
    her zaman yeniden okunacak bir kitap bulunur 
    öğrenilecek yeni sözcükler 
    durduğunuz yerde, her yere aynı mesafeden bakıyorsunuz 
    buraya geldiyseniz eğer, daha ne istiyorsunuz?

    //ÖDÜNÇ HANÇER ÖLDÜRMEZ BENİ

    ödünç hançer öldürmez beni 

    bir küfür gibi kara 
    kayış dilini ver 
    binlerce kez açıklasam da 
    dilini çözemediğim ihanet 
    gel bir daha bende dene kendini 
    ne sen öldürebiliyorsun beni bu cenkte 
    ne ben yenebiliyorum seni 
    yazıldığın mevsime çok su ver kendi izinden 
    giden yolları suçlarından arındır 
    arkanda kaldı seni ilerde bekleyenler 
    unutkan şiirler, kopmuş alıntılar 
    hiçbir zaman kullanamadığın hatıralarla 
    kendine yazdığın yaşam öyküsü! 
    ah, bu kadar aşk herkesi yanıltır 
    gelme üstüme 
    boşalmış yeminlerin bileği 
    ben sandığın sözcüklere vuran aksimdir 
    ödünç hançer öldürmez beni 
    ya başka bir silah seç kendine 
    ya bırak başkasının ellerine 
    ölüm aşkın işidir 
    kork benden sevgilim 
    ahretin olurum senin 
    bu kadar çok seven öldürmesini de bilir 
    ben seni 
    çok yanılmış kalplerin sağlamlığıyla sevdim 
    gücümdü güçsüzlüğüm 
    ey, izini sürdüğüm ruhumdaki kara gölge, 
    büyüttüğüm oğullarımı bir bir elimden alan hayat 
    yanıltma beni, beni bana yakıştır 
    son darbeden önce ilk sözü söyleyemeyen! 
    kolay değil ödenmiş hayatın katili olmak 
    kör eder hançerini içimin gücü 
    ölümü göze alan yaşamasını da bilir

    //FIRTINA

    Bak işte yaklaşıyor fırtına 
    Bak yine yükseliyor dalgalar 
    Yollardan sonra 
    Yıllardan sonra 
    Şarkılar söylüyor çocuklar 
    Yollardan sonra 
    Yıllardan sonra 
    Yeniden yanyana onlar 

    Ne geçmiş tükendi 
    Ne yarınlar 
    Hayat yeniler bizleri 
    Geçse de yolumuz bozkırlardan 
    Denizlere çıkar sokaklar

    //KARANFİL

    Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları 
    Atlanın gidiyoruz. 
    Buğulu bir şafak vakti yeniden düşüyoruz yollara 
    Eski zamanlarda olduğu gibi 
    Dersimiz tarih.Unutmayın kaldığımız yeri 
    yenilmedik daha 

    Masal alın koynunuza.Belki dönmeyiz uzun zaman 
    Masalllar hatırlatır size doğduğunuz yeri 
    ilişkiler iklimini 
    çocukluk taşınabilir bir şeydir 
    alınsa da elinden geçmişi. 

    Tütün ve tarih koyun torbanıza.Kekik ve dağ ateşleri 
    Şafağın bin yıllık anlamını, suların ve çağların sesini 
    ezberleyin, bilinmez otların adını hatırda tutar gibi, 
    Ten rengi aya bakın son defa 
    yani geride yaşanmış ve yaşanacak bütün yaz geceleri 

    kaçak aşıkları, uçurum bakışlı firarları, mağrur eşkiyaları 
    saklar gibi 
    kilitleyin yüreğinizin kalelerini 
    Anka ve Anahtar, ikinci bir emre kadar 
    Kaf Dağının ardına gitti 

    Kulağında karanfil taşıyan halkımın oğulları 
    Toplayın çadırlarınızı.Eski zamanlarda olduğu gibi 
    Çığ geliyor.Çağ çöküyor. 
    Gidiyoruz. 
    Dudaklarınıza ninni, ıslık ve destan alın 
    siyah sünnet çekin gözlerinize 
    Alıcı kuş telekleriyle 
    Ki ışısın yaprak yeşili gözlerinize kıstırdığınız 
    farz olan öfke 
    çapraz asın tüfeklerinizi 
    çağın dışına sürdüğü eski masallardaki 
    eşkiya resimleri gibi 
    yurdundan ve yüzyılından 
    kovulmuş çocukların tarihinde 
    gelenek kimi zaman başkaldırma biçimi... 

