İskandinav mitolojilerinden, Kızılderili inancına kadar her kültürde rastlayabileceğimiz Vahşi Av motifi her zaman dikkatimi çeken mitlerden biridir. Peter Nicolai Arbo'nun 1872 yılında tamamladığı ''Åsgårdsreien'' ya da ''The Wild Hunt of Odin" adlı bu muhteşem eser, en ünlü Vahşi Av betimlemelerinden biridir.
Gökyüzünde koşan hayalet atlılar ve koruyucu ruhlara dayanan bu inanç, başta İskandinav, Çerkez, Hint, Japon, Kızılderili ve Kelt mitolojileri olmak üzere Kuzey Yarımküre'deki pek çok kültürde görülmektedir. Odin, Freyr ve Asgardlılar ile Elfler ve Valkürler, bu geleneğin kuzeydeki temsilcilerindendir. Bu av aslında dişi bir tanrıça figürünün (Freya, Morrigan, Frigg, Kibele, Umay, Ayzıt (Setanay Guaşe gibi) liderliğinde gerçekleşmektedir ve liderlik eden erkek karakterler de bu tanrıça ya da dişi ruhun eşi olarak yer alırlar. Bu liderin mutlaka vahşi doğa ve hayvanlar ve bitkilerle bağlantısı olması gerekmektedir. İngiltere'de Sherwood ormanında yaşayan Robin Hood ve Neşeli Adamlar Çetesi bu efsaneden esinlenmiştir. Kral Arthur, Merlin, Yeşil Şövalye ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri de bu efsanenin Kelt versiyonunun izlerini taşımaktadır. Kelt mitolojisinde, Tuatha De Danaan halkının ve perilerin de katıldığı ordu, hayalet ve peri tazılarıyla birlikte Annwn ve Tir-Nan-Og'dan gelmektedir. Hindistan'da Vişnu, Parvati, Şiva ve onun bir formu olan Rudra Vahşi Av'la bağlantılıdır. Japonya'da İnari, Ukemoçi ve Yuki-Onna bu ruhları yönetmektedir. Türklerde Umay, Oğuz Han, Alp Er Tunga ve Asena gibi figürlerle ilişkişidir. Hayalet Ordu, Trak ve Frig efsanelerinde Kibele, Sabazios, Zamolxis ve Attis liderliğindedir. İnanış, Orta Avrupa'da gezgin Rübezahl ve Frau Holda hikâyelerinde de yaşamaktadır. Antik Şamanizm'e dayanan bu inanışa göre mevsimsel gündönümü gecelerinde, aslında düzeni ve aydınlığı temsil eden ata ruhları ve ilahi figürler gökyüzünde ya da dünyalar arasındaki sınır bölgelerinde kötülük yayan karanlık varlıklarla mücadele ederler. Bu mücadele de atlardan başka ayrıca kurtlar ve tazılarla birlikte geyik ve koç gibi hayvanlar ve kuzgunlar gibi haberci kuşlarda bu ilahi figürlere yardım etmektedir. Bu figürler ayrıca Psikopomp (Ruh taşıyıcı) olarak yeni ölmüş kişilerin ruhlarını ve hayaletleri alıp öbür dünyaya taşımaktadırlar. Eski şamanlar gündönümlerinde bazen korkunç kostümler giyip kötü ruhları korkutup kovmaya çalışmış ve törensel danslar yapmışlardır. Bazı şamanlarınsa trans halinde bedenlerini terk edip Vahşi Av'a katılıp bulutların üstünde at sürdüğü anlatılır. Kabil, Herod gibi figürler bu ava eklenmeye çalışılmış, Mahşerin dört atlısı sembolüyle birleştirilmek istenmiştir. Buna rağmen efsanenin orijinal versiyonu hayatta kalmış, ava Melek Cebrail ve Aziz Nikola gibi figürler de eklenmiştir. Odin ve Freyr uslu duran ve kış gündönümü gecesi ruhların atları için yem bırakan çocuklara çeşitli hediyeler ve ayrıca sağlık ve umut getirdiği için Aziz Nikola'yla kolayca birleştirilmiş, böylece bugünkü Noel Baba efsanesi oluşmuştur. Benzeri bir figür efsanenin Altay versiyonundaki Ayaz Ata'dır. Bir diğer benzer gelenek İslam coğrafyasında Hızır inancı ve Hıdırellez bayramında bulunmaktadır. Hristiyanlıkta Hızır inancı Aziz George'la özdeşleştirilmektedir. Bu efsane Orta Asya kökenli göçebe halkların inançlarına dayandığı düşülmektedir.
