Film İncelemesi - Melancholia, Lars von Trier

Film İncelemesi - Melancholia, Lars von Trier
  • 2
    0
    0
    1
  • Kıyamet melankolisi üzerine kurgulanmış Melancholia, Lars Von Trier'ın depresyon üçlemesinin (Antichrist, Melancholia, Nymphomaniac) ikinci filmidir. Başrolünde etkileyici oyunculuğuyla Kirsten Dunst'ı, Justine rolüyle görüyoruz. Trier'ın depresyon üçlemesinin tamamında yer alan Charlotte Gainsbourg, Claire rolüyle diğer ana karakter olarak karşımızda. Film üç bölümden oluşuyor; Prologue, Justine ve Claire.

    PROLOGUE

    Richard Wagner eşliğinde tamamı slow motion görüntülerden oluşan 8 dakikalık Prologue bölümü, bir dizi tabloyla başlar ve devamında ana karakterlerimiz Justine ve Claire'in filmde göreceğimiz zihinsel durumlarını yansıtır.

    Prologue'da vurgulanan asıl kavram zamansallıktır. Justine, gelinliğiyle ağaçların arasından ilerlemeye çalışır, ağaç kökleri gitmesine izin vermez. Claire, golf sahasında oğluyla birlikte bir şeyden kaçmaya çalışır, ancak bastığı zemin dibe çöker. Zaman sanki durmuş gibidir (ya da genleşmiş). Ne yaparlarsa yapsınlar, anın gerisinde kalıyorlar. Her an, anlık travmalar biçiminde tecrübe ediliyor.

    Filmin sonundan da bir sahne var. Dünya'nın en az dört katı büyüklüğünde bir gezegenin dünyaya çarptığını ve filmin dünyanın yok olmasıyla sona ereceğini en baştan öğreniyoruz. Lars Von Trier'ın prologue sekansı tıpkı önceki filmi Antichrist'te olduğu gibi, ancak bu kez kartlarını tamamen açık bırakıp filmin sonunu da bu sekansta göstermesi izleyiciyi filmin geri kalanı için doğru ruh haline sokuyor ve filmin akışı sırasında geleceği görmemize olanak sağlıyor. Varılması gereken noktaya varmayı beklenti içinde izliyoruz. Aslında çoktan film o noktaya varmıştır bile, olaylar çoktan gerçekleşmiş. Melancholia gezegeninin rotası belirlendiği anda zaten yeryüzüdeki hayatın bittiği anlamına geliyordu. Lars Von Trier, bizden bu olaya şahitlik etmemizi istiyor.

    JUSTİNE

    Karanlık, umutsuz, vahşi bir açılış sekansından sonra Justine bölümü başlıyor. Yeni evlenecek olan çift Justine ve Michael (Alexander Skarsgard) oldukça mutlu bir şekilde limuzinle düğünün yapılacağı büyük malikaneye biraz da geç kalarak yetişirler. Justine'in kardeşi Claire ve kocası John (Kiefer Sutherland) geç kalmalarını sitemkâr bir şekilde tolere ederek karşılarlar. Bu karşılama sırasında Justine, gökyüzünde kırmızı renkte parlayan daha önce görmediği bir yıldızı fark eder. John, o yıldızın Akrep takımyıldızındaki Antares olduğunu söyler.

    Bu sahnedeki birçok ayrıntı filmin geri kalanını ilgilendirir. Zenginliğine ve mantığına her fırsatta vurgu yapan John bu sahnedeki bir cümlesinde golf sahasında ''18 delik'' olduğunu belirtir. Malikane'nin girişinde düğüne gelen insanlardan bir şişe içindeki fasulye sayısını tahmin etmeleri istenir ve tahminler kaydedilir. Michael tahminde bulunurken, Justine ilgilenmez. Düğünden sonra fasulye sayısı ''678'' olarak açıklanmıştır, kimsenin tahmini doğru çıkmaz.