    Teni tarçın kokulu halkımın oğulları 
    Atlanın.Bizi bekliyor ay akşamları 
    daha yola çıkmadan eksiksiz anlatın çocuklarınıza 
    aklınızda kalanları 
    ağızlık, tesbih ve tabaka bırakın 
    yolları ayrı düşmüş arkadaşlara 
    belki görüşemezsiniz bir daha 
    yükse kuşlar dorukları sever 
    ölümse çıplak kaldığı dağları 

    Atlı bozkırların sararmış hülyalarını 
    eski sözcüklerin yüklü çağrışımlarını 
    yanınıza alın. 
    Sabahı karşılayın her günkü sabahı 
    gülümseyin yüzünüzün sığmadığı kuşlu aynalara 
    mayın diye gömün yüreklerinizi 
    ölülerinizi verdiğiniz toprağa 
    vedalaşın denkleri toplanmış geçmişinizle 
    unutmayın göçmen tarihlerden, yerleşik zulümlerden 
    geçilerek varıldı yüzyılın eşiğine 
    sonra gece nöbetçilerinin yüksek rakımlı yalnızlığını alın 
    yalnızlık kullanışlı bir şeydir, bazen iyi gelir 
    gerektiğinde yalnız olmayı bilmeyenlerin 
    inanmayın beraberliğine 
    sonra sabır.Mazlumların ve bilgelerin bize tarihsel 
    emanetidir, 
    her yerde yeni anlamlarıyla denenir. 
    Ve her çağın hurafeleri vardır 
    kurban alır, kurban verir 
    Geçer devran, takvimler el değiştirir.Gün gelir zulüm de göçer 
    Zaman örter her şeyin üstünü 
    Uzağı gören çocuklar bilir gelecek uzun sürer.... 

    Atlı ay akşamları 
    Sönmüş yanardağlar.Gecenin ormanında 
    ilerleyen ölülerin rüzgarı 
    yanık fısıltılar... 
    gelecek günlerin düşünü kuran 
    kaç tarih çadır kurup sökmüş burada 
    yalnızlık kalmış yadigar 
    bir de gökyüzü 
    gökyüzünün mayınları yıldızlar 
    hem saklar, hem açıklar 
    çoban yıldızı, samanyolu, kervankıran 
    kapı komşumuzdu burada 
    gittiğiniz yerde de parlak mıdır bu kadar? 

    Şimdi menzili yurt tutanlar 
    ne yollar, ne yıllardan geçeceksiniz 
    çiçek atın yenilmiş asilere 
    güvenin her çağda ve her yerde 
    uzakları iyi bilen çocuklara 
    kenar adamlarına, ateş insanlarına 
    birliğiniz dağılmaz göç yollarında 
    ey gurbete çıkmış halklar 

    Atlı ay akşamları 
    kalın şayak bir gece, esiyor rüzgar 
    gidiyoruz geleceği olmayan bir yere 
    ardımız sıra esiyor ölülerin rüzgarı 
    daha şimdiden başka yerlere gömülenlere 
    gidiyoruz kalın şayak bir gece 
    geride ne çadırlar, ne tarih, ne saltanat 
    yalnızca rüzgarın sesi bizi uğurluyor. 

    Ay vurmuş alnına bütün ölülerin 
    yatıyorlar kimsesiz koyaklarda 
    ilk vuruldukları sıcaklıklarıyla 
    sanki dokunsalar birinin omuzuna 
    hep birden, her şeye yeniden başlayacaklar 
    ilerliyor gece, geçiyor ay 
    nesnelerin boşalan dünyasında 
    yer değiştiriyor aydınlık, tarih, mevsimler 
    kimsesiz koyaklarda ölüler ve ay 

    Kulağında karanfil 
    Teninde tarçın 
    Gözlerinde göç var 
    Döner bir gün Anka 
    Kilidinde döner anahtar

    //TELLİ TELLİ

    Telli telli şu telli turna 
    Sanmaki yaralı uçmaz bir daha 
    Takılmış kanadı göçmen buluta 
    Anlatır eski beni şimdiki bana 

    Sakın çıkma patika yollara 
    O dağlara kırlara o karlı ovaya 
    Yenik düşüyor herşey zamana 
    Biz büyüdük ve kirlendi dünya 

