Sinemada Rüyalar: Ingmar Bergman Yaban Çilekleri İncelemesi

Sinemada Rüyalar: Ingmar Bergman Yaban Çilekleri İncelemesi
  • 7
    0
    0
    0
  • Rüyalar…Bazılarını hatırlasak, bazılarını hatırlamasak, bazılarını da unutmak istesek bile her gün onlarca rüya görürüz. Rüyalarımız bizim gündelik hayatımızdaki olayların etkisinde kalarak karşımıza çıkan yansımaları olduğu gibi evrimsel süreçte atalarımızın göstermiş olduğu bazı refleksleri de hala taşıdığımızın bir göstergesidir. En basitinden rüyada yüksekten düşüp birden sıçrayarak uyanmak gibi… 


    Günlük hayatta kaygı duyduğumuz bir olayın etkisinden bir türlü çıkamıyorsak, rüyalarımızda da beynimiz kontrolü elinden bırakmaz ve bize bu kaygıların yansımalarını göstermeye devam eder. Her ne kadar kaçmak istesek bile en gizli arzularımıza, kaygılarımıza, fantezilerimize rüyalarda rastlarız. 


    Rüyaların bizim için hem çok sihirsel, anlamakta güçlük çektiğimiz gizemli bir yanı olduğu gibi, birçok yararı da bulunmaktadır aslında. Rüyalar, içinden çıkamadığımız sorunları çözdüğümüz, yaratıcılığımızı geliştirdiğimiz, farklı dünyalara adım attığımız bir simülasyondur adeta. Tarihte veya çevremizde gördüğümüz bazı insanlar da bunlara örnektir.  Bu insanların rüyalarında bir matematik problemini çözdüğünü, sanatsal olarak yeni fikirler edindiğini, rüyaların kendilerine olumlu katkılar sunduğuna şahitlik etmişizdir. 


    Rüyalar hakkında önemli teorilerden biri Sigmund Freud tarafından ortaya atılmıştır. Freud’a göre “Rüyalar bizim bastırılmış isteklerimizin kılık değiştirerek bize yansımasıdır.” Bu teoriye göre ayrıca rüyalarımızda da gördüğümüz nesnelerin çoğu birçok simgenin anlamını ortaya çıkarır. Rüyalar bu yüzden özeldir ve kişiye göre yorumlanır. Çünkü herkesin yaşamış olduğu deneyimler farklı olduğu gibi bu deneyimlere göstermiş olduğu tepkiler de birbirinden çok farklıdır. 


    Freud’a göre “Her rüya bir arzunun gerçekleştirilmesidir.” 


    Rüyaların bu gizemli ve fantastik tarafı sinemada da karşılığını bulmuştur. En güzel örneklerinden biri Ingmar Bergman’ın sinemasında karşımıza çıkar. Bergman, rüyaları birçok filmine konu etmiştir. Bunlardan en önemli filmi de Yaban Çilekleri filmidir kanaatimce. 


    Yaban Çilekleri’nin baş kahramanı Isak Borg, 78 yaşında bir doktordur. Isak, herkesten uzakta odasında izole bir yaşam sürdürür. İnsanlarla iletişimini minimum düzeyde tutar ve onlarla arasında görünmez duvarlar örer. 


    Filmin başında odasında oturup kendi hakkında söyledikleri de onun hakkında ilk bakışta fikir sahibi olmamızı sağlar. 


    “Diğer insanlarla olan ilişkilerimiz çoğunlukla onların karakter ve davranışlarını yargılayıp, eleştirmekten ibarettir. Bu durum bana tüm bu sözde sosyal birliktelikten gönüllü olarak el çektirdi. Bu yüzden de yaşlandıkça giderek yalnızlaştığımı söyleyebilirim. Bütün ömrüm çalışmakla geçti bunun için minnettarım." 