    Muhtemelen gelmiş geçmiş en kötü düğün öncesinde insanlar geç kalan çiftin gelmesini beklemektedir. Lars Von Trier, tam bir burjuva düğünü resmeder; yapay gülüşmeler, dedikodular, John'un sürekli gücünün sembolü olarak bu düğüne ne kadar para harcadığını gevelemesi, Justine’in babasının yemekteki rahatsız edici davranışları, annesinin, babasına karşı aldığı tavır, patronunun düğün sırasında kampanyasına slogan bulması için Justine’i sıkıştırıp peşine stajyer takması, annesinin kendini odaya kilitlemesi gibi olaylar, Justine için düğünü boğucu bir hale getirmiş ve melankolisi alevlenmeye başlamıştır.

    Michael'ın da ona yakın davranmasına katlanamayan Justine, düğün sırasında ortadan kaybolur ve kendini banyo küvetine atar. Giderek ilerleyen depresif davranışlarından sonra düğün organizatörü John'un sabrı taşmaktadır. Durumu sürekli Claire'e şikayet eder. Claire'in de sabrı kalmamıştır ama elinden geldiğince Justine'i düğüne döndürmeye çalışır. Ancak düğünün yapaylığı artık Justine için dayanılmaz bir haldedir, her fırsatta kaçmaya çalışır. İnsanların, üzerinde kurduğu baskıya karşı son çare olarak annesi ve babasına sığınmaya çalışıp onlardan da beklediği 'gerçek' sevgiyi alamayınca,  melankolisinin içinde kaybolmaya başlar. Nevrotik bir ruh halinde bahçede ve golf sahasında gezinir. Sürekli peşinde dolaşan stajyerle golf sahasının ortasında ilişkiye girer. Dengesizlikleri iyiden iyiye artar. Artık nefes alamayacak gibidir.

    Bir sahnede kütüphaneli bir odaya girer. Raflarda açık kitaplar vardır ve kitaplardaki 19. yy. sonrası dönemin duygulardan arındırılmış, doğadan uzaklaşmış soyut resimlerine bakmaya dayanamaz ve onları yere atar. Anlamlı bulduğu tabloları göz önüne koyar. Tabloları ideolojik olarak incelediğimizde aynı Justine gibi 'anlam' arayışına vurgu yapan eserlerdir. Eserlerden biri filmin posterine ilham kaynağı olan John Everett Millais‘in, 1852'de Shakespeare’in ölümsüz eseri “Hamlet” oyunundan esinlenerek yaptığı ''Ophelia'' eseridir. Ophelia, Shakespeare'in oyununun en derin ruhlarından biridir. Hamlet'e duyduğu aşk onu deliliğe sürüklemiş ve suda boğularak ölmesine neden olmuştur.

    Düğün'deki en önemli sahnelerden biri Claire'in küçük oğlu Leo'nun, Justine ile olan iletişimi. Küçük Leo (Cameron Spurr), film boyunca Justine'e steekbreaker (çelik-kıran) teyze diye hitap eder. Daha önce söz verdiği 'sihirli mağara'yı yapmasını ister, çünkü Leo'nun gözünde bunu sadece o yapabilir. Leo, Justine'e ''aunt steelbreaker?'' diye seslendiğinde, Justine'in tüm o nevrotik halleri, patronuna posta koyması, golf sahasında stajyerle birlikte olması gibi tüm dengesizliklerinin yerine “That’s exactly who i am.” diyen bir Justine gelir. Bu hitabın filmin devamında ne anlama geldiğini daha iyi anlayacağız.

    Herkes için psikolojik işkenceye dönüşen pahallı düğün sonunda biter. İnsanlar dağılır. Michael, Justine'den ayrılmadan önce ona bakıp, ''her şey farklı olabilirdi'' der. Justine'in cevabı, ''evet, olabilirdi. ama ne bekliyordun ki Michael?''

    Sabah olur, Justine kız kardeşiyle birlikte at gezintisine çıkar. Gezinti esnasında Justine'in atı Abraham'ın huysuzlandığını görürüz. Justine, Abraham'dan inerken, gökyüzünde düğünden önce fark ettiği Antares'in artık orada olmadığını görür. Bu an bölümün son sahnesidir..