    Telli telli şu telli turna 
    Sanmaki yaralı uçmaz bir daha 
    Takılmış kanadı göçmen buluta 
    Döner gelir bir gün konar yurduna 

    Telli telli şu telli turna 
    Ne kalmış buralı göklerden başka 
    Ne kalır yarına bizden sonraya 
    Herşey binip gitmiş uçurtmalara

    //SAMURAY

    Çünkü sen bir samuraysın 
    Çünkü o bir samuray 
    Bir bulmaca gibi çıktın ortaya 
    Parçalarını yanlış yerleştirmişler 
    Ve sen bunun nedenini asla bilmedin 
    Çünkü bir samuraysın çılgın savaşçı 
    değiştirmiyor seni takvimler 
    bir kılıca benziyor öne sürdüğün gövden 
    kaynağı belirsiz bir ışık aydınlatıyor 
    suyun verildiği yeri 
    ve bilmiyorsun kapıların ardında ne var 
    anlamak istemiyorsun seni bekleyeni 
    Çünkü sen bir samuraysın 
    Çünkü o bir samuray

    //SEVGİ

    Senin adın bir çiçek 
    Papatya gibisin 
    Aşkımın simgesisin 
    Benim güzel kadınım

    //SEVGİLİM

    Sevgilim, 
    yetimim benim, 

    aylar nasıl geçiyor zaman hiç geçmezken 

    kapılar kapalı, dünya buzlu cam 
    uyuşmuş gözlerimin önünde 
    hayat akıp gidiyor hiç kımıldamadan 

    ikimizin yerine dinliyorum 
    sevdiğin şarkıları 
    siyah tişörtünü giyiyorum yatarken 
    gömleklerini, kazaklarını, kokunu 
    senin rüyalarını görüyorum ölür gibi uyurken 
    gün boyu elimde kahve fincanı 

    kapıyı açmıyorum 
    telefonlara çıkmıyorum 
    başını bekliyorum geleceği olmayan hatıraların 

    Sevgilim, 
    yetimim benim, 
    nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata 
    öldüğünden haberi yok fotoğraflarının

    //DİZEYE DÜŞEN

    ovulmuşken hayatın bir yerinden 
    Yalnızken, umarsızken 
    Öfkeni dillendirecek bir eylem ararken kendine 
    Diyelim gecelerin o tekin olmayan serüveninde 
    Paranoya kıvamında ilişkiler yaşarken 
    İmtiyazsız karanlıkların suçlu zevklerine 
    Yasağın büyüsüne, hayatın ve gündüzün 
    Öte - yüzüne sığınırken 
    Ve intihar manifestosu gibiyken bütün duyarlıkların 
    Ansızın bir dize gelip takılır diline 
    Bir can simidi gibi en kurtarıcı keyfiyle 
    Bir zaman seninle kalır, yanıbaşında, 
    Zaman içersinde yer değiştiresin 
    Diye kendisiyle bir gönül erincini, 
    en düpedüz anlamıyla yaratmak eylemini 
    Yaşarsın bir dizenin dizlerinde 
    Sonra uzaklaşır senden, 
    Gözden kaybolur 
    Büyümüş, çoğalmış bir şiirin derinliklerinde 
    Ne senledir oysa, hep senledir oysa 
    Gecelerin ötesi dediğin şey 
    Kendin için yaşadığın sinema

    //ANLAŞILMAYAN ŞEYLER

    Kolay bir hüzündür gecenin kovuğundan sarkan 
    Ellerindeki paramparça geçmişin sığ bir gövdesidir yolun ortasında 
    Erken bir gülüşe başlarken (tutanabildiğin yalnızca bir gülüş) 
    Ve sanki (kendinden korkan) bir erken bağlanmışlık varoluş ve tükenişin. 
    Bir görüntü anlatır (sanki) bir yolun, bir yoğunluğun ortasında bal rengi kanı 
    Ve ayrılığın ta içinde biriken küllüğüdür özlemin. 
    Eski, hep eski anlatılmamışlıktır defterlerin. 
    Kuruyan su. 
    Kuruyan uykusu. 
    Ve kan yine de bal rengi derbederliğin.

