Melancholia'nın en önemli sahnelerinden birinde Justine'in, Claire'e acımasızca söylediği bir söz vardı; ''Başka bir dünya yok... Sadece biz varız.''
2011 yılında haydut bir gezegenin dünyaya doğru yol almasıyla başlayan ikinci bir film daha vardı. Senaryosunu filmin başrolü Brit Marling ile birlikte yazan Mike Cahill'in yönettiği Another Earth.
Hikaye, 17 yaşında geleceği çok parlak bir öğrenci olan Rhoda'nın (Brit Marling) MIT'ye kabulünü kutladığı gece başlar. Kutlamadan sonra sarhoş şekilde araba kullanırken ve radyoda başka bir gezegenin güneş sistemine girdiğini, bu gezegenin küçük soluk mavi bir nokta olarak gökyüzünde görülebildiğini duyar. Uzayın derinliklerinin gizemine tutkulu bir genç olan Rhoda, büyük bir hevesle gökyüzündeki küçük mavi noktayı görmek ister ama önüne bakmayı unutur. İçinde hamile bir anne, küçük bir çocuk ve babasının bulunduğu bir arabaya çarpar. Kazada hamile kadınla küçük çocuğu hayatını kaybederken, baba komaya girer.
Rhoda, bu trajik olaydan dört yıl sonra, hapishaneden serbest bırakılıp ailesinin yanına geri döner. Rhoda hapisten çıktığında Dünya 2'nin normalleştiği bir hayata karışır. Dört yıl önce ortaya çıkan gezegen dünyaya neredeyse ay kadar yaklaşmış ve dünyanın ikizi gibi göründüğünden ''Dünya 2'' adını almıştır. Öteki gezegende henüz hayat var mı yok mu belli değildir ve bunun üzerine birçok tartışma dönüyordur.
Rhoda yeni hayatında çok sessiz ve içine kapanık biri olmayı tercih eder. Olanları geri almayacağını bilir, yine de hep merak eder, kaza olmasaydı, MIT'ye gitseydi nasıl bir hayatı olurdu? İş bakmaya başlar. Bir lisede temizlik görevlisi olarak işe başlar. Kendisi için en makul iş olarak bunu görür. Çünkü insanların içinde olmak ve çok konuşmak istemiyordur. Kendini insanlara o kadar kapatır ki sürekli iş kıyafetiyle, bereyle, kapşonla dolaşır. Gökyüzünde Dünya 2'yi gördüğümüz bir sahnede düşüncelere boğulmuş bir şekilde işe doğru yürürken, bir radyo programına konuşan Richard Berendzen’in sesini duyarız:
''Uyuduğunuzu ve sonra uyandığınızı düşünün. Nerede olduğunuzu bilmiyorsunuz, Etrafta başkası var mı, onu da bilmiyorsunuz. Tahminen önce ne yapardınız? Galiba etrafınıza bakınıp; ''Merhaba? Kimse yok mu? Yalnız mıyım?'' diye öğrenmeye çalışırdınız. İşte biz dünyada bunu bilmek isteriz.'' - Prof. Richard Berendzen
Rhoda hayatına devam etmekte zorlanırken, ailesinin ölümüne sebep olup komaya soktuğu adamın hayatta olduğunu öğrenir. Adam, John Burroughs (William Mapother) adında eski bir Yale profesörüdür. Ancak ailesini kaybettikten sonra kendini eve kapatmıştır. Rhoda, bir yandan kaybettiği geleceğinin acısını çekerken, diğer yandan ölümüne sebep olduğu aile için hissettiği suçluluk duygusuyla cebelleşir. Yüreği hissettiği suçluluğun altında ezilir, kışın soğuğunda karların üstüne çıplak bir şekilde uzanıp, Dünya 2'yi hayranlıkla seyrederken, kendini ölümün kucağına atmak ister.
Donarak ölmeden önce kurtarılır, ancak yaşamak artık onun için yalnızlık ve anlamsızlıktan ibarettir. Dünya 2'nin onun için belki de yeni bir anlamı, yeni bir geleceği temsil ettiğini hisseder. Dünya 2'ye yapılacak bir seyahati araştırır. Şansını denemek ister ve bir makale yazar:
''İlk kaşiflerin atlantik okyanusunun batı kıyısına geçtiği ilk dönemde, çoğu insan dünyanın düz bir yer olduğunu sanıyordu. Çoğu insanın düşüncesine göre, yeterince batıya giderseniz uçaktan düşer gibi boşluğa düşersiniz. Bilinmeyene yelken açan bu taşıtlar; asilleri, aristokratları, sanatçıları veya tüccarları değil, hayatının sınırlarında yaşayan bir ekipten oluşan insanları taşırmış. Deliler, yetimler, eski mahkumlar, serseriler... Tıpkı benim gibi.. Bir suçlu olarak birçok şey için aday olmam mümkün değil, ama belki de bu başkadır. Belki de buna en uygun aday benim.''
