Toplum kavramının, tüm o insanlık adına oluşturulmuş etiketlerin, kalıpların, hepimiz adına önceden belirlenmiş değer yargılarının korkunç derecede tehlikeli olduğunu düşünmüş müydünüz hiç?
Gelin biraz da bu kavramların hepsine derinlemesine ve aslında zincirleme bir şekilde hepimizin hayatında nasıl izler bıraktığına birlikte bakalım.
Kendi toplumumuzun “gelenek” adı altında toplayıp hepimize görev bildiği mezuniyet+evlilik+çocuk hikayesi bizim neslimiz için biraz daha kırılmış olsa da ailemiz için nasıl bir yıkım oluşturduğunu ve bu yıkımın kalıntılarının bizim omuzlarımızdaki yükünden bahsedeceğim. Belki de hiç fark etmediğimiz bu yük son zamanlarda daha çok yüzüme vuruyor bazı gerçekleri. Birçoğumuzun ailesi cahillik sillesiyle genç yaşta hatta daha reşit bile değilken evlenip, hayatının en dinamik ve verimli zamanlarını ne olduğunu anlayamadığı bir takım şeylerle savaşarak geçirmiştir eminim. Klasik kaynana, görümce, eş şiddet, bir ton aile entrikası, çocuk yaşta çocuk sahibi olup onu yetiştirme telaşesi ve daha nicesi altında heba olmuş kadın yaşamları. Yine diğer tarafta ne yaptığını bilmeyen, evlilik, eş olma, bir olma tanımlarından habersiz, çocuk sahibi olmak amacıyla bir kadınla birlikte olmuş, yemeği önüne gelen, temiz bir evde rahat bir yaşam sürdüren ve o kadar bir şeylerin farkında olmayan bu önceden belirlenmiş olan hayata pek de sorgulamadan adapte olmuş adamlar. Bizler de bu ailelere doğmuş ne olduğundan habersiz günahsız çocuklar. Bu baskıyı herkesin hissettiğini elbette düşünmüyorum ama elbet aranızdan birileri vardır. Kendi ailesi dünyada o kadar çok şey görmemiş, dünya zevklerine varamamış, belki hiç tatile bile çıkmamış, yeni yerler yeni tatlar keşfetmenin zevkinin hayalini kurmaya bile yeltenmemiş bu dünyanın kayıp ruhları. Canımı çok acıtan bir düşüncedir bu. Yaşama şansı verilmiş ve bu dünyaya gelmiş ama yılları heba olmuş, ne yaptığını ne yaşadığını dahi bilmeyen, gerçek zevkin gerçek tutkunun keyfine varamamış, bu deneyimin insanın yüreğinde oluşturduğu o kıvılcımı hissedememiş buruk ruhlar, ezilmiş bedenler. Sabahtan akşama robotik bir şekilde neden yaptığını bilmediği bir işte çalışıp ömrünü bu işlere satanlar ve ölümü bekleyenler. Bunların hepsi bizim ailelerimiz evet. Bazı şanslı olanlarımız hariç. Aşk dolu, rahat bir aileye doğmuş ve sevgiyle sarmalanmış evlerin o şanslı çocukları hariç. Neyse ki onlar varlar. Bu kayıp ailelere doğmuş çocuklardan biri olarak bu yükü onlarla birlikte sırtlandığımı fark etmek benim için ağırdı. Farkında olmadan kendime görev bilmiştim onların kurtuluşu olmayı ama bir durup düşününce ne kadar acı olduğunu anladım. Ailemizin ailelerinin hiç düşünmeden onları bıraktığı bu kayıp hayatlarının yükü bizim de sırtımızdaydı. Biz bilmesek bile. İçten içe önce kendi hayatımı düşünürken bir yandan hayatımı onların kurtuluşu yönünde planladığım fark ettim. Aileye yardımcı olmak, yanlarında olmaktan farklı bir düşünce. Tabii ki bu hayatın bir parçası ve olağan. Anlatmak istediğim o kayıp hayatlarınının acısını yüreğimde hissedip, yükünü sırtımda taşımış olduğumu fark etmemdi aslında. Bu konunu temel meselesi de çok uzun ve her şeyin çözümü olan “çocuk yetiştirmek”. Çocuğu doğru yetiştirmek. Toplumu ve bu kalıpları oluşturan da aslında en en en başta sorgulayan, vicdanlı ve akıllı bireylerin yetiştirilememiş olması. Bu da yazımın başında bahsettiğim birey- toplum döngüsünü oluşturuyor. Bugünlerde oluşturmaya çalıştığımız yargılamayan, kalıpları kırmış bir toplumu oluşturmak aslında bireyde bitiyor. Önce dönüp bir kendi kalıplarımıza neden sorularını sorup bu düğümleri çözmeliyiz. Yeni gelen nesille birlikte 20 30 sene sonrasının toplumunun, çocuklarının, konuşacakları ve dert ettikleri şeylerin ne kadar farklı olacağını şimdiden görebiliyorum. Bu iyi bir şey. Yine de farkında olmadan ailesinin yükünü sırtında taşıdığını fark edenler, kurtuluş meleği hissiyatına kapılanlar şöyle bir silkelenip doğrulmalılar. Kendi suçsuzlukarını fark edip biraz rahatlamalı ve kendi içlerindeki düğümleri çözerek yollarına devam etmeliler. Gerçi sadece kendi ailem değil, dünyaya gelmiş tüm kayıp ruhlar, kayıp ölecek ruhlar, kaybolacaklar, acı çekenler benim yüreğimde bir yük orası apayrı. Aile – çocuk zincirlemesinin ne kadar önemli olduğunu fark etmek, zincirleme bir şekilde köklerimizin bizim hayatımızı belirlemesi ve bugünkü hislerimize bile ortak olmaları ne kadar acı olsa da, olay herkesin kendi yolculuğu diyerek işler nasıl olsa olacağına varır rahatlıyığla, hayatın gerçekliğinin, elden bir şey gelmiyor oluşun çaresizliği ve aslında sadece insan olmanın acizliğinin rahatlığıyla kabulleniş bilinci ve yaşamaya devam etmek.
Yorum Bırakın