Bu efsane de denizlerde de geçen şekildeki versiyonları da bulunmaktadır. Denizde geçen versiyonlarındaki Kharon benzeri ruh taşıyıcılar ve hayaletler Davy Jones'un dolabı ve Uçan Hollandalı efsanesine de ilham vermişlerdir.
İskandinav Kültüründe Geçmişten Günümüze Vahşi Av
''Oskorei'' olarak da bilinen Vahşi Av, bir zamanlar Kuzey, Batı ve Orta Avrupa'nın çoğunda yaygın olan birçok efsanede ortaya çıkan eski bir halk efsanesidir. Germen ve İskandinav toplumlarında bugün bu inançtan çok az şey kalsa da Vahşi Av'ın biçimi, geleneğin bulunduğu coğrafi konumların her birinde değişen ortaçağ sonrası folklordan da bilinir. Ancak hikayenin temel fikri genel olarak aynı kaldı; ürkütücü bir lider, sürüler halinde cehennem köpekleri ve bir karanlık ruh sürüsü eşliğinde, bazı efsanelere göre 31 Ekim'de başlayıp on iki gece gökyüzünü ve karayı süpürürler. Geçişlerine uluyan köpekler ve şiddetli rüzgarlar eşlik eder. Fırtınadaki kara biniciler; valkyrieler, berserkerlar ve anavatanlarına dönen eski savaşçıların tanımlanamayan kayıp ruhlarıydı. Ölülerin kayıp ve başıboş ruhlarını toplamak için yola çıkarlar ve onları özellikle kış gündönümünde, ruhların yürüdüğü ve karanlığın güçlerinin en güçlü olduğu on iki gecede eve götürürler. Avın yoluna çıkan ya da onu takip eden ölümlüler kaçırılıp ölüler diyarına götürülebilir. Hatta uyuyan insanların ruhlarını uykuları sırasında süvariler tarafından çekilebileceğine inanılır.
''Wilde Jagd'' by Johann Wilhelm Cordes - 1856
Vahşi av her kültürde farklı biçimlerde anlatılsa da bir tema herkes için ortaktı. Vahşi Avı görmenin çok kötü bir alamet olduğu, genellikle savaş ve ölümün yakın olduğunu önceden bildirdiğine inanılırdı. Avı gören ve onunla alay eden insanların lanetlendiği ve gizemli bir şekilde ortadan kaybolduğuna inanılıyordu. Odin'in avı geldiğinde, birçok bölgede havanın değişmesi anlamına geliyordu ama aynı zamanda savaş ve huzursuzluk anlamına da gelebilirdi. Ancak Odin’in isimlerinden biri “dilekleri gerçekleştiren, hediyeler veren” anlamına gelen Oski’dir. Odin’in Vahşi Av sırasında gökyüzünü boydan boya Sleipnir üzerinde geçerken evin bacalarından inip çocuklara hediye bıraktığına inanılır. Yule zamanı (antik bir pagan kış festivali) çocuklar, sekiz bacaklı at Sleipnir, Odin’le birlikte gökyüzünde ilerlerken yorulup karnı acıkır diye botlarının içine adak olarak havuçlar, kamışlar, samanlar koyup bu botları bacaların, şöminelerin altına koyarlar. Odin, Noel Baba’nın şömineden inip çorapların içine hediyeler bırakması gibi, şömineye gelip bu adakları alır ve onun yerine botların içine çocuklar için hediyeler bırakır. Yetişkinler de 23 Eylül’de (Mabon) hasat zamanında özellikle ayırdıkları ekinleri tarlalarına götürüp Odin ve Sleipnir için yakarlar. Bunun karşılığında Odin’in, Vahşi Av o tarlalar üzerinden geçerken oraya bolluk bereket verdiğine inanırlar.
