Mutsuzluğa Teslim Olan Adam: Emil Michel Cioran

Mutsuzluğa Teslim Olan Adam: Emil Michel Cioran
  • 10
    0
    0
    1
  • Mutlu olmak nasıl içgüdüsel bir duygu ise mutsuz olmak da bir o kadar içgüdüsel bir yansımadır. Fakat neden mutlu olduğumuzda çok rahat dışarı vurabiliyorken mutsuz olduğumuzda bunu dışarı vuramıyoruz?

    Hayatı algılayış biçimimiz toplumun geçmişten gelen kurallar ve davranışlar bütününün bir yansımasıdır. Kısacası neyin doğru neyin yanlış olacağını toplumun geçmiş birikimi belirler. Eğer toplum mutsuzluğu bir hastalık değil de bir seçim olarak görseydi bugün mutsuz olduğumuzda bunu daha rahat kabullenebilirdik.

     

    20. yüzyılın en büyük filozoflarından biri kabul edilen Emil Michel Cioran, 1911'de Raşinari'de (Romanya) doğdu, on yedi yaşında Bükreş Üniversitesi Felsefe Bölümü'ne girdi. 1934'te Bükreş'te yayımlanan ilk kitabı Sur les cimes du dâsespoir (Ümitsizliğin Doruklarında), kendisinin de kabul ettiği gibi, sonradan yazdığı her şeyin özünü barındırır. 1937'de, dini bir krizin ürünü olan ve tartışmalar yaratan kitabı Des larmes et des saints (Gözyaşları ve Azizler) yayımlandı. Aynı yıl Bükreş Fransız Enstitüsü'nden bir burs alarak Paris’e gitti ve oraya yerleşti. 1995 yılında Alzheimer hastalığından öldü.

     

    Cioran'ın yabancılaşma üzerine fikirleri, varoluşçu yazarlardan olan Albert Camus ve Jean- Paul Sartre'yi derinden etkiledi. Pesimist yaklaşımıyla Cioran, hayatın anlamsızlığı, sıkıntısı, çaresizliği ve sakıncaları üzerine yazdı.

     

     

    “Başkasına kıymamak için her birimiz kendimize mutsuzluğu seçeriz. Mutsuz olmak, mutsuz etmekten bin kat daha iyidir.”

     

    Cioran, dünyanın günlük işleyişi, mutluluklar ve acılarla ilgili alışılmışın dışındaki bir yaklaşıma sahiptir. Yaşamı ve yaşama dair her şeyi irdeleyen, büyük bir karamsarlıkla değerlendirmiştir.

     

    Cioran’ın yaşadığı bu karanlık iç dünyası, eserlerine dökülmüştür. Birçok okuyucusu ona neden bu kadar karamsar yazdığını sorduğunda cevabı “Formülize edilebilen her şey daha katlanabilir hale geliyor.” demek olmuştur. Bir bakıma mutsuzluğunu açıkça kabullenen ve bundan kaçmayan, bununla yaşayan ve anlamaya çalışan bir kişi görüyoruz karşımızda.

     

    “Aslında, niçin uyuruz ki? Pek öyle dinlenmek için filan değil... Unutmak için. Uykuyla geçen bir gecenin sonrasında, sabah uyanan tipte, bir şeye başlıyor olma yanılsaması vardır. Ama sizi bütün gece uyku tutmadıysa, hiçbir şeye başlayamazsınız.” (Ezeli Mağlup)

     


     

    Uykusuzluk problemi yaşayan Cioran’a “Uykusuzluktan hâlâ mustarip misiniz?” diye sorulduğunda ise şu şekilde yanıt vermiştir:

     