    Isak’ın karakterine baktığımızda bireysel, içedönük, paylaşımı kendi ile sınırlayan, narsist bir yapıda olduğunu görebiliriz. Bilinçliği bir yalnızlığı tercih eden bu adam için temel ihtiyaçlarını haber vermek dışında herhangi bir iletişime açık olmadığını anlarız. Kendi odasında entelektüel hayatına kapatmıştır kendisini ve oraya başkasının girişine olanak yoktur. 
     
    Bazı filozofların da bilinçli tercih edilen bu yalnızlığın aslında olumlu yanlarına baktığını görürürüz. Örneğin Descartes, insanın kendini gerçekten düşünmeye vakfetmek için şehirden ve tanıdık her şeyden uzakta tek başınalığı arar. 


    Descartes, “Yöntem Üzerine Konuşma” kitabında, “Ama olduğumdan başka biri yerine konmayı asla istemeyecek kadar samimi olduğumdan, bana verilen üne kendimi her vasıtayla layık kılmak için çalışmam gerektiğini düşündüm” der. Filmdeki Isak karakteri ile neredeyse aynı düşünceler içerisindedir. 


    Film modern insanın yalnızlığına bir eleştiridir aslında. Isak Borg liberal bireyi temsil eder. Liberal birey özel biri olmalıdır. Isak’ın kendini yalnızlığa teslim ederken sürekli başarılarından, bilim adamı olmasından bahsetmesi gibi. Bireysellik insana kendi-oluş sorumluluğunu verir. 


    Lars Svendsen, "Yalnızlığın Felsefesi" adlı kitabında “Bireycilik ve Yalnızlık”’tan bahsederken, “Hiçbirimiz dış tesirler olmaksızın en üst seviyede kendi kendimizi motive edemeyiz. Kişiliğimiz asla çevremizden tamamen bağımsız bir şekilde tanımlayamayız. Kendimizi tarif etmeye girişmeden önce birçok şey bizi biçimlendirmiştir.” der. 


    Jean-Jacques Rousseau ise “Yalnız Gezerin Hayalleri” adlı kitabında yalnızlığı ilk başlarda önemli bir şey gibi gösterse de aslında hakikat öyle değildir. 


    “İşte artık yeryüzünde yapayalnızım; ne kardeşim ne yalanım ne dostum ne arkadaşım ne de ahbabım var; tek başımayım. İnsanların en girişkeni, en cana yakını insanlar arasından sözbirliği ile çıkartıldı. Duyarlı ruhum için en acımasız zulmün olabileceğini, kinlerini en ince noktalanna kadar zorlayarak araştırdılar ve beni onlara bağlayan tüm bağları zorla koparttılar.” der. Belki Isak içinde tercih edilmiş gibi gözüken bu yalnızlığın içinde sadece çevresindeki insanlardan görmüş olduğu hayal kırıklıklarının da etkisi vardır. 


    Isak’ın gördüğü rüyalar da böyle bir bilinç içerisinde, hayatını ele geçiren kaygıların ve bunalımlarının bir yansımasıdır haliyle. Mükemmeliyetçi karakter okulundan bir onur belgesi alacaktır. Bu durum onu öylesine etkiler ki rüyalarında da bundan kaçamaz haldedir artık. Hayatının savrukluğu rüyalarını da ele geçirir. 


    Isak’ın rüyalarını incelediğimizde gördüğü ilk rüyada, Isak bir sokakta yürüyüşe çıkmıştır. Yolda yürürken gözüne yelkovanı ve akrebi olmayan büyük bir saat takılır. Şaşkın bir şekilde saate doğru yaklaşıp incelemeye koyulur. Ardından cebinden de bir saat çıkarır, onun da akrep ve yelkovanı yoktur. Isak için bu zamanının çok hızlı akıp geçtiğinin, onu yakalarken zorlandığının, zamanın elinden hızla kayıp gittiğinin bir yansımasıdır. Ölüm, herkes için farklı anlamı olan bir olaydır. Bazıları ona çok fazla anlam yükler, ondan korkar, bazıları ise yaşamın bir parçası olduğunu kabullenerek yaşar. 
     

