Resim ilerledikçe vurduğu fırça darbeleri daha bir tereddütlü olmuştu.
Üç dört aydır diğer işlerinden vakit buldukça bu yemekhaneye geliyor, fırçayı eline almadan önce salonun bir duvarını boydan boya kaplayan kurgusunu uzun uzun seyrediyordu.
Her seferinde kurgudan, yerleşimden, perspektifinden bir kez daha emin oluyordu. Hatta sırf bu resim için geliştirdiği boya karışımının dahiyane olduğunu bile düşünüyordu.
Aslında son yirmi yıldır kendisini ressamdan çok bir bilim insanı, mimar ya da mühendis gibi hissediyor; sürekli yeni makinelerin çizimleriyle, insan vücudunun sırlarıyla, katedral inşaatlarıyla ilgileniyordu.
Ancak hamisi Lodovico Sforza'nın isteğini geri çevirmesi mümkün değildi. Hamisi aslında çok da büyük olmayan bir kiliseye ait yemekhanenin duvarı için bir “Son Yemek” freski istemişti.
Masa başında oturan 11 adamla ilgili hiçbir sorun yaşamamıştı. Sanki onları daha önce görmüş gibiydi. Vücut dillerini, giysilerini, masadaki yerlerini ve en önemlisi yüzlerini kısa sürede bitirivermişti.
Ama son ikisi; iyi ile kötü…
İşte mütereddit fırça darbelerinin sorumlusu onlardı. Bu nemli ve karanlık yerde boşuna zaman kaybediyordu.
Onların suretleri gelmiyorsa o, onlara gidecekti. Böylece sokak sokak, pazar pazar, kilise kilise dolaşmaya başladı.
Önce iyinin yüzünü buldu. Bir kilise korosunda ilahi okuyan gençlerden biriydi. Genci yanına alıp resminin başına geçti. En önemli sorunu hallolmuştu.
Ve kötüyü, iyi olana ihanet edecek olanı aramaya başladı. Arayışı bu kez daha uzun sürdü, neredeyse üç yıl geçmişti. Birçok kere yaşadığı kabus yine gerçekleşiyordu. Yoksa bu işi de mi yarım kalacaktı?
Neden sonra bir duvarın dibine çökmüş bir sarhoşun yüzünde buldu aradığını. Hemen yardımcılarını çağırıp taşıttı adamı resmin yanına.
Yüzünde günahın, riyanın izleri sinmiş adamı resmetmeye başladı. O artık fırça darbelerini daha kararlı vururken sarhoş ayıldı.
İhanetin sinsi çizgileriyle uğraşırken modelinin “Ben bu resmi daha önce görmüştüm” dediğini duydu.
Oysa bu imkansızdı; çünkü birkaç yardımcısı ve kilisenin papazından başkası görmemişti çalışmasını.
İşte o an bu adamın üç yıl önce koroda ilahi söyleyen genç olduğunu anladı. Gencin şansı yaver gitmemişti. Yıllar içinde o elinde fırçasıyla düşünürken genç adam varını yoğunu, sevdiğini ve masumiyetini kaybetmişti.
Tüm bunlar olurken resmine son fırça darbesini attığını hissetti artık bitmişti. Birkaç adım geri attı, iyiyle kötünün yüzünün aynı olduğunu bir tek o biliyordu.
(Milano’ anlatılan yarı efsane, yarı gerçek bir öykü bu. Onlarca versiyonu var tabii. Bu sözcüklerle anlatılmıyor, ben biraz süsleyip öyküleştirdim. Böyle bir şey yaşandı mı, yoksa uydurulmuş bir anlatı mı bilinmez. Bu anlatıyla ilgili tartışma götürmez birkaç bilgi var tabii: Tarih 1494-1498 yılları arası. Yer Milano’daki Santa Maria Delle Grazie kilisesi. Duvar freskinin adı “Son Yemek”. Ve ressamın adı Leonardo da Vinci.)
Luk! Bana diyene bak.. Bu neymiş yahu! Valla missss:)