    “Eskiye göre çok daha az. Ama dünyaya karşı tüm bakış açımın değiştiği altı ya da yedi yıllık belirgin bir dönemdi. Bunun çok ciddi bir sorun olduğunu düşünüyorum. Şu şekilde gerçekleşiyor: normalde yatıp tüm gece uyuyan birisi ertesi gün neredeyse yeni bir hayata başlar. Yalnızca farklı bir gün değil, farklı bir hayattır başladığı. Bir şeylere böylelikle katlanabilir, kendini ifade edebilir, bir şimdisi, geleceği falan filan vardır. Fakat uyumayan biri için yatağa gittiği vakitten sabah uyanıncaya dek hep süreğen bir hâl vardır, hiçbir kesinti olmaz. Bu da bilincin hiçbir zaman bastırılmadığı, sekteye uğramadığı anlamına geliyor. Her şey bunun etrafında döner. Yani sabah sekizde yeni bir hayata başlamak yerine dün akşam sekizde olduğun gibisindir. Kâbus aralıksız devam eder bir bakıma.

    Eğer önceki geceden bir farkı yoksa sabah olunca neye başlayacaksın? O yeni hayat senin için yoktur. Gün bir çileye, dünkü çilenin devamına dönüşür. Herkes geleceğe doğru koşarken sen dışarıda kalırsın. Dolayısıyla bu durum aylara ve yıllara yayılınca, bir şeylerin anlamlarının, yaşam mefhumunun mecburen değişmesine neden oluyor. Nasıl bir geleceği beklediğini bilmiyorsun, çünkü herhangi bir geleceğin olmuyor.”

    Aslında sadece bir ihtiyaç olarak gördüğümüz uykunun hiçte öyle olmadığını çok iyi anlatmıştır.

     

    Cioran’ın hayatını okurken bir yandan da, acaba çocukluğu da bu şekilde mutsuz fikirlerlerle mi geçti diye düşünmüştüm ama öyle değil. Geçirdiği çocukluktan şöyle bahsediyor.

     

    “Hayattaki mutsuzluğumun olağanüstü derecede mutlu bir çocukluk geçirmemin bir cezası olduğuna inanıyorum. Yedi-sekiz yaşlarına kadar olan erken çocukluk döneminden söz ediyorum, fazlasından değil. Ondan sonrası faciaydı. Bir dağ köyünde doğdum, ilkel bir ortamda. Her zaman dışarıda, açık havadaydım. Vahşi doğada yaşar gibi yaşadım. O döneme ait şahane anılarım var.”

     


     

    Emil Cioran, tüm eserlerinde mutsuzluğu anlatırken hayatın ince ve hassas noktalarına değinmektedir. Mutsuzluk, Cioran’ın çocukluğundan beri peşini bırakmadığı bir sancı olmuştur.

     

    Hatta Cioran’ın annesi bu durumu fark edip Cioran’a şu sözü söylemiştir “Bu kadar mutsuz biri olacağını bilseydim kürtaj yaptırırdım.”

     

    Annesine karşı Cioran’ın cevabı daha ilginç olmuştur. “Ben basit bir kazayım bu kadar ciddiye almaya gerek var mı?”olmuştur.

     

    Kısacası Cioran, daha küçük yaşlarından itibaren mutsuzluk ile barışmış onu benimsemiştir. 

     

    Ezeli Mağlup, kitabında "Her sabah uyanıp kendi kendine, ‘başlayan bir gün daha, bunun da sonunu getirmeliyim, bu güne de tahammül etmeliyim’ demek zorunda olmaktan büyük bir ıstırap var mıdır?" diyen Cioran’ın intihar etmeyi saçma bulması da bir ilginç durumdur.

    İntiharı saçma buluyor çünkü, Cioran’a göre her insan intihar etmek için geç kalmıştır. Ona göre insanlar geçmiş acılarını yok etmek için intihar etmek ister fakat bu acılar artık yaşandığı için intihar etmek artık geçmiş acıları silemez bu sebep ile ona göre intihar geç kalınmışlık olarak gözüküyor.

     

    “İntiharsız hayat bence gerçekten tahammül edilmez bir şey olurdu.Kendimizi öldürmeye ihtiyacımız yoktur. Kendimizi öldürebileceğimizi bilmeye ihtiyacımız vardır. Bu fikir coşku vericidir. Her şeye tahammül etmenize imkan verir. İntihardan yana değilim, bu fikrin yararlılığından yanayım sadece.” (Ezeli Mağlup)

     

    Açıkça ortada ki Cioran, mutsuzluğu kabul etmiş ve mutsuzluğa teslim olmuş birisidir. Bunu yenmek için savaşmayıp hayatına devam etmiştir.