    İnsanlar ölümden korkarken iki şekilde yaklaşır ona. Ya artık sonsuza kadar olmayacağız ve tamamen yok olup gideceğiz ya da yaşamımda daha yapacak çok şeyim vardı ve zamanım buna yetmedi korkusudur. Isak’ın yaşamış olduğu ölüm kaygısı aslına bakıldığında yok olup gitmek değil, artık zamanın çok hızlı aktığı ve buna yetişemeyip ölüme yenileceği düşüncesidir. Nietzsche’ye göre bu korkuya şu şekilde yaklaşılması uygundur. 


    Nietzsche “Yunanlıların Trajik Çağında Felsefe” adlı kitabında “Her türlü yok oluşa ve çöküşe bizler hoşnutsuzlukla bakarız. Büyük bir ağaç devrilirken hiç hoşumuza gitmez ve çöken bir dağ bize azap verir.” Oysa ki ölüme bir yokoluş olarak değil yaşamın bir bütünleyicisi olarak bakmalıyız. 


    Filozof Epikuras’a göre ise ölüm şunları ifade eder. “Ölümden korkmak anlamsızdır; çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.” der.

     
    Yoluna devam eder Isak. Bu sefer karşısına arkası dönük bir adam çıkagelir. Bu adamın yanına gittiğinde ise aslında balondan bir adam olduğunu fark eder. Balon birden patlar ve söner. Bu simgeler Isak’ın karakterine bir vurgudur. Şu an sahip olmuş olduğu kişilik ve unvanların hepsi bu balon adam gibi birden sönecektir ve bu balon onun yüksek egosunun bir göstergesidir. Isak için büyük bir adam olmamak, bir şeyleri başaramamak ve insanların gözünde silik ve sönük bir halde olacağını düşünmek onun kabuslarından biridir. Hayatını tamamen bu kaygılar üzerine kurmuş bir insandır o. 


    Bertrand Russell “Mutlu Olma Sanatı” kitabında insanların yorgunluğuna bu açıdan bakmıştır. “Düşüncelerini ve umutlarını benliğinin üstünde bir şeye yöneltebilen birisi, dünyanın sıradan dertlerinde, tam anlamıyla bencil birisi için olası olmayan bir huzur bulabilir.” 


    Isak, bu huzuru hep kaçırmıştır. Onun hayatındaki rekabet onu artık hasta etmek üzeredir. 
    Bu sefer yolun karşısından bir at arabası gelmektedir. At arabası ilerlerken birden bir sokak lambasına çarpar, yoluna devam edemez. Bir süre cebelleştikten sonra ise araba kendini kurtarır fakat bir tekerliği çıkar. Arabanın bu ani hareketlerinden sonra bir tabut yere düşer. Tabutun içinden bir el Isak’a doğru uzanır ve onu kendisine doğru çeker. Bu tabuttaki kişi Isak’ın kendisidir. Isak zaman ve ölüm korkusuyla burada da yüzleşir. 
     
     
     “Beşikten başlayıp mezara uzanan, 
     Tenha ve korkulu bir köprüdür ömrüm. 
     Ağır varlığımı aynı hızla her an 
     Bir baştan bir başa beyhude sürürüm. 
    ’Haydi, mezara koş’ der gaipten bir ses. 
     Gönlümse fısıldar: ‘Boş kalamaz beşik’. 
     Hep böyle tereddüt içinde ben bikes, 
     Beyhude ararım bir kaçacak delik” 


    Cahit Sıtkı Tarancı 


    Ertesi gün ödül töreni için yola çıkar Isak. Yanında kocası ile sorunları olan ve bir süredir de Isak ile birlikte yaşamakta olan gelini ona eşlik ediyordur. Isak’ın bu yol boyunca gördüğü rüyalar ise insan ilişkileri ve onlara yaklaşımı hakkındaki sorgulamalarının yansımasıdır. Gelini Isak’tan neden hoşlanmadığını, hangi karakter özelliklerinin onu ittiğine dair geribildirimlerde bulunur. Bencil olduğunu, merhametsiz olduğunu özellikle söyler. Yol boyunca devam ederken, Isak gelinine sana göstermem gereken bir şey var diyerek çocukluğunun geçtiği yazlığa götürür. Yazlığın bahçesine girerler ve çocukluğunun, gençliğinin geçtiği bu bahçedeki yaban çileği ağacının altında oturarak rüyasını görmeye başlar bu sefer... 