    //MASKELİ BALO

    Yaredir sinede eski sevgili 
    Eski sevgili eski günler 
    Hayata baksana takmıyor kimseyi 
    Hiçbir şey diriltmez artık geçmişi 
    Yaredir yine de 

    Yaktın gemilerimi 
    Dönüş yok artık geri 
    Tak etti canıma bu maskeli balo 
    Bu maskeli balo 
    Ve onun sahte yüzleri 

    Yaredir sinede eski sevgili 
    Ne yapsan kolay unutulmaz 
    Ağlama geçmişe yaşadık bitti 
    Anılar bizi yalnız bırakmaz 
    Yalnızız yine de

    //SİS ÇANLARI

    ağır yol, uzak yapılar 
    yaklaşmak için yaklaşık tanımlar 
    onlarla çıktık yola 
    yollarda kaldık 
    sis bastı her yanı 
    tutukluk çeken silahlar gibi 
    sözcükler, fısıltılar, mırıldanışlar 
    eksilerek vardık bir yapıya 
    O mu, değil mi? 
    Kim bilebilir şimdi 
    kılavuzlar şehit 
    şehitler hain 
    gözlerimiz karanlık bir pusuda 
    çoğumuz büyümüş, kimimiz ölmüş 
    kendimiz bile tanıdık değiliz artık 
    gözümüzden silinen düşün sabahında 
    önümüzde açılan yeni bir uzay 
    Şimdiki Zamana ait bomboş ve ölü anlar 
    ne başka yer ne başka zaman 
    bizler için hala biryerlerde çalınan 
    sis çanları var 
    belki bir gün buluşur diye 
    aynı ormanda kaybolan çocuklar

    //TERKEDEN

    Kimdi kimdi kalan 
    Giden mi suçludur herzaman? 
    Ne zaman başlar ayrılıklar 
    Dostluklar biter ne zaman 

    Her geçen gün bir parça daha 
    Aldı götürdü bizden 
    Aynı kalmıyordu hiçbir şey 
    Değişiyordu herşey 
    kendiliğinden 

    Artık çözülmüştü ellerimiz 
    Artık bölünmüştü yüreğimiz 
    Birimiz söylemeliydi bunu 
    Ötekini incitmeden 

    Kimdi giden kimdi kalan 
    Aslında giden değil 
    Kalandır terkeden 
    Giden de 
    bu yüzden gitmiştir zaten

    //EŞGAL ÜZERİNE BİR ŞİİR

    Bir omuzuna attığı kolan 
    Bir omuzunda samanyolu 
    nehir yataklarında bir ayağı 
    ötesi görünmüyor kamçılı karanlıkta 
    suları sırtlayıp geçmişti buradan 
    Çolpan yıldızı hangi dağlara düştü? 
    Ergir mi demirdağ? 
    Bıçağın sayada hafifliği boşuna 
    Boydan boya göğsümü geçen yaralı hayvan 
    Adadım yüreğimi ardından giden aya 

    Dilsizim ve adsızım şimdi 
    Aşk diyorlar değil mi buna? 

    ay, saydam kuyu 
    yüzünün yüzüme ettiği zulüm 
    işte çuhaçiçeği, işte kayın ağacı 
    gecikmiş yağmurlardan su içmeye inen söğütler 
    tuzlaşıyor kemiklerim sönen suların üstünde 
    sabrın ilahisini bitirdim, dindi yollarım 
    Görünmez karanlıktan biçtiğim elmas kesim 
    döner dururum hala 
    Bilirsin tenhadır can 
    boynumda asılı ay, söyle kimse geçmedi değil mi buradan?

    //HERKES VE BİRKAÇ KİŞİ

    Yağmur Herkese Yağar 
    Güneş Isıtır Herkesi 
    Mevsimler Herkes İçindir 
    Yalnız Çığ Altında Kalan 
    Sele Kapılan Her Zaman Birkaç Kişi 

    Herkes İçindir Aşk Da Ayrılık Da 
    Yalnızca Birkaç Kişi Ölür Acıdan 
    Eskiden Ölümle Tartılırdı Ayrılık 
    Kiminin Hayatı Yalnızca Unutkanlıktan 

    Her Şey, Herkes İçin Değildir Oysa 
    Kimi Hiçbirşey Ögrenmez Karanlıktan 
    Yalnızlığı Kullanmayı Bilmez Kimi 
    Kimi Ayrılamaz Karanlıktan 

    Yağmur Herkese Yağar 
    Ama Çok Az İnsan Tutar Yağmurun Ellerini 
    Onca Şarkı Onca Film Onca Roman 
    Ama Sevmeye Yetmez Herkesin Kalbi 

    Çığ Altında Kalan Sele Kapılan 
    Aşktan Ve Acıdan Ölen 
    Birkaç Kişi Dünyayı Başka Bir Yer Yapmaya Yeter 
    Aslında Onların Hikayesidir Anlatılan 
    Diğerleri Dinler, Seyreder, Geçer Gider 
    Geçer Gider Herkes 
    Hikayelerdir Geriye Kalan.