Rhoda, John'un adresini bulup evine gider. Ondan af dilemek istese de kendini tanıtmaya bile cesaret edemez, kendini bir temizlik hizmetlisi olarak tanıtır. Eve kapanmış kötü haldeki John'un sorunlu yaşamını biraz daha iyi bir hale getirmek ister. Bunu yaparak ona bir faydası dokunacağını düşünür ve kimliğini gizleyerek temizlik hizmeti vermeye başlar.
Bu sırada Dünya 2 ile ilgili tüm dünyayı etkileyen bir gelişme olur. Dünya 2'nin üzerinde yaşayan insanlara kadar bu dünya'nın tam bir kopyası olduğu ortaya çıkar. Bu dünyada yaşayan her insan, aynı zamanda orada da yaşamış, aynı hayatları sürmüştür. Bu olağanüstü gelişme tüm insanları ve Rhoda'yı şoke eder.
''Düşünmesi bile çok zor. Ben oradayım, kendimle tanışabilir miyim? Oradaki ben, buradaki benden daha mı iyi? Oradaki benden bir şeyler öğrenebilir miyim? Oradaki ben, buradaki benle aynı hataları yapmış mıdır? Oradaki ben, benimle oturup muhabbet edebilir mi? İlginç olmaz mıydı? İşin doğrusu bunu zaten her gün, gün boyunca yapıyoruz. İnsanlar bunu itiraf etmiyor ve üzerine fazla düşünmüyorlar ama yapıyorlar. Her gün kendi kafalarının içinde konuşuyorlar. O napıyor? Neden böyle yaptı? Doğru şeyi söyledim mi? Bu durumdaysa sizden bir tane daha var.'' - Prof. Richard Berendzen
Rhoda, John'a bir süre temizlik hizmeti verdikten sonra ikisi arasında arkadaşlık başlar. Aralarında kurulan bağ zamanla olgunlaşır. John, ailesini kaybettiğinden beri ilk defa hayata karşı daha umutludur. Rhoda ise John'dan sakladığı gerçeğe rağmen onun iyi olduğunu gördükçe daha mutlu hisseder. Aralarındaki arkadaşlık çok geçmeden romantizme dönüşür. Rhoda öteki dünyaya gitmek için bir makale yazdığını söylediğinde John, Platon'un, ''Mağara Alegorisini'' örnek göstererek bunun akıllıca olmadığını söyler. Aslında Rhoda'nın gitmesi fikri onu rahatsız etmiştir.
Aralarında geçen sohbetlerin birinde Rhoda bir hikaye anlatır:
''Rus kozmonotun hikayesini biliyor musun? İşte bu kozmonot, uzaya giden ilk insan. Ruslar, Amerikalıları alt etti. İşte bu kozmonot kocaman gemisiyle uzaya gidiyor, ama kendisinin yaşayabileceği alan ise küçücük. Kozmonot orada, penceresinden Dünya’yı ilk kez görüyor. Yani demek istediğim, bu adam Dünya’ya ilk defa dışarıdan bakıyor. Ve o anda kendini kaybediyor. Ve birden bire kontrol panelinde garip bir tik sesi gelmeye başlıyor. Kontrol panelini söküyor, aletlerini alıyor. O tik sesini bulmaya ve onu durdurmaya çalışıyor. Ama bir türlü bulamıyor. Bir türlü durduramıyor o sesi. Ses sürekli geliyor. Birkaç saat sonra bu ses ona işkence gibi gelmeye başlıyor. Bu sesle geçen birkaç gün sonra ise bu sesin onu çıldırtacağını biliyor. Kafayı yiyor. Ne yapacak? Uzayda kapalı bir alanda tek başına. Bu sesle geçireceği 25 günü daha var. Kozmonot şuna karar veriyor: Akıl sağlığını korumasının tek yolu bu sese aşık olmak. Gözlerini kapatıyor, hayal gücüne dalıyor ve sonra gözlerini açıyor. Artık o tik sesini duymuyor. Onun yerine müzik duyuyor. Uzaydaki bu yolculuğunu huzur ve mutluluk içinde geçiriyor.''