Odin'in Vahşi Avı
Odin (Wotan, Woden) savaş, bilgelik, gökyüzü, kehanet, fırtına tanrısıdır. Odin aynı zamanda Vahşi Av'ın lideri olarak bilinir. Odin'in avına olan inanç, özellikle İsveç'in Götaland bölgesinde çok yaygındır. Odin'e olan inançların putperest zamanlardan günümüze kadar bölgede güçlü bir konuma sahip olduğu görülmektedir. Ancak İskandinav etkisinden uzak bölgelerde de Vahşi Av gelenekleri vardı. Vahşi Av'ın teması Avrupa ve Amerika'da da yaygındır; hem paganizm hem de Hıristiyanlıkta ''Cehennem Köpekleri'' gibi birçok Vahşi Av motifleri bulunur.
''Åsgårdsreien'' (The Wild Hunt of Odin) by Peter Nicolai Arbo - 1872
Vahşi Av ve onu yöneten kişi birçok isimle bilinir. ''Oskorei'' kelimesi İskandinavya'dan geliyor ve İskandinav tanrılarının lideri tarafından yönetilen bir savaşçı grubu olan 'Odin'in vahşi avına' atıfta bulunuyor.
Tüm iskandinav mitolojisinin babası olan Odin, bazı bölgelerde karanlık ve tehlikeli bir efsaneye dönüştü. Batı İsveç'te, Odin'in pazar günleri avlanan ve bu nedenle zamanın sonuna kadar doğaüstü varlıkları avlamaya ve öldürmeye mahkum olan bir asilzade ve hatta bir kral olduğuna inanılmıştır.
Avusturyalı folklorist Otto Hofler, kitaplarında vahşi avın fırtınaların, gök gürültüsünün veya kuş sürülerinin mitolojik bir yorumu olmadığını, iskandinav gizem kültlerinde büyük önem taşıyan mitoloji ve folklor, efsane ve gerçeklik birliği olduğunu kanıtlayabildi. Mitoloji her zaman sosyal ve politik bir amaca hizmet etmiştir ve anlamlar zamanın ihtiyaçlarına uyacak şekilde değişir. Naziler, Almanya'daki milliyetçi duyguları uyandırmak için bir bakıma vahşi av efsanesini de birebir şekilde kullandılar. Vahşi av gibi efsaneler, doğal ölüm ve yenilenmenin basit anlamlarına sahiptir, ancak faşist amaçlara kolayca uygulanabilir. Leni Riefenstahl'ın "İradenin Zaferi" filminde bir metafor olarak Vahşi Av'a liderlik eden reenkarne Odin, Adolf Hitler olarak gösterilmiştir.
Black Metal'de Vahşi Av
Kuzeyde, kış geceleri ne kadar uzun olursa, şeytani ruhları uzaklaştırmak ya da donmuş toprakta uyuyan doğayı uyandırmak için şeytani ayinlerin daha vahşi ve daha acımasız olması gerekiyordu. Çoğu zaman efsaneler, at toknaklarının, ulumaların ve rüzgarın sesi dışında sık sık gürültülü, vahşi bağırışlara dönüşen bir müzikle yaklaşan Vahşi Av'ı anlatır.
Alman dili ''Heidenlarm'' terimini kullanır, 'pagan gürültü' birçok pagan kutlamada olduğu gibi Vahşi Av'da da önemli bir rol oynamıştır. Kükreyen demir zillerin ve diğer yüksek sesli vurmalı çalgıların antik alaylarda çok kullanılır. İnsanları kendinden geçmiş bir duruma sokmanın en etkili yollarından biri, dans, müzik ve gürültü ile kendinden geçmişliğe ulaştıran enstrümanlarının kullanılmasıdır. Alman tezahürlerinde, göçebe, kendinden geçmiş kurt savaşçıları olan Heruli, kendilerini Wodan'a (Odin) adadı, karanlıkta düşmanlarına saldırmak için kendilerini siyaha boyadı. Kılık değiştirmeleri, davranışları ve maskeleriyle, insanları değil doğaüstü varlıkları temsil ettiklerini göstermek istiyorlardı. Mümkün olduğunca ürkütücü ve kabus gibi giyinmeye çalıştılar. Korkunç gözleri, büyük beyaz halkaları vardı ve kömürle boyanmışlardı. Oskorei'nin kılık değiştirmiş üyeleri seslerini değiştirdiler ve kendilerine sahte isimler verdiler.
