Şule Gürbüz, 1974'te doğmuştur. Yazar ve mekanik saat ustasıdır.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin sanat tarihi bölümünden mezun oldumuştur ve Cambridge Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almıştır.
Sonraki süreçlerde Dolmabahçe Sarayına sanat tarihçisi olarak girmiştir. Saraydaki bütün saatlerin bozuk olduğunu fark edince saraya zaman zaman gelen ve saat tamir ustası olan Recep Gürgen’den mekaniksaat tamiri işinin inceliklerini öğrenmiştir.
Milliyet gazetesinden Mehmet Kenan Kaya ile söyleşisinde mesleğe başlama sürecini şöyle anlattı:
"Ben Milli Saraylar'a sanat tarihçisi olarak girdim. Başladığımda bana çalışabileceğim bölümleri sıraladılar ve hangisini istediğimi sordular. Ben de saat bölümünü seçtim. Ötekilerin yanında daha cazip geldi. Aslında benim işim başta bir araştırmacı olarak saatlerin envanterini falan çıkarmaktı ama onlara yakından bakınca mekanizmalarını çok merak ettim. Bu yüzden bir dönem saraydaki saatleri de tamir etmiş olan Recep Usta'yı yalvar yakar ikna ederek onun çırağı olmak istedim. Ama bu, öyle böyle bir istemek değil. İşten bile ayrılacaktım ikna edemeseydim. Neyse ki sonunda kabul etti."
Recep Gürgen ile birlikte 26 Eylül 2003’te Dolmabahçe Sarayı'nın iç hazine binasında bulunan Türkiye’nin ilk ve tek saat müzesini kurmuştur.
Şule Gürbüz, hâlen Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı bünyesindeki Saat Restorasyon Atölyesi'nde mekanik saat tamir ustası olarak çalışmaktadır. Kendisi de saat koleksiyonu yapan Şule Gürbüz, 35 kadar saatten oluşan bir saat koleksiyonu sahibidir.
Konservatuarda müzik eğitimi de alan, viyolonsel ve kilise orgu çalabilen Gürbüz, Elektronik eşyalardan ve bilgisayardan hoşlanmadığını ifade etti:
"Elektronik hiçbir şey beni ilgilendirmiyor. Bilgisayar kullanmayı bile bilmiyorum. Hiç ilgimi çekmiyor böyle aletler. Dokunasım gelmiyor. Bir tek arabaları seviyorum, onlar da mekanik zaten."
Şule Gürbüz, bilgisayar, dolayısıyla çevrimiçi ve sosyal medya iletişim ağlarını kullanmamaktadır.
Eserleri:
Kambur, 1992 İletişim Yayınları, ISBN 978-9754703139
Ağrıyınca Kar Yağıyor, 1993, Mitos Yayınları, ISBN 978-9757468738
Ne Yaştadır Ne Başta Akıl Yoktur, 1993 Mitos Boyut Yayınları, ISBN 978-9755080642
Zamanın Farkında, 2011 İletişim Yayınları, ISBN 9789750509292
Topkapı Sarayı Saat Koleksiyonu: Dünyanın Kıskandığı Saatler, 2011, TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı Yayınları, ISBN 9786055495183
Coşkuyla Ölmek, 2012 İletişim Yayınları, ISBN 9789750511080
Öyle miymiş?, Mart 2016, İletişim Yayınları, ISBN 9789750518997
Ödülleri:
2011 Türkiye Yazarlar Birliği Kamu Yayıncılığı Ödülü (Saat Kitabı)
2012 Oğuz Atay öykü ödülü (Zamanın Farkında)
Hakkındaki yayınlar:
Andaç, Feridun. “Yaklaşımlar: Selçuk Baran’ın Arjantin Tangoları adlı kitabı ile Şule Gürbüz’ün Kambur isimli Kitabı Üzerine” Hürriyet Gösteri 156 (Kasım 1993)
Mehmet Aydın, Ne Yazıyor Bu Kadınlar, Ankara, İlke Kitabevi, 1995. s. 316.
Tanzimattan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi, İstanbul, YKY, 2010.
Şule Gürbüz'den Alıntılar:
//Bir büyük oyun var etrafımda oynanan; bir de küçük, benim oynadığım. Yine de ayaktayım çoğu zaman.Hiçbir şeye inanmıyor, yine de yaşıyorsam , bu oyun değil de nedir?
//Doğmak istemiyordum -bazen yok olmayı dilesem de...
//Tanımakla görevlendirildiğim kişi ben miyim?
//Hayran olduğum şairler boş bulunduğum bir an beni arkamdan bıçaklayanlardır. Yüzüm dönük olsa, bunu kimse beceremez.
//Bardağı elime aldığımda sarhoş oluyor, içince ayılıyorum. Çakırkeyif olmak için ne yapmalıyım?
//Bir şeylerin, insan soyunun devamı olmak beni öyle sıkıyor ki...
//Güven, güven, güven...
Güvendiğim tek şey, bir gün ölecek olmam.
//Daha sakin yaşamalı, günlerimi daha boş geçirmeliyim -kendimden utanıyorum.
//Bir su kaplumbağasının kafasını çekip koparabilmeli, insan olmak için.
İnsan ara sıra evini yakmalı -ve çıkıp seyretmeli.
//Ve hiçbir şeye şaşmıyorum -her şey bilindik diyordum ya; bu da doğru değil. Ben dünyaya olup biteni hayretle izlemeye ve şaşırmaya gelmişim - durmadan şaşırmaya...
//Ama ne söylersem söyleyeyim, ne çalarsam çalayım, bu kamburu yüklendiğim için oyunbozan oluyorum.
//Yine söylemek istediğim bunlar değil-
Ve tüm ağıtlar gibi bu da iğrenç.