    CLAİRE

    Filmin ikinci yarısı aynı malikanede geçiyor. Düğün sonrası mülkte sadece Justine, Claire, John, Leo ve evin kahyası kalmıştır. Justine depresyonla tamamen paralize olmuş, neredeyse katatonik durumdadır. Claire ise onu kendine getirmek için özel bir uğraş vermeye devam eder. Trier, dikkatimizi Claire'e kaydırır. Bu bölümde Justine'in melankolisi gittikçe uzaklaşırken, Claire'in anksiyetesinin artmaya başladığını görüyoruz. Bunun sebebinin ilk bölümde Antares yıldızı sandığımız, sonrasında ''Melancholia'' adı verilen gezegenin dünyaya doğru hızla yaklaşması olduğunu anlıyoruz. Gezegenin dünyaya çarpıp çarmayacağı belirsizliği Claire'in endişesini gittikçe alevlendiriyor.

    John'un ısrarla çarpmayacağını belirtmesine rağmen Claire, Melancholia’nın varlığının yarattığı gerilime karşı gelemez ve internet üzerinde araştırma yapar. Claire'in, Melancholia'ya dair anksiyetesi ne zaman nüks etse, John'un bilimsel erki film boyunca olduğu gibi kibirli bir şekilde karşı argümanla hazırda beklemektedir. Claire, internet üzerinden çıktısını aldığı bir dökümanda, gezegenin dünyaya nasıl çarpacağını görür. John, her zaman yanılma ihtimalinin olduğunu bilmesine rağmen bunu ne kendine ne de Claire'e itiraf etmemeye/edememeye devam eder. Çünkü gerçeğin (gözlemlenemeyecek kadar korkunç olanın) ağırlığı insanların bakış açısını paramparça edebilir. Diğer yandan Claire, John’un rasyonalitesine ne kadar güvenmiyorsa, Justine’i de o kadar anlamaz, anlayamaz. Filmin en önemli diyaloğuna gidelim:

    Claire: John is quite calm about it.
    Justine: Does that calm you down?
    Claire: Yes, of course. Well, john studies things. He always has.
    Justine: The earth is evil. We don't need to grieve for it.
    Claire: What?
    Justine: Nobody will miss it.
    Claire: But where would Leo grow up?
    Justine: All I know is... Life on earth is evil.
    Claire: There may be life somewhere else.
    Justine: No, there isn't.
    Claire: How do you know?
    Justine: Because I know things.
    Claire: Oh, yes, you always imagine, you did.
    Justine: I know we're alone.
    Claire: I don't think you know that at all.
    Justine: Six hundred and seventy-eight. The bean lottery. Nobody guessed the amount of beans in the bottle.
    Claire: No, that's right.
    Justine: But I know. six hundred and seventy-eight.
    Claire: What does that prove?
    Justine: That I know things. And when I say we're alone... We're alone. Life exists only on earth. And not for long.

    Justine, Melancholia'nın Dünyaya çarpacağına emin. Onun için dünyadaki tüm kötülüklerin son bulması tarifsiz bir haz. Claire içinse onun bu kabullenmişliği dehşet verici bir durum. Olası bir çarpışma durumuna karşı, çarpışma gerçekleşmeden zehirli haplarla intihar etmeyi düşünecek kadar.. İlk bölümde Justine, üzerine gelen insanların hayatına çarpmasıyla öleceğini hissediyordu. Claire, Melancholia'nın Dünyaya çarpmasıyla öleceğini hissediyor.

    Sonunda Melancholia'nın tüm ihtişamıyla Dünya'nın yanından geçeceği gün gelir. Gece vakti John teleskobunu hazırlar. Claire ve Justine de bu ana tanıklık eder. John, keyfini çıkarması gerektiğini, bunun bir gökyüzü şöleni olduğunu, çarpmadan geçip gideceğini sürekli tekrar etse de Claire'in gerginliği azalmaz. Melancholia, tüm güzelliği ve dehşetiyle dünya'nın yanından geçerken, yeryüzünü sanki gündüzmüş gibi aydınlatır. Sonrasında yavaş yavaş dünyadan uzaklaşırken, hala ay kadar yakındır. Claire, gezegenin uzaklaştığını görünce biraz olsun rahatlamıştır. John'da gezegenin uzaklaşıyor olmasının rahatlıyla, her zaman çarpma riski olduğunu ama bunun gerçekleşmediğini ilk defa itiraf eder.