    Rüyasında bu sefer nişanlısı Sara’yı görür. Isak’ın hayatında eksik ve tamamlanmamış bir kişidir Sara. Bu eksik parçalar rüyasında onu yakalar. Belki de hayatının bir döneminde nişanlısı ile arasının neden bozuk olduğunu anlamayan ve sürekli bunu sorgulayan Isak için bu rüya tamamlayıcı bir görev haline gelir. Nişanlısının Isak’ı bir tercih neticesinde reddetmiş olduğunu bu rüya sayesinde anlamış olur artık. Gençliğindeki belki de en önemli darbelerden biri reddedilmektir. Bu hala bilinçaltının derinliklerinde çözülmemiş bir sorun olarak dönmeye devam ediyordur. 


    Sara’nın burada elinde bir ayna vardır ve bu aynayı Isak ile konuşurken ona doğru tutar. Burada ayna Isak’ın gerçeklerle yüzleşmediği, onlardan hep kaçtığı gerçeğini gösterir. Bu ayna ona ne varsa yansımasını sağlayan bir simgedir. Isak’ın kendine bakmaya cesareti yoktur. Bu görevi Isak yerine Sara yerine getirir. Sara, Isak’tan neden ayrıldığını açıklar. Isak için acı gerçeklerin hepsi suratına çarpmıştır ve bundan kaçmak mümkün değildir. 


    “Çıkarır bakardım kimseler yokken; 
    beni bana gösteren aynamdı, almışlar.”

    Behçet Necatigil 
     
     
    Sara geçmişinde Isak’ı reddederek onun kardeşiyle evlenmeyi tercih etmiştir. Isak’a söylediği sözler ise çok ağırdır. “Senin gibi büyük bir profesör neden kırıldığını bilmeli ama sen bilmiyorsun” 


    İlk başta da bahsedildiği gibi bilinçli bir yalnızlığı tercih ettiğini düşünen Isak işte insanlardan aslında böyle uzaklaşmıştır. Kendi kendineyken mutlu olduğunu bu izolasyonun ona iyi geldiğini sanan Isak aslında hem kendisine hem de çevresine yabancılaşmış bir bireydir. 


    Aristoteles’e göre “Dostluk söz konusu olduğunda bencillik bir kenara bırakılmadır.” Bu hem arkadaşlık hem de aşk ilişkilerimiz için de geçerlidir. 


    Karl Jasper, “’Ben’ olmak yalnız olmak anlamına gelir” der. Isak’ın bencil olduğunu söylemiştik bu bencillkte biri sadece ben diyerek etrafına bir duvar örer. Fakat yaratmış olduğu ben kavramında hem yalnızlığa övgü hem de bu yalnızlığın yaratmış olduğu acı vardır. 
     
    Sevgileri yarınlara bıraktınız 
    Çekingen, tutuk, saygılı. 
    Bütün yakınlarınız 
    Sizi yanlış tanıdı. 
    Bitmeyen işler yüzünden 
    (Siz böyle olsun istemezdiniz) 
    Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi 
    Kalbinizi dolduran duygular 
    Kalbinizde kaldı. 
    Siz geniş zamanlar umuyordunuz 
    Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. 
    Yılların telâşlarda bu kadar çabuk 
    Geçeceği aklınıza gelmezdi. 
    Gizli bahçenizde 
    Açan çiçekler vardı, 
    Gecelerde ve yalnız. 
    Vermeye az buldunuz 
    Yahut vakit olmadı 


