Bu yazı AllegroExpress yazarlarından Elif Bakır tarafından yazılmıştır.
Attila İlhan Türk Edebiyatı'nda büyük yer edinmiş ve sadece şiirleri, yapıtları ile değil hayatıyla da hafızalarımıza kazınmış çok saygın bir şairdir.
"Babam şairdi, Divan tarzında şiirler yazardı. Ben de elbet, hem onun şiir tutumunu yadsıyorum hem de kendimi ona kabul ettirmeye çalışıyorum." demiş Attila İlhan.
Bu cümlesinden yola çıkarak önce hayatını, bilinmeyen yönlerini, daha sonra şiirlerini ve şiirlerindeki derin anlamlı hikayelerine değinelim.
Hayatı;
15 Haziran'da İzmir'in Menemen ilçesinde doğmuştur. Babası Muharrem Bedrettin İlhan şiire oldukça ilgili Divan tarzında şiirler yazan bir savcıdır. Attila İlhan'ın şiire olan ilgisi babasından kaynaklanmaktadır. İlkokul ve ortaokul yıllarını İzmir'de tamamlamıştır. Tiyatro ve sinema sanatçısı Çolpan İlhan'ın ağabeyidir.
İzmir Atatürk Lisesi'nde henüz birinci sınıftayken mektuplaştığı bir kıza bir mektubunda Nazım Hikmet'in bir şiirlerini yazınca yakalanır ve tutuklanır. Çünkü o dönemde Nazım Hikmet'i okumak, yazmak yasaktır. Daha 16 yaşındayken 2 ay hapiste kalır. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilir ve bu nedenle eğitim hayatına ara vermek zorunda kalır. Danıştay kararı ile 1944 yılında tekrar okuma hakkı kazanır ve bu kararla İstanbul Işık Lisesi'ne yazılır.
1946 yılında İstanbul Hukuk Fakültesine kaydolur. Bu yıllarda bazı dergilerde yazılar ve şiirler yazar. 1948'de ilk şiir kitabı olan "Divan"ı kendi imkanıyla yazıp yayınlar.
İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: “… birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır.”
1949'da Nazım Hikmet'i kurtarma operasyonuna katılır. Paris'e gider. Türkiye'ye her döndüğünde polisle karşılaşır. Defalarca gözaltına alınır. Böylece uzun bir süre İstanbul-Paris-İzmir üçgeninde hayatını sürdürür. 1960'tan sonra Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak "Yasak Sevişmek" ve "Aynanın İçindekiler" serisinden "Bıçağın Ucu" yayımlandı. 1968'te yönetmen Buket İlhan ile evlendi. 15 yıl evli kaldı. 1983 yılında boşandı.
Attila İlhan, 11 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı.
Bu etkileyici, dolu dolu geçen bir yaşamdan sonra sıra yaşamından izler taşıyan şiirlerine geldi.
ÜÇÜNCÜ ŞAHSIN ŞİİRİ
gözlerin gözlerime değince
felâketim olurdu ağlardım
beni sevmiyordun bilirdim
bir sevdiğin vardı duyardım
çöp gibi bir oğlan ipince
hayırsızın biriydi fikrimce
ne vakit karşımda görsem
öldüreceğimden korkardım
felâketim olurdu ağlardım
ne vakit maçka'dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi
bir rüzgâr aklımı alırdı
sessizce bir cıgara yakardın
parmaklarımın ucunu yakardın
kirpiklerini eğerdin bakardın
üşürdüm içim ürperirdi
felâketim olurdu ağlardım
akşamlar bir roman gibi biterdi
jezabel kan içinde yatardı
limandan bir gemi giderdi
sen kalkıp ona giderdin
benzin mum gibi giderdin
sabaha kadar kalırdın
hayırsızın biriydi fikrimce
güldü mü cenazeye benzerdi
hele seni kollarına aldı mı
felâketim olurdu ağlardım
Şiiri okuyan herkes farklı farklı duygular hissetse de şiirdeki ince betimlemeler, yoğun bir aşk, özlem birçok insanda ortak hissedilen duygular arasındadır. Şiirde aşktan kaynaklı bir kıskanma güdüsü ve sevgiliyi hep uzaktan izleme yani kavuşamama okuyucuya yoğun ve başarılı bir şekilde geçmiştir. Bu duyguları şu sözlerle ifade eder;
“çok ünlü bir şiir daha. hemen söylemeliyim ki şiir, gerçeğe çok yakın bir psikolojiyi, bir sevda gerilimini yansıtıyor. o yıllarda, maçka dolaylarında n. adında bir kız yaşardı. ince, tüy gibi, kısacık saçlı, son derece modern bir kız. yanılmıyorsam güzel sanatlar akademisine gidiyordu. tesadüf bu ya, marsilya yolculuklarımdan birinde, aynı vapurdaydık. napoli’ye kadar beraber gittik. o, orada indi. bir türlü yaklaşmak fırsatını bulamadım. ne yalan söylemeli, bu siluet beni çok etkilemiştir. siluet diyorum çünkü kişi olarak onu tanımadım; ama galiba uzaktan ‘sevdim’. üçüncü şahsın şiiri bunun kanıtıdır.”