Tüm bu özellikler aynı zamanda İskandinavya'da ve hepsinden önce Norveç'te 90'lı yılların başında ortaya çıkan Black Metal müziğinin de unsurlarıdır. Şaşırtıcı bir şekilde, bu kadar küçük bir ülke için Norveç'in Black Metal'e katkısı çok büyüktü ve türün en saygın albümlerinin çoğu bu küçük İskandinav ulusunun yeraltı sahnesinden geliyordu. Black metal, baskın bir şeytani temaya veya içeriğe sahip metal anlamına geliyordu. Ancak birçok şarkı İskandinav mitolojisi, dinsizlik, Hristiyanlığa karşı mücadele ve kısmen de bugün Avrupa yaşamının tüm alanlarını etkileyen Amerikanlığa karşı mücadele ile ilgilidir. İskandinav kozmolojisi bu müzikte hala etkilidir. Saf Black Metal, her şeyden önce, elektronik olarak geliştirilmiş, pagan gürültüdür. Müzik güçlü, şiddetli, karanlık ve kasvetli; Norveçli dışavurumcu ressam Edward Munch'ın ünlü eseri ''The Scream'' (sol altta) bir black metal albüm kapağına iyi uymuştı. Bu Darkthrone'un, ''Transilvanian Hunger'' kapağını "The Scream" ile karşılaştırırsanız, çok fazla görsel benzerlik var.
Birçok Black Metal müzisyeni yüzlerini şeytani siyah-beyaz yüz boyalarıyla boyar, eski İskandinav kıyafetleriyle giyinir veya kendilerini ölüm ve Satanizm amblemleriyle süslerler. Siyah-beyaz korkunç yüz makyajı Black Metal üniforması haline geldi. Black Metal'de de sadece birkaç müzisyen gerçek isimlerini kullanıyor; birçoğu İskandinav tarihinden takma adlar alıyor.
Black Metal, öncelikle İskandinav şehirlerinin ve kırsalının yeraltı kurtadam kültürü olarak başladı. Sahnedeki gruplar birbirlerinden etkilendi. Vahşi Av, Kurt Adam Romantizmi ve dünyaya karşı Norveç isyanıydı. Bugün black metal gruplarının büyük çoğunluğu seslerini 90'lı yılların başlarındaki Norveçli gruplara borçludur. Vahşi av efsanesi, Black Metal'in yeniden canlandırılması gereken ateşinin bir hatırlatıcısıdır.
Vahşi Av, Black Metal ve Kiliselerin Yakılması...
Vahşi Av folkloru ile 1992'de Norveç'teki birçok kilisenin yaklıması arasında garip bir bağlantı var. Bazı Black Metal müzisyenleri bu yıkımları, yüzyıllar önce kutsal ormanları yok etmek ya da Hıristiyanlaştırmak için benzer şiddet yöntemlerini kullanan Kristianity'nin kötü niyetli büyüsüne karşı intikam eylemleri olarak görüyorlardı. Black Metal'in ilk zamanlarına baktığımızda şarkılarını İskandinav ifadeleriyle süsleyen birçok black metal müzisyeni var ve kayıtları, sembollerin manevi geçmişi hakkında ciddi bir çalışma yapmadan Ygdragsyl ve Mjollnir'in rünleri ve görüntüleri ile kaplanıyor. Birçoğu için İskandinav kozmolojisi kozmetik makyajdan ibarettir. Fakat bunu ciddiye alan, İskandinav mitolojisini çalışmalarında zihinsel bir öz saygı ve direniş tutumu ile birbirine bağlayan, onları ''Nordic Nietzscheanisminde'' birleştiren başkaları da var. İskandinav inancını ve dünya görüşünü çok ciddiye alanlardan biri şu an 49 yaşındaki Varg Vikernes'tir.
Varg Vikernes, en etkili black metal müzisyenlerinden biriydi. Kont Grishnackh adını kullanarak 1991 yılında Burzum adlı müzik projesini kurdu. J.R.R. Tolkein'in ''Yüzüklerin Efendisi'' eserinden ''karanlık'' anlamına gelen bu ismi ve takma adını keşfetti ve gençliğinde onu çok etkiledi. Varg Vikernes'in şarkıları rüyalar, vizyonlar, geçmiş, ışık ve karanlık, kış ve savaş hakkındadır. Karanlık bir atmosfere sahip olan şarkıları neredeyse psychedelic bir etkiye sahiptir. Bazı kompozisyonların ağırlığında ve karanlığında, bazı bilinçaltı melodileri ancak bu eserleri birkaç kez dinledikten sonra anlayabilmek mümkündür. Vikernes'in şarkı yapısına karşı isyanı kesinlikle türünün ilk örneği değildi. Ancak tüm dünya Vikernes'i başka bir olayla tanıyacaktı...