    Behçet Necatigil 


    Isak için hem nişanlısı tarafından reddedilmek hem de çevresindeki insanlar tarafından sürekli yargılanma içerisinde olması da onun hepsinden uzaklaşmasına neden olmuştur. İnsan için en önemli ihtiyaçlardan biri, çevresi tarafından kendini özel hissetmek, onlara ait hissetmek ve onlar tarafından kabul görmektir. Isak’ın gençliğinde Sara tarafından reddedilmesi ise aşkta ait olamamasının ve kabul görmemesinin hala hayatına etkilerini devam ettirmektedir. Aşkını mutlu şekilde yaşayamamış olan Isak bundan ıstırap duyuyordur. 


    “Kaldı ki aşk sadece bir haz kaynağı değildir; yokluğu da acı verir.” der Bertrand Russell 


    Freud ve Lacan ego için iki temel kavram vardır. Freud ideal-ego kavramını ele alırken; Lacan ego-ideali kavramını ele alır. İdeal ego, özne-ben’in kendisine benimsediği ideal imgedir. Kendisine yer edinmek için bir diğeriyle özdeşleşir. Fantezilerde kendini bir başkasının yerine koyarak aslında yapamayacağı şeyler onun vasıtasıyla yapar. Ego-idealinde ise benimsen imge kimin için benimsendiği ile ilgilidir. Burada belirleyici olan ötekinin arzusu olmayı arzuluyor olmakla ilgilidir. 


    İdeal ben ile var olan ben arasındaki çatışmalar kaygıyı doğurur. Isak’ın da kaygıları rüyalar yoluyla ortaya çıkar. Isak bastırmış olduğu duygulara rüyalarda yakalanır. Bastırma bilinçaltında kalmaz kendine sızacak yollar arar. Kimi kez rüyalarda, kimi kez fantezilerde, kimi kez de nevrotik semptomlarda bastırmış olduğumuz duygularla karşılaşırız. Bastırılan dürtüler rüyada dahi olsa gerçekleşmeye çabalar. 
     
     
    Bir diğer rüyasında Isak bu sefer bir mülakattadır. Sınav esnasında “Bir doktorun ilk görevi nedir?” sorusu sorulur. Isak bu soruyu yanıtlamayınca yanıt gelir. “Af dilemektir.” Bir hasta hakkında yanlış teşhiste bulunur bunun üzerine de “Yetersizlik” ile suçlanır. Mülakat onun için istediği gibi geçmez. Suçlamalar, yüzleşmek istemediği tüm gerçekler burada da yüzüne bir tokat gibi çarpar. Isak’a hüküm verilir bu mülakatta. Bunlar Isak’ın hayatta en çok korktuğu şeyler olan yetersizlik, vurdumduymazlık, bencillik ve merhametsizliktir. Daha önce gelinin de söylemiş olduğu gibi. 


    Filmin sonunda Isak son bir uykuya daha yatar. Uykuya yatmadan önce kendi kendine şunları söyler: 


    “Kendimi ne zaman endişeli ya da üzgün hissetsem, çocukluğumu aklıma getirerek rahatlamayı huy edinmişimdir. O akşam da öyle yaptım”

     
    Son rüyasında yine Sara’yı görür. Ama bu sefer bu rüya diğer gördüğü rüyalar gibi rahatsız edici değildir. Bu rüyada her şey yolunda ve mutluluk hissi hakimdir, kaygılarından eser kalmamıştır. Filmin başında beri kaygılarıyla, yüzleşmekten kaçtığı gerçekler ve korkularla ilerleyen rüyaları bu sefer mutlu bir şekilde son bulur. Isak kendini başından beri yalnızlığa mahkum etmiştir bu artık dayanılmaz bir haldedir. Artık bambaşka birisi olmak istiyordur, hayatının geri kalanını mutlu mesut bir şekilde ailesiyle geçirmek tek amacıdır. Geçmişindeki kötü ilişkiler, hatalar, ölüm korkusunu biraz da olsun yenmiştir artık karakter. 
     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.