//bazı şarkı sözleri yaşarken hiç duymadığım bu sözler bana dünyanın en acı ama en can alıcı hakikatleri gibi geliyor, bazı an ve sözlerde kalbimin paramparça olduğunu, ölmek istediğimi duyuyordum. Günlük hayatımda duyduğum sözleri ifadeleri ise tiksintiyle karşılayacak kadar uzak, manasız ve çirkin buluyordum.
//kendini bir kez çıplak gözle görebilse insan bir bakabilse yapamadıklarına değil bu hali ile yapabildiklerine şaşar. Bir kez gerçekten görebilse olmuşu, verilmiş, olabilecek her şeyin aşinası olur artık, aşinası olunan artık tiksinilen ve inleten değildir. sadece kime ne kadar gösterileceğinin tedbiri alınır
//Bir günü daha bitirmenin sevincini, yarına başlıyor olmam yarıda bırakıyor.
//Hayat felsefesi yoktur - hayat vardır. Hayat felsefesi insanın bunu örtbas etmek için uydurduğu sözlerdir.
//Yaşama hoyratça davranmaya alışkınım; çünkü bozuk para gibidir. Edepsizce değil ama, yine de harcamak gerekir; yoksa, tedavülden kalkabilir.
//Kaybolma isteğim kaybolduktan sonra, itiraf etmeliyim ki, başka birkaç isteğim daha oldu. Ama bunlara hiç yanaşmadım; elde etmek için uğraşmadım. Hâlâ isteyebildiğim bir şeylerin bulunması, içimde böyle şeyler saklayabilmem, hoşuma gidiyordu. İstesem elde ederdim, deme şansım da var. Ve ben, beğendiği şeylere el atmayan, hemen o yığınlardan birine katmaya çalışmayan insanları erdemli bulurum. Başka çarem de yoktur.
//Akıl ideale varamayınca, hicve varıyor. Günün en güzel saatleri akşam altı-yedidir diyordum; sanıyorum bu da doğru değil. Sonbaharı da (sahip olamadığım tek mevsimimi; yani, yaşamımı) yine elimden kaçırdım. Gerilerden konuşuyorum, sık sık (getirdiğim bir şey olmamasına rağmen). Bazen de öne geçmeyi deniyorum, ve nereye baksam, yaşamım değil gördüğüm. Bunu doğruluyor bir başka yüzüm. Kendimi ve sesimi suya düşürdüğüm yeri ve zamanı bile hatırlamıyorum. Bir yankı olarak kalıyorum suyun üstündeki aksimle - bir gün silivermeyi düşlediğim... Yaşamım bir can çekişme süresi-ni bilmediğim. Ve hiçbir şeye şaşmıyorum - her şey bildik diyordum ya; bu da doğru değil. Ben dünyaya olup biteni hayretle izlemeye ve şaşırmaya gelmişim - durmadan şaşırmaya... Ama ne söylersem söyleyeyim, ne çalarsam çalayım, bu kamburu yüklendiğim için oyunbozan oluyorum. Yine söylemek istediğim bunlar değil - Ve tüm ağrılar gibi bu da iğrenç. Bir günü daha bitirmenin sevincini, yarına başlıyor olmam yarıda bırakıyor.
//Aldatılmada insandan umudu kesmenin eşsiz huzuru vardı. İnsandan kesilen umut tanrıya yaklaştırıyordu.
//Beni hiç anlamayacaktı. Olsun anlamasın. Anlasa beğenmezdi zaten, kim anladığına kıymet vermiş ki, anlamak küçümsemektir biraz da. Buna da talip değilim.
//Kalbin saklı olduğu yer iyi ki böyle derinde. Acaba beni görüyorlar mı? Acaba bu insanların hiç kalpleriyle işleri oldu mu, kalbin her an soyulmuş hissinde olması nasıl biliyorlar mı, herkesin kalbi bu kadar nasıl biliyorlar mı, herkesin kalbi bu kadar oynak mı, bu kadar kendini bilmez mi, kalp şımarmak mı istiyor, yatışmak mı, bunu nasıl öğrenebilirim?
//Kimin ne olduğunu eskisi gibi bir bakışta sezemiyordum. Benim yetişme çağımda Avrupa'ya gidip gelen çok seyrek gençlerden başka küpe falan takan yoktu. Şimdi yer sofrasından doğrulup keteyi elinden bırakanın kulağı küpeli. Ortaokuldayken bir arkadaşım yazın bir haftalığına İtalya'ya gitmiş gelmiş, ancak geldikten sonra bir daha buralara ayak uyduramamıştı. Annemle bir keresinde Nuruosmaniye'de gezerken bir turist bir şey sormuş, kimse adamın derdini anlamamış, telaşla imdat ararken boynunda rengarenk bir fularla gezen kırantadan bir adam görmüş Hah bu bilir, demiştik. Fularlı deyyus bir kelime edemeyince toplanan kalabalık Niye peki böyle beş dil biliyor gibi giyindin, fularındaki renk kadar hünerin olduğuna vehmettirdin? deyince adam kıvrak bir kaçışla kıvrılıvermişti.
//Belli, ne olduğunu bilmediğimiz ama hele dar zamanda hele en anlamadığımız zamanlarda dilimizin altına yuva yapmış bir yalan gibi çıkarıp işini gördürüp yerine sakladığımız kelimelerimiz, cümlelerimiz var.
//Yaşamda biraz gizem var -onları yazmıyorum. Biraz da başka şeyler var -onları da yazmıyorum. Evet, hiçbir şey yapmıyorum; çünkü, yeteneklerimi harcamak istemiyorum -daga fazla da zorlamayın; bırakıyorum işte. .....................................................
Yorum Bırakın