1992 yılında bir röportajında kilise kundaklama olaylarıyla ilgili, ''Bunu yapmış olsaydım pişman olmazdım. Kiliseleri, gururlu dinsizliğin gülünç Hıristiyanlığa geçişi sırasında inşa edildi. Onları yok ederek yeni bir başlangıca başlarız. Ben kendim hiç kilise yakmadım. Ama bunu yapan ya da yapan herkesi selamlıyorum. Dinsiz topraklarımıza bir Hıristiyan tapınağı inşa eden kişi Odin topraklarına saygısızlık ediyor.'' açıklamasında bulunmuştu. Hatta röportaj sırasında Alman gazeteciye kundaklama olaylarında yer aldığını itiraf etse bile hiçbir kanıt bulunamadığı için serbest bırakılmıştı. Bu olayın ardından Mayhem'in eski vokalisti Euronymous, beyaz t-shirtler giyerek black metal adına özür açıklamaları yapmış ve kayıt şirketini kapatmak zorunda kalmıştı. Bunun üzerine 10 Ağustos 1993 gecesi Vikernes, Euronymous'u Oslo'daki dairesinde bıçaklayarak öldürdü. Vikernes, 15 yıl hapis yattı ve 2009 yılında şartlı tahliye edildi.
Diğer Kültürlerde Vahşi Av
Farklı kültürlere baktığımızda farklı bir halk hikayesinde, liderin 1521 veya 1581'de ölen yarı tarihi bir figür olan Hans von Hackelnberg olduğu belirtiliyor. Bir yaban domuzu öldürdüğü ve daha sonra yaban domuzu dişi tarafından ayağından yaralandığı ve zehirlenerek öldüğüne inanılıyor. Öldüğünde cennete girmek istemediğini, bunun yerine avlanmak istediğini ilan etti. Dileği yerine getirildi ve gece gökyüzünde avlanmasına izin verildi ya da belki de lanetlendi. Masalın başka bir versiyonunda, günahları için ceza olarak Vahşi Av'a liderlik etmeye mahkum edildiği var.
Galler’de, liderin Gwynn ap Nudd veya Ölülerin Efendisi olduğunu iddia eden hikayenin başka bir varyasyonu var. Bu versiyonda, Ölülerin Efendisi’nin ardından kan kırmızısı kulaklı bir av köpeği sürüsü geliyor. İngiltere’de, kırmızı olan kulaklı aynı beyaz tazılar efsanelerde görülür. Gabriel'in av köpekleri olarak adlandırıldılar ve onların kıyamet habercisi oldukları bilinirler.
Alplerde, Vahşi Av'ın ''Perchta'' tarafından yönetildiğine inanılıyordu. Perchta, Kış Tanrıçası ve ”Hayvanların Hanımı"dır. Aynı zamanda eski Alman av kültürlerinde hayvanların ve doğanın koruyucusudur. Muadili Frau Holda gibi, yılın karanlık zamanı, cadılar ve Vahşi Av ile ilişkili olan doğaüstü doğum ve evcil hayvan matronu gibidir.
Avcı Herne
Sadece Britanya'da, bölgesel mitolojiye ve kültüre dayanan Vahşi Avın birçok versiyonu vardır, ancak en ünlülerinden biri Avcı Herne'dir. Boynuzları ve adı onu, hayvanların boynuzlu bir efendisi olarak kıta Avrupası'ndan İrlanda'ya uzanan ve farklı bölgelerde değişen ve yaygın bir tarikata sahip olan daha önceki Kelt tanrısı Cernunnos ile ilişkilendirir. Başlangıçta, ormana musallat olan boynuzları olan hayalet bir figür olarak görülüyordu.
Windsor'un Şen Kadınları'nda, Bard, kendisini Herne'nin hayaletine övüyor ve Windsor Ormanını anlatıyor:
Avcı Herne'in eski bir hikayesi var.
Bir zamanlar Windsor ormanında bekçilik yaparmış.
Derler ki, bu avcının geyik başlı hayaleti,
Kış boyu, tam gece yarısı olduğunda,
Bir meşe ağacının etrafında dolaşır,
Büyük, çatal boynuzlarıyla ağaçları paralar, hayvanları büyüler,
Süt ineğinin memesine, süt yerine kan sürer,
Ve zincir şakırdatarak insanların tüylerini ürpertirmiş.