SİSLER BULVARI
elinin arkasında güneş duruyordu
aylardan kasımdı üşüyorduk
ağacın biri bulvarda ölüyordu
şehrin camları kaygısız gülüyordu
her köşe başında öpüşüyorduk
sisler bulvarı’na akşam çökmüştü
omuzlarımıza çoktan çökmüştü
kesik birer kol gibi yalnızdık
dağlarda ateşler yanmıyordu
deniz fenerleri sönmüştü
birbirimizin gözlerini arıyorduk
sisler bulvarı’nda seni kaybettim
sokak lambaları öksürüyordu
yukarda bulutlar yürüyordu
terkedilmiş bir çocuk gibiydim
dokunsanız ağlayacaktım
yenikapı’da bir tren vardı
sisler bulvarı’nda öleceğim
sol kasığımdan vuracaklar
bulvar durağında düşeceğim
gözlüklerim kırılacaklar
sen rüyasını göreceksin
çığlık çığlığa uyanacaksın
sabah kapını çalacaklar
elinden tutup getirecekler
beni görünce taş kesileceksin
ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!
sisler bulvarı’ndan geçtim sırılsıklamdı
ıslak kaldırımlar parlıyordu
durup dururken gözlerim dalıyordu
bir bardak şarapta kayboluyordum
gece bekçilerine saati soruyordum
evime gitmekten korkuyordum
sisler boğazıma sarılmışlardı
bir gemi beni afrika’ya götürecek
ismi bilmiyorum ne olacak
kazablanka’da bir gün kalacağım
sisler bulvarı’nı hatırlayacağım
kırmızı melek şarkısından bir satır
lodos’tan bir satır yağmur’dan iki
senin kirpiklerinden bir satır
simsiyah bir satır hatırlayacağım
seni hatırlatanın çenesini kıracağım
limanda vapurlar uğuldayacak
sisler bulvarı bir gece haykırmıştı
ağaçları yatıyordu yoksuldu
bütün yaprakları sararmıştı
bütün sonbahar ağlamıştı
ağlayan sanki istanbul’du
öl desen belki ölecektim
içimde biber gibi bir kahır
bütün şiirlerimi yakacaktım
yalnızlık bana dokunuyordu
eğer sisler bulvarı olmasa
eğer bu şehirde bu bulvar olmasa
sabah ezanında yağmur yağmasa
şüphesiz bir delilik yapardım
hiç kimse beni anlayamazdı
on beş sene hüküm giyerdim
dördüncü yılında kaçardım
belki kaçarken vururlardı
sisler bulvarından geçmediğim gün
sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm
yağmurun altında yalnızım
ağzım elim yüzüm ıslanıyor
tren düdükleri iç içe giriyorlar
aklımı fikrimi çeliyorlar
aksaray’da ışıklar yanıyor
sisler bulvarı ayaklanıyor
artık kalbimi susturamıyorum
Şair, bu şiirini kendi ifadesiyle “Paris dönüşü, Lâleli’de pansiyoner olarak kalırken, sonbahar sisleri basıp, sokak lambaları puslu puslu yandığı zaman yaptığı yürüyüşlerde, bir yandan Paris günlerini, bir yandan sevdiği kızı, bir yandan da gerilimli hayatını düşünerek” yazmıştır. Zor ve koşturmaca dolu bir hayatta yazıya sığınan şairin bu şiirinden de anladığımız gibi tedirgin, yalnız, belirsiz bir durum içinde olduğunu görüyoruz. Öyle ki "artık kalbimi susturamıyorum " dizesinden içindeki yangını anlatmaya çalıştığını anlayabiliriz.
YAGMUR KAÇAĞI
Elimden tut yoksa düşeceğim
yoksa bir bir yıldızlar düşecek
eğer şairsem beni tanırsan
yağmurdan korktuğumu bilirsen
gözlerim aklına gelirse
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
Geceleri bir çarpıntı duyarsan
telaş telaş yağmurdan kaçıyorum
sarayburnu’ndan geçiyorum
akşamsa eylülse ıslanmışsam
beni görsen belki anlayamazsın
içlenir gizli gizli ağlarsın
eğer ben yalnızsam yanılmışsam
elimden tut yoksa düşeceğim
yağmur beni götürecek yoksa beni
Sen Benim Hiçbir Şeyimsin
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz
Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde
Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak
Sen benim hiçbir şeyimsin
Ben Sana Mecburum
Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum
Ağaclar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak, ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat cıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam, ne tutsam, nereye gitsem?
Ben sana mecburum, sen yoksun
Belki Haziran'da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor, kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün, kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgar saçlarını götürüyor
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum, bilemezsin
KAPTAN 1
Eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum
Gece yarısını yaşamaktan yorgunum
Ayazın avucunda unutmuştun ellerini
Önünden geçtiğim halde beni tanımadın
Ben değiştim biliyorum, hem sakal bıraktım
Şiirlerim külrengi kumrular gibi uçuyorlar
Bakır çalığı göklere katiyen tahammülüm yok
Hele Paris'in gökleri aklımı başımdan alıyor
Bana seni senden evvelki Poitiersli kızı hatırlatıyor
Ayazın avucunda unutmuştun ellerini
Karanlığın arkasında kıvılcım gözlü orospular
Gölgelerine yaslanmış evliya gibi bekliyorlar
Işıklar kırmızı yandığı zaman duracaksın
Yorum Bırakın