Rhoda'nın çalıştığı lisede çalışan başka bir hademe olan Purdeep bir gün işe gelmemiştir. Rhoda onun hastanede olduğunu öğrenir. Nedeniyse kendi kulağına çamaşır suyu dökmesidir. Purdeep bu filmdeki en derin ve Rhoda'ya en çok benzeyen karakterdir. Bu yaşlı adam kulağına çamaşır suyu dökmeden önce de zaten kör biridir. Körlüğünün sebebi de yine kendisidir; her yerde kendini görmekten bıktığı için kendini kör etmiştir. Şimdiyse insanlarda kendini duymamak için kendini sağır etmiştir. Purdeep'in suçluluk hissini en iyi bilen kişi Rhoda'dır. Purdeep'de Rhoda'yı anlayabilen tek kişidir. Bir keresinde Purdeep onu gözleriyle göremediği halde endişesini hisseder ve yanına yaklaşır; ''Beni dinle, kafanı boşalt. İşte bu. Huzuru bulacaksın, endişelenme. Kendini uydurmayı öğren.'' der. Aslında bu tam olarak Rus kozmonotun yaptığı şeye benzer.
Rhoda, Purdeep'i hastanede ziyaret eder. Purdeep, yaptığı şeyi sadece onun anlayabileceğini biliyordur. Rhoda hiçbir şey göremeyen ve duyamayan bu adamın eline parmağıyla ''forgive'' yazar. Çünkü onun da kendisi gibi affedilmekten başka bir şey istemediğini iyi biliyordur.
Rhoda eve döndüğünde yazdığı makalenin kabul edildiğini öğrenir. Dünya 2'ye gidecek olaran mürettebatın bir parçası olacaktır. Sevincini John'la paylaşır. John bunu başta mutlulukla karşılayıp kutlamak ister. Birlikte yemek yedikten sonra gitmesini istemediğini söyler. Çünkü Rhoda'ya aşık olmuştur. Rhoda ise kim olduğunu ve neden hayatında olduğunu açıklar. Duydukları karşısında yıkılan John, büyük bir öfkeyle Rhoda'yı evinden kovar.
John'un hayatını ikinci kez mahvettiği için üzüntü duyan Rhoda'ya, Berendzen'ın Dünya 2 ile ilgili teorisi yeni bir fikir verir:
''13 milyar yıldan daha eski olan Kozmos’un o devasa tarihinde Dünya bir yerlerde kopyalanmış. Ama belki de bu Dünya’yı görmenin yeni bir yolu vardır. Küçücük bir değişim bile olsa onlar buraya bakarken sen başka bir yöne -oraya- baksan, belki de her şey birden değişir ve şunu merak etmeye başlarsın: Başka neler değişmiş olabilir? Pekala, birisi şunu diyebilir; senin birebir aynadaki yansıman aniden kırıldı ve yeni bir gerçeklik oluştu. Ve işte orada bir fırsat ve bir gizem yatar. Daha başka ne var? Yeni ne var? Şimdi ne olacak?'' - Prof. Richard Berendzen
Berendzen'ın teorisi doğruysa, Rhoda'nın kaza yaptığı gece Dünya 2'nin ilk defa ortaya çıktığı geceydi. O ana kadar iki dünya'da da insanlar aynı hayatları yaşarken, o andan itibaren iki dünya içinde her şey değişmiştir. Bu da diğer dünya'da, kazanın yaşanmamış olma olasılığını doğuruyordu. John'un eşi ve çocuğu diğer dünya'da hala hayatta olabilirlerdi. Rhoda, John'dan özür dileyerek ona bu teoriden bahseder. Ailesinin hala hayatta olabileceği için kendisinin yerine onun gitmesi gerektiğini söyleyerek bileti ona bırakır.
John, bileti kullanarak Dünya 2'ye gider. Rhoda, dünya'da kalır ama içindeki suçluluk duygusundan biraz olsun kurtulmuştur. John'un ailesine kavuşacağı umuduyla hayatına devam eder. Aradan 4 ay geçtikten sonra Rhoda bir gün işten evine dönerken, garaj kapısının önünde onu bekleyen biri olduğunu görür...
''Başka bir dünya yok... Sadece biz varız.''
Uyumsuzluk, Yanılsama ve Şimdiki Akıl Paradoksu
Yaşadığımız olayların sonuçlarıyla şekillenen hayatlar yaşıyoruz. Bazen gittiğimiz yolu hür irademizle seçeriz bazen de seçtiğimiz yol bizi başka seçimler yapmaya zorlar. Hayatta olan herkes, kendini gerçekleştirme batağına saplanmıştır. Kendisinin özel olduğuna kanaat getiren her bir birey, bir noktada kendini gerçekleştirme serüvenini başarıyla tamamlayacağına inanır ve ''New York Yanılsamaları'' filminin yazarı Charlie Kaufman’a göre bu hiçbir zaman gerçekleşmez. Çünkü saat şu an 7:43’tür ve birazdan 7:44 olacaktır. Yaşamak böyle bir şeydir. “Kötü nedenlerle de açıklansa, açıklanabilen bir dünya bildik bir dünyadır. Buna karşılık, birdenbire düşlerden, ışıklardan yoksun kalmış bir dünyada insan kendini yabancı bulur. İnsanla yaşamı, oyuncuyla dekoru arasındaki bu kopma, uyumsuzluk duygusunun ta kendisidir. Sağlam insanlar arasında bile kendi intiharını düşünmemiş bir kimseye rastlanamayacağına göre, bu duyguyla hiçliği istemek arasında dolaysız bir bağ bulunduğu fazla açıklama yapılmadan da benimsenebilir.” Albert Camus'un bahsettiği bu uyumsuzluğu Mike Cahill, başka bir boyuta taşıyıp, bulunduğumuz dünyaya ayna bir dünya yaratarak bambaşka bir uyumsuzluğun kapısını aralar.