    John, Leo ile birlikte çelikten bir alet yapmıştır. Bu alet uzun bir çubuk ve ucundaki bükülebilen bir çelik telden ibarettir. Çubuğu göğsüne koyup, ucundaki çelik teli gökyüzüne doğru tutup gezegenin şeklini verdiğinizde, gezegenin 5 dakika sonraki mesafesi ölçülebilir. Claire 5 dakika arayla bu çelikten baktığında Melancholia'nın daha küçülmüş olduğunu görerek iyice rahatlar. Gezegen 'şimdilik' uzaklaşıyordur.

    Gecenin ilerleyen saatlerinde Claire, Justin'in ormana doğru gittiğini fark eder. Onu takip ettiğinde nehrin kenarında çıplak bir şekilde uzanıp Melancholia'yı izlediğini görür. Justine, gezegeni tüm benliğiyle hayranlıkla ve memnuniyetle karşılar. Adeta ışığında yıkanır. Claire, Justine'i izlerken yaptığı şey anlamlandıramaz.

    Sabah olduğunda Claire, Justine ve Leo ile bahçede kahvaltı yapar. Kahvaltıyı kendileri hazırlar, çünkü her zaman erken gelen kahya bu sabah gelmemeyi tercih etmiştir. John ise geceki neşeli halinden çok uzak ve gergindir. Takım elbisesini giymiş, teleskobun başında sürekli hesap yapar. Bir gariplik olduğunu biliyordur ama bunu belli etmemeye çalışır. Kahvaltıdan sonra bir aralık John son ölçümlerini yapar ve ortadan kaybolur. Claire merak ederek çelik aletle Melancholia'ya bakar. 5 dakika sonra baktığında gezegenin silüetinin çelik çemberden taştığını görür. Gezegen geri dönmeye başlamıştır.

    Claire panikle John'u aramaya çıkar. Justine'e gelir. Justine sakin bir şekilde atların çok sessiz olduğunu söyler. Claire hemen ahıra gider ve John'u, Abraham'ın yayında yerde yatarken bulur. John, Claire'in sakladığı hapların hepsini alıp intihar etmiştir. Claire o andan itibaren ne yapacağını bilemez. Leo'yu alıp kaçmaya çalışır. Justine, bu yaptığının anlamsız olduğunu söylese de Claire, Leo'yu arabaya bindirir ama arabayı çalıştıramaz. Bu kez golf arabasını alır. Leo ile birlikte oradan uzaklaşmaya çalışır ama golf sahasının bir ucuna kadar gidebilir sadece. Araba yine bozulur. Leo'yu kucağına alıp malikaneye geri dönmeye çalışır ama şiddetli bir dolu başlar. Golf sahasında Leo'yu koruyarak ilerlemeye çalışır ama tam ''19. deliğin'' yanında dolu şiddetlenmeye başlar ve mahsur kalır. Evet, 19. delik.. Filmin başındaki sahnede John, Justine'e golf sahasında 18. delik olduğunu söylemişti hatırlarsanız. Her şeyi bildiğini düşünen John'un aslında en baştan beri yanıldığının bir göstergesidir bu.

    Artık kıyameti John olmadan karşılayacaklardır. Claire, her şeyin son bulacağını bir türlü kabullenememektedir. Justine'den biraz şefkat, ilgi, yardım bekler. Son anlarını şarap ve Beethoven'ın 9. senfonisi eşliğinde hep beraber geçirmek istediğini söyler. Bu isteğini Justine çok anlamsız, gereksiz bulur.

    Justine, Claire'a göstermediği şefkati Leo'ya gösterir. Çünkü onun saf ve korku dolu olduğunu görür. Ona düğünde söz verdiği ''sihirli mağara'' sayesinde kurtulacaklarını söyler, mağarayı yapmak için Leo ile birlikte ağaç dalı toplamaya başlar. Sihirli mağarayı tamamladıklarında çarpışmaya çok az vakit kalmıştır. Karşılaşma anını Leo, Justine ve Claire el ele bu mağaranın içinde karşılar.