    //KİMSE

    zamanı yıllarla tartanlar 
    yanılırlar 
    hiçbir şey tartılmaz başka bir şeyle 
    hatta çoğu zaman kendiyle bile 
    yaşanır, içini tohuma bırakır 
    geçer gider 
    geçmez sandıkların bile 

    hiçbir geçen tartılmaz kalanla 
    neyin kaldığını çoğu kez kendi de bilmezken insan 
    kimse kimse kimse 
    sahi kimse 
    ya da hiç kimse 
    söylediklerimden çok 
    sustuklarım 
    seçtiklerimden çok 
    reddedilmek için 
    ne kadar varsam 
    o kadar kimseyim kendime 

    güç kötü bir şey 
    kaderken de 
    kaldıramazken de 
    güç kötü bir şey 
    güçlüyken de 
    güçsüzken de 
    kaldığın yerden devam etmenin karanlığı 
    benzemiyor hiçbir çaresizliğe 
    kimin kaldığı yer var ki dünyada 
    kaldım sandığın yer 
    bizden geçendir çoğunlukla 
    içimizi parçalaya çoğalta 
    hâlâ gittiğim sona aceleci adımlarla 
    bütün iş birinin dediği gibi, 
    yavaşça acele etmek aslında 

    ölene kadar yavaşla işte 
    ölene kadar yavaşla 
    ne başkalaştırırsan o kadarsın 
    başkalarının imtihanlarından büyük gelecekler umma 

    çaresizlik bile bizden bir başkası yapmaya yetmez 
    bize biçilmiş döngüye katlanırız yalnızca 
    bir bakıma hiçbir yerdeyiz 
    bir bakıma yalnızca buradayız 
    var oluşumuzun ağırlığı altında ezilirken yapayalnız 
    ait olduğunu sandığın bütün grupların içinde yapayalnız 
    reddin imkânları sayım kayıpları yoklama kaçakları 
    sanma ki hayat bizi bekler başka kıyılarda 
    oysa biz buradayız 
    halsiz, kanıtsız 
    yılların neyi tarttığını bile bilmeden 
    kendi gücümüzün altında azala azala 

    kollarımız kadar kulaç kalplerimiz kadar sahil 
    hiçbir adanın almadığı yalnızlarız, 
    tamamlanmamış haritasında 
    define ve varlık 
    geleceğin tarihe dağıttığı kayıplar 
    bir gün birbirini bulmanın umuduyla 

    gölgemizle barışmanın uzun yolculuğu: büyümek 
    kendiyle tanışmayı erteler insan çoğu zaman 
    hayat yanlışlarla kısalır 
    başka biri olarak girdiğimiz bir kapıdan 
    bir diğeri olarak çıkarız 
    gündeliğe katlanmak için başkalarını kandırırken kendimizi yanıltırız 
    içimizi denerken yüzeriz farklı yüzlerle kendi içimizde bile 
    bu yüzden aşk yalnızca bir fikirdir 
    bu sefer gerçekleştirdiğini sandığın bir fikir 
    hep öyle oldu bende 
    hep saklı kaldı içimdeki anahtar 
    ve hep aynı kilitte kırıldı 

    fikirler de zamanla değişir 
    kırıldıkları yerde 
    kırıldıkları yer her şeyi değiştirir 

    zamanla bir şey söylemez artık kırılmak bile 
    sonra başka bir başlangıcın kapısında 
    aynı korkularla kalakalırız 
    daha önce de söylemiştim: 
    kimse yoktur kimsenin kimsesizliğine 
    her şiirin gizi başka bir şiirle 
    açıklar kendini 
    demiştim ya, hep öyle oldu bende 
    böyle katlandım kimsesizliğe 
    o birini ararken bile biliyordum 
    hiç kimse hiç kimse hiç kimse