Siz de bu cini duydunuz ve bilirsiniz.
Batıl inançlı eskiler
Bu avcı Herme masalını çok anlatırlar.
— William Shakespeare, The Merry Wives of Windsor
Modern dönemde, Herne, Cernunnos ve diğer boynuzlu tanrılarla sıklıkla yan yana anlatılır. Sakson etkisiyle harmanlanmış bir hayalet hikayesi olarak, bir ölçüde şüpheli kökenlerine rağmen, bugün onu kutlayan pek çok Pagan var.
Türklerde Vahşi Av Motifi
Avrupa’da, “gökyüzünde koşan atlılar” olarak özetleyebileceğimiz motif ve folklorik çeşitlemeleri, gayet yaygın. Hatta o kadar derinlemesine işlenmiş bir motif ki, girişte değindiğim üzere, Amerika’ya dahi taşınmış. Cermenik mitolojiden alıntı bir motifin çeşitlenmesi, bozulması ya da yeniden işlenmesi gibi yollarla farklılaşmış ancak kökende aynı olan bu fenomen, Avrupa’nın çeşitli halklarının mitolojisi ve irfanında kendisine yer bulmuş. Bu motifin Türk mitolojisindeki kökenlerini araştırırken aramamız gereken, “atlı” ile özdeşleşmiş bir “tanrısal varlık” [deity] ve uçabilen at motifinin kökleridir. Bu öncülleri sağlayan yer ise, Hint-Avrupa, Kafkas ve Türk mitolojisinin harmanlandığı bölge olan İtil-Elbruz bölgesidir. Hem Türk mitolojisinin kanatlı atı “Tulpar” motifi burada belirgin bir şekilde karşımıza çıkar, hem Nartlar (ileride alıntılarla göstereceğim üzere, “atlı”dır), hem Nartların göğe çıkışından bahsedilir, hem de Avrupa’ya doğru Türk [Turkic] ve Urallı kavimlerin göçleri bu coğrafya üzerinden olmuştur. Dolayısıyla motifin kökeninin Kafkasya olması sürpriz olmayacaktır.
Öncelikle “Tulpar”ı ele alalım. Kazaklarda yaygın bir şekilde görülen Tulpar motifi, kanatlı bir atı simgeler. Başkurt destanı Ural Batır’da, Tulparların “gökyüzünde yaşayan”, “uluların sürdüğü” atların soyundan geldiğine işaretler vardır. Karaçayca’da Tulpar “yiğit”, “savaşçı” anlamında bir sözcük olarak kullanılır. Kafkasya’da hâkimiyet kurduğunu bildiğimiz İskitler’de de kanatlı at motifinin oldukça yaygın kullanılmıştır. Ayrıca Çinlilerin Fergana vadisinden ithal ettiği “Dayuan” atlarının, “uçan atların soyundan geldiği”ne dair inanışlara, Çin kayıtlarında rastlıyoruz. Bu atların tasvirleri, Çin’de yapılan kazılarda çıkarılıyor. Fergana ve civarında da, hem anlatılarda hem arkeolojik kalıntılarda güçlü bir “gök atları” motifiyle karşı karşıyayız. Öyleyse atla haşır neşir olmakta bütün uluslardan daha öteye gitmiş olan Türkler, “gök kültü”nün de yaygın olması, animist tavır ve sair sebeplerle, “uçan at” motifini ilk yaratan kavim olabilirler.
Türk kültüründe ''Tulpar'' olduğu gibi Yunan mitolojisinde Zeus'un kanatlı atı ''Pegasus'', İskandinav folklarında Odin'in uçan atı ''Slepnir'' veya bazı hikayelerde kurt binicileri oldukları belirtilse de Valkyrieler, inci rengindeki uçan atları ile bulutların arasından geldikleri betimlenir ve birçok sanat eserinde de kurt yerine at ile resmedilmiş ya da heykelleştilmiştir.
Peter Nicolai Arbo'nun ''The Wild Hunt of Odin'' eserinden uçan atlarıyla iki Valkyrie.