    Karşılaşma anında Leo’nun gözleri kapalı ve sakin, yani olanı biteni görmez. Justine’in sırtı dönüktür, o da çarpışma anını görmez. Çarpışmayı gören, en sonunda belki isteyerek belki de istemeyerek nihayetiyle yüzleşen, ya da yüzleştirilen Claire olur. Justine zaten bütün bunları ''bildiği'' için yüzleşmek zorunda kalmıyor. Son perde kapanırken çarpışmanın dehşetine, Claire’in oğlunun elini bırakıp kendi deliliğinin içinde kayboluşu sırasında tanık oluyoruz...


    Gerçeklik, Çaresizlik, Anlam Arayışı..

    Justine'in Melancholia'yı ilk fark ettiği an, Michael ile birlikte düğüne giriş yapmadan önce Claire ve John ile sohbet ettiği andı. O ana kadar düğün sahnesindeki gibi kendine işkence eden bir Justine yoktur, tam aksine mutlu görünür. Gezegeni ilk fark ettiği andan itibaren Justine'de değişiklikler başlar. Gezegenin ilk görüldüğü sahnede John, bu kızılımsı yıldızın Akrep takımyıldızından ''Antares'' olduğunu söylüyor. Antares ismi mitolojik bir göndermedir. Yunan mitolojisindeki savaş tanrısı Ares'in (Roma mitolojisinde Mars) ''antisi'' denebilir. Anti-ares, savaş tanrısı Ares'in aksine dışa doğru değil, içe doğru saldırganlığın temsilidir. Marquis de Sade'ın ''Sodom'un 120 Günü'' adlı romanındaki ''Justine''i hatırlayalım. Sürekli başına korkunç şeyler gelse bile Justine, inancını kaybetmeyen bir karakterdir. Ne yaşarsa yaşasın mutlu olabileceği fikrinden kurtulamayan biri. Bizim Justine'in ruh hali de Antares'i görene kadar böyleydi aslında. O andan itibaren, ağır bir depresyona girmeye başlıyor ve hayatını içe doğru mahvediyor. Bölümün sonunda Antares'in kaybolduğunu ana kadar kendine acı çektiren Justine, o andan sonra dışa doğru imhacı bir tavır takınmaya başlıyor. Claire'e dünya'nın kurtarılmayı haketmediğini söyleyen bir Justine'e dönüşüyor.

    “Maskelenen şey, anlatı zincirinin radikal olumsallığıdır, her noktada işlerin başka türlü gelişebileceğidir. Ama eğer bu yanılsama tam da anlatının çizgiselliğinin sonucuysa, olaylar zincirinin radikal olumsallığı nasıl görünür kılınabilir? Paradoksal cevap şudur: Tersten giderek olayları geriye doğru, sondan başa sunarak.” - Slavoj Zizek, Yamuk Bakmak

    Basit bir şekilde bakarsak: Dünya'ya çarpacak olan gezegen, gerçeğin temsilidir. Yani gerçeklik tarafından bastırılan söylemin özündeki şey sadece yamuk bakarak yan görüler edinebildiğimiz, reel olanın dönüştürülmemiş, soyut, algılanamaz varlığıdır; bu yüzden John ve Claire, Melancholia'nın orada olduğunu bilse de dünyaya çarpacağını asla tam olarak kabul edemezler. Bu travmatiktir ve yaşamın sonunun kabulü her türden söylemin merkezcil doğasını semantik yıkıma uğratır, dünya'nın sonunun kabulünü ilan etmek, hiçbir şey söylenemeyeceğinin kabul edilmesiyle eşdeğerdir.