    //BİR YILIN SON GÜNLERİ

    I. 
    bir yıl daha bitiyor 
    İşte bu kadar duru,bu kadar yalın 
    bu kadar el değmemiş 
    sıradan bir gerçeği daha 
    kolları bağlı hayatımızın 
    bir şiire nasıl dahil edilir bir yılın son günleri 
    her sonda her başlangıçta ve her defasında 
    alır gibi bir başkasını karşımıza 
    perdeler çekip,ışıklar söndürüp 
    oturup yatağın içine bir başımıza 
    sorgulamak kendimizi 
    öğrenmek ikizin anadilini,ikinci belleğimizi 
    öğrenmek kendimizle hesaplaşmanın buzul ilişkilerini 
    bu aynaların dehlizlerinde gezinirken görürüz 
    karanlık günlerimizin kenar süslerini 

    biterken bir yılın son günleri 
    biliyoruz takvimler belirlemez değişimin mevsimlerini 
    gençlik ikindilerini 

    kargınmış bir çocuktuk büyüdüğümüzden beri 

    II. 
    bir yıl daha bitiyor 
    düşlerim,tasarılarım,yarım kalmış onca şey 
    her yıl biraz daha kısalıyor öncekinden 
    bana mı öyle geliyor 
    yoksa daha mı hızlı ilerliyor zaman 
    insan yaşlanırken? 

    III. 
    kırdım mı incittim mi birilerin 
    kimleri kazandım,yitirdiklerim kimler? 
    kendimi yineledim mi yazdıklarımda? 
    yeniden düşünmeliyim 
    dostluklarımı,ilişkilerimi 
    dağınık yatağım,mutsuz yatağım 
    çoğalttın mı eksiklerimi 
    gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı 
    yitirdim mi yoksa masumiyetimi? 
    borçlarımı ödedim mi? 
    doğru seçtim mi soruların fiillerini? 
    tırnaklarım kesilmiş,dişlerim fırçalanmış,saçlarım taranmış, 
    giysilerim ütülü,odam düzenli mi? 
    ödünç aldığım kitapları geri verdim mi? 
    geri verdim mi aldıklarımı: 
    aşkları,dostlukları,sevgileri,güvenleri,bağları 
    kitaplara,sayfalara,satırlara borcumu ödedim mi? 
    yokladım mı duygularımı 
    hala sevebiliyor muyum insanları? 
    ovmalı gümüşlerimi,bakırlarımı,cila geçmeli ahşaplarıma 
    ovmalı umutları 
    saklı tutumalı gelecek inancını,yarınları,eksik etmemeli ağzımızdan 
    hançer kıvamındaki karamizah tadını 
    şimdi oturup uzun bir hasretlik mektubu yazmalıyım Yavuz'a 
    sonra köşe başından bir demet çiçek alıp öyle başlamalıyım akşama 
    yeni bir yıla 
    ama nedense her şeyin tadı dağılıyor ağzımda 
    bir sap çiçek mi taşısam yoksa ağzımın kıyısında 
    aydınlık rengi vursun diye gözlerimdeki buluta

    //AŞK ÖZETİ

    zaman zaman anlardın 
    aşk özetini 
    zamanın içinde aşk olmasaydı 
    böyle yanmazdın 
    böyle serzenmezdin 
    aşk özetinde seni 
    seni 
    bulmazdım....

    //AŞK YENİDEN

    Aşk yeniden 
    Akdenizin tuzu gibi 
    Aşk yeniden 
    Rüzgârlı bir akşam vakti 
    Aşk yeniden 
    Karanlıkta bir gül açarken 

    Aşk yeniden 
    Ürperen sahiller gibi 
    Aşk yeniden 
    Kumsalların deliliği 
    Aşk yeniden 
    Bir masal gibi gülümserken 

    Gözlerim doluyor 
    Aşkımın şiddetinden 
    Ağlamak istiyorum 
    Yıldızlar tutuşurken 
    Gecelerin şehvetinden 
    Kendimden taşıyorum 

    Aşk yeniden 
    Bitti artık bu son derken 
    Aşk yeniden 
    Aynı sularda yüzerken 
    Aşk yeniden 
    Rüya gibi bir yaz geçerken 

    Aşk yeniden 
    Unutulmuş yemin gibi 
    Aşk yeniden 
    Hem tanıdık, hem yepyeni 
    Aşk yeniden 
    Kendini yarattı kendinden

     

     

    ...

    Şiirle kalınız sevgili okur...

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.