     


     

    Hayatta gülmenin de ne denli önemli olduğunu şu sözlere ifade etmiştir;

    “Gülebildiğiniz müddetçe, ümitsizliğe kapılmak için bin tane sebebiniz de olsa, devam etmek gerekir. Gülmek hayatın tek mazeretidir, hayatın büyük mazereti! Ve söylemem gerekir ki en büyük ümitsizlik anlarında bile gülme gücüm oldu. İnsanların hayvanlar karşısındaki avantajı budur. Gülmek nihilist bir tezahürdür, tıpkı neşenin kasvetli bir hal olabilmesi gibi.”

     

    İntihar fikri beliren kişilere de şu cümleyi söylemiştir, “Eğer hâlâ gülebiliyorsan, intihar etme; gülemiyorsan, o zaman tamam.”

    (Ezeli Mağlup)

     

    Ezeli Mağlup kitabından alıntılar:

    "Bil­diğimle hissettiğim arasında daima bir çatışma olacak."

     

    “Kierkegaard, davetli olduğu bir akşam yemeğinde herkesi esprilerle kahkahaya boğarken, buluşma sonrası yürüyüşünde intihar etmek istediğini anlatır. İntihar ile esprinin bağıntısıdır bu, espriye en çok sığınan gerçekten en fazla kaçandır, gerçek can sıkıcıdır...”

     

    İnsan için felaket, yalnız kalamamasından gelir.”

     

    "Geceleyin başka bir insanızdır, tamamen kendimizizdir; aynen son zamanında ıstırap çeken ve köşeye sıkış­mış Nietzsche gibi."

     

    “İnsan yalan içinde yaşıyor.Hayatın sahte bir suretini çıkartmışız.”

     

    Bir gün Henri Thomas bana, "1920'den beri olup biten her şeye karşısınız," dedi; ben de ona, "Hayır, Adem'den beri!" diye cevap verdim.

     

    “Bir yaşam öyküm olmamasına rağmen, yaşadım.”

     

    “Hayatın bir anlamı yok, sadece ölmek için yaşıyoruz.”

     

    “Her şeyin kıyısında yaşıyorum ve hiçbir şeye ait olmak istemiyorum…”

     

    “Delilik yaşamdan daha sahici.”

     

    “İnsan bir uçurumdur...”

     


     

    Çürümenin Kitabı’ndan alıntılar:

    “Saatler boyunca, başka saatleri bekleriz...”

     

    “...dökecek gözyaşı kalmayan, hâlâ döktüğü yaşların hatırasıyla yaşayan kimse mahvolmuştur.”

     

    “Bazen bir şey içinde kendimizi unutmayı başarırız; ama dünya içinde kendimizi nasıl unutabiliriz?"

     

    “Uzak ilkbaharlar düşledim; sadece dalgaların köpüğünü ve doğumumun unutuluşunu aydınlatan bir güneş, toprağa ve her tarafta sadece başka yerde olma arzusu duyma derdine düşman olan bir güneş düşledim.”

     

    Burukluk kitabından alıntılar:

    “Bir tek hakiki olan sevilmeye değerdir.”

     

    “Yüreğim müthiş bir burukluk hissiyle dolup taştı.”

     

    Emil Cioran’a, sabahtan akşama kadar ne yapıyorsunuz? diye sorulduğunda, “Kendime Katlanıyorum” cevabını vermiştir.

     

    “Anlamış olmaktan ve hala hayatta kalmaktan daha yanlış bir durum yoktur.”

    (Doğmuş Olmanın Sakıncası Üstüne)

     

    ***

     

    Emil Michel Cioran (1911-1995)

    Sevgiler, Mustafa.

    Kaynak 1 - 2 - 3 - 4


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.