    Karakterler arasında sonu karşılayabilmeye gücü yetebilen tek kişi Justine'dir. Claire, ilkel bir dürtüyle gezegenin kendi başına getireceği felaketle anksiyetesi ile yüzleşmeye çalışırken, John durumu bilimsel olarak ele alıp kontrol altında tutma çabası içindedir. Fakat gözlemlenemeyecek kadar korkunç gerçeğin ağırlığı John’ın intiharına yol açar. Justine durumu sadece ruhsal olarak değil, Melancholia'nın muhteşem sureti altında çıplak bir şekilde yattığı sahnede gördüğümüz gibi tüm varlığıyla -bedeniyle- kabul eder. Dünya, anlam arayışı içindeki Justine için o kadar ruhsuz bir yer haline gelmiştir ki, Melancholia onun için yeni anlam, yeni bir varolma halinin kapılarını açar. Bu sayede sonu böylesine “güzel” karşılayabilir. Justine’i “steelbreaker” yapan da budur. İnsan dışında kalana -bilinç dışına- açık olabilme potansiyeli. Bu yüzden çelik-kırandır, buradaki anlamı çeliğin fiziksel formunu kırmak değil. John ile Leo'nun gözlem yapmak için kullandığı çelikten aleti hatırlayalım. Claire onunla son gözlem yaptığında John'un ısrarla dünya'ya çarpmayacağını söylediği Melancholia gezegeni artık çeliğin sınırlarını yırtarak dünyaya yaklaşmaya başlamıştı. Burada ''steelbreaker'' dediğimiz şey aynı Justine'in yaptığı gibi dünyaya, melancholia'ya, önceki ve sonra olacak her şeye bakışımızı, bilme yöntemlerimizi kırar. Her şeyin sona erdiği yer buradır.

    Leo'nun düğün sahnesinde steelbreaker teyzesinden istediği sihirli mağarayı Justine teyzesi ona her şeyin sona erdiği final sahnesinde yapar. Justine sadece Leo'ya karşı merhametlidir. Özellikle Claire'e karşı tamamen nihilist, gerçekçi bir Justine görmüştük. Büyük bir çaresizlik ve endişeyle ''dünya yok olacaksa Leo nerede büyüyecek?'' diyen Claire'in yüzüne ''başka bir dünyanın'' olmadığını, bunun mutlak bir son olduğunu ve dünyanın bunu hak ettiğini acımasızca dile getirir. Justine'den şefkat bekleyen Claire'in son anlar yaklaşırken kıyameti şarap ve yine müzmin melankoliklerden Beethoven’ın 9. senfonisi eşliğinde hep beraber geçirme istediğine bile sert bir yanıtla reddeder Justine. Kıyameti bile burjuva estetiğine uydurma çabası onu sinir eder. Ablasının her türlü ilgi ve şefkat beklentisine yanıt vermeyen Justine, yeğeninin isteğine tam tersi bir şekilde annelik içgüdüsüle yanıt verir. Çünkü Leo masumiyetin temsilidir. Bizim rasyonel dogmalarımızla kirlenmemiştir. Justine onu olabilecek en sakin şekilde son perdeye hazırlar. Leo son anlarda bile hala mağaranın işe yaracağı umudunu korur.

    Trier’in son sahnesi Platon’un Mağara Alegorisine göndermedir. İnsan kültürü dünyayı her türlü kötülük ve yapaylıklarla dolu bir ortama dönüştürdü. Artık insanlığın mağaranın dışına çıkıp, gerçeği, anlam arayışını, neyin dünya için faydalı olduğunu, mağaranın içindekilere anlatması sayesinde ''kolektif bilince'' ve hayatın anlamına kavuşması gerektiğini filmin başından beri mağarasından anlam arayışı için ''zincirlerini kıran'', sonrasında yolunu kaybetse de sonunda bir şeyleri 'gören', ''bilen'' Justine üzerinden aktarır.

    Melancholia bu yüzden değerli. Bizi sonla, kaçış kapısı bırakmadan, ümit vermeden, vahşice yüzleştirdiği için. Çünkü tüm yıkım senaryolarının her türlüsü, yeniden başlangıç algısından kurtulmadığı sürece, insanı her şeyin merkezine koyarak yaşamamayı seçmeme gibi ne bir lüksü var ne de tecrübesi.

    Daha fazla okuma ve Referanslar

    Nevzat Kaya - Sinemitoloji 3: Melancholia: Satürn Hükümdarlığı

    Uwriel - Melancholia

    Ophelia, Deliliğin Eşiğindeki Kadın

    Lars Von Trier - Paintings References

    Reha Başoğul - Melankoli günahının Kıyamet esnasında Lars von Trier savunması: Melancholia

    Dücane Cündioğlu - Melancholia

    Slavoj Zizek, Yamuk Bakmak, İstanbul: Metis Yayınları, 2013

    Marquis De Sade, Sodom'un 120 Günü, İthaki Yayınları, 2022


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.