Yeniden Türklerdeki “atlı tanrısal varlıklar”a gelelim. Nartların en genci Nart Sosuruk’a (Çerkes versiyonunda, Sosruquo) dair bir Karaçay cırında, Nartların atlı olduğuna dair şüphe götürmez işaretler vardır ki, Karaçay Nart destanlarında sayısız örneğini bulmak mümkündür:
“Nart batırla cortuulga çıkgandıla
Atlanı urup alga aşıkgandıla
Nart Örüzmek’di başçıları başları
Sosuruk’du bek kiçileri caşları…”
(Korkusuz Nart kahramanları [batır – bahadır] akına çıktı
Atlara vurarak acele ettiler
Başlarındaki Nart Örüzmek’ti
Sosuruk idi en küçük erkekleri, en gençleri)
Aynı şekilde Nart cırında da, Nartların at sürdükleri hatta “göğe çıkacak gibi” at sürdükleri belirgindir:
“…Ullu Kuban’dan biz terk öterbiz
Kara Nogay’da carış eterikbiz
Nart atla cerni titretelle
Culduzlu kökge uçup ketelle …“
(Büyük Kuban ırmağından hızlıca ilerleriz
Kara Nogay bölgesinde yarış yaparız
Nart atlar yeri titretiyor
Yıldızlı göklere uçup gidiyorlar)
Karaçay Nart destanlarında, Mingitav [Bengü Dağ, Ebedi Dağ. Karaçayların Elbruz’a verdikleri isim] zirvesinin çatallı oluşunun sebebi, Karaçay kahramanı Karaşavay’ın Elbruz zirvesinden atıyla atlarken, atının toynağının zirveye çarpıp yarması olarak açıklanır.
Hem “atlı tanrısal varlıklar”, hem “gökteki atlılar” dediğimiz zaman yine Kafkasya karşımıza çıkıyor: Nart destanlarının hem Çerkes hem Türk versiyonlarında Nartların nihai yurdunun “gökler” olduğuna dair şüphe götürmez işaretler vardır. Bir örnek olarak Prof. Dr. Ufuk Tavkul’un kitabından:
“Örüzmek kök teyrini anasına ulan bolgandı
Ol kesini atlı cıyını bla kökde bügün da caşaydı
Köknü, cerni şaytanladan saklaydı
Kök küküregen – anı kıçırganı
Tubanla – avuz tılpuvunu çıkganı
Terlegeni cavum bolup cavadı
Arkanın duşmanlaga atsa eliya boladı”
(Örüzmek [Nartların bilgesi] gök tanrısının annesine oğul olmuş
O kendi atlıları ile gökyüzünde bugün bile yaşıyor
Göğü, yeri şeytanlardan koruyor
Gök gürlemesi onun bağırışı
Sisler, nefesinin çıkışı
Terlemesi yağmur olup yağıyor
Kemendini düşmanlara atsa yıldırım oluyor)
Özetle; Karaçay ve kısmen Çerkes versiyonunda Nart destanları Nartları, “latif, üstün, aşkın, bilge varlıklar” olarak tasvir eder. Düşmanları Emegenler (devler) ile çarpışan Nartlar, son olarak “göğe çıkarlar”. Nart destanlarının izi İskitler dönemine kadar sürülebilir. Yerli folklor ile Türk geleneğinin etkileşimi sonucu hem Çerkes, hem Oset ve Türk versiyonları nihai şeklini almıştır. Kafkasya’da yoğun olarak işlenen “gök atlıları” motifi, batıya Kafkasya’dan taşınmış. Muhtemelen ilk olarak İtil gibi nehir yollarında, Novgorod civarında yerleşimleri bulunan İskandinav kökenli uluslar tarafından benimsenmiş ve ardından Avrupa’ya yayılmıştır. Bozulma, yeniden işlenme gibi yollarla, kimi zaman korkutucu “hayalet süvariler”, kimi zaman “imdada gelen öte dünyalılar”, kimi zaman da Noel baba gibi daha özgün ve değişmiş kalıplarla karşımıza çıkmıştır.
Daha fazla okuma ve Referanslar
Kitap: M. Bahadırhan Dinçaslan, “Karşılaştırmalı Mitoloji: Tolkien Ne Yaptı?”
Kaynak - Hayalet Süvariler Mitinin Peşinde - M. Bahadırhan Dinçaslan
Kaynak - Herne, Vahşi Av Tanrısı - Patti Wigington
Kaynak - Wild Hunt. A Cultural Phenomenon.
Yorum Bırakın