“Maskelenen şey, anlatı zincirinin radikal olumsallığıdır, her noktada işlerin başka türlü gelişebileceğidir. Ama eğer bu yanılsama tam da anlatının çizgiselliğinin sonucuysa, olaylar zincirinin radikal olumsallığı nasıl görünür kılınabilir? Paradoksal cevap şudur: Tersten giderek olayları geriye doğru, sondan başa sunarak.” Slavoj Zizek’in bahsettiği bu lineer olmayan olay akışını Mike Cahill, birbirinin aynısı iki dünyada gerçekleştirir. Aslında Rhoda ve John'un yaşamı iki dünyada da lineer bir zaman akışında gerçekleşir. Ancak bu lineer zaman akışının içerisinde gerçekleşen durumlar, üzerine her gün verilen yeni bir kararla iki dünyada da sondaki hâlini almaz. Çünkü zihnin içinde kurgulanan benlikler, lineer zaman akışından çıkmamız ve olaylara daha bütünsel bakan bir bilinç tarafından karar verilmesiyle arzulanan gerçekliğin yanılsamasını yaratmak için oluşturulur.
'Kendini gerçekleştirmeyen' insanların yüzleştiği sonuçlar bazen ağır olabilir ama herkes yaptığı hataları ümitsizce geri almak ister. Nedenler, sonuçlar, bedeller, ikinci şanslar, seçenekler her şeyi sorgulatır, iç hesaplaşmamız son bulmaz. "Her şeyi doğru yapmış olsaydım nasıl bir hayatım olurdu? Şimdiki aklım olsaydı böyle yapmazdım'' deriz ama göz önündeki paradoksu kaçırırız. Emrah Serbes'in, ''Hikâyem Paramparça'' kitabında söylediği gibi, eğer öyle yapmasaydık, şimdiki aklımız olmazdı.
Farklı gezegenlerde aynı ailelerde büyümüş, aynı eğitimi almış, aynı sosyo-kültürel seviyedeki kişilerin benzer kararlar vermesi; kişilerin doğal yapılarının dahi aynı olduğunu düşündüğümüzde benzerlikten de öte, aynı adımları atması beklenebilir. İzlediğimiz Rhoda, senkronizasyon bozulduğundan beri sonradan pişman olduğu olaylar yaşamış ve "şimdiki aklına" sahip olmuştur. Diğer Rhoda ise eğer aynı olayı hiç yaşamamışsa veya aynı olay karşısında farklı karar vermişse, aynı hatayı yapmayarak farklı bir 5 yıl yaşamış, ancak diğerinin geçtiği mücadelelerden geçmediği için onun sahip olduğu "şimdiki akla" sahip olmamıştır. Ortak geçmişleri ne kadar aynı olsa da senkronizasyon bozulduktan sonra farklı yönelimleri olacağı varsayımında bulunursak, onlar artık aynı kişiler değillerdir.
Kendimize dışarıdan bakabilseydik ne görmeyi isterdik? Kendimizi bağışlayabilir miyiz?
''Yaşamımız boyunca biz biyologlar, küçük ve çok daha küçük şeyleri incelemeyi başardığımızda hayretler içinde kaldık. Ve astronomlar gece karanlığında çok daha uzaklara, zamanda geriye ve uzayda ileriye gittiler. Ama tüm bunlardan çok daha gizemlisi ise ne küçük ne de büyük şeylerdi. Gözümüzün önünde olan bizlerdik. Kendimizi tanıyabilir miyiz? Ve eğer bunu yapabilseydik o kişinin kendimiz olduğunu bilebilir miydik? Kendimize ne derdik? Kendimizden ne öğrenirdik? Kendimize dışarıdan bakabilsek gerçekten de ne görmeyi isterdik?
...
Düşünmesi bile çok zor. Ben oradayım, kendimle tanışabilir miyim? Oradaki ben, buradaki benden daha mı iyi? Oradaki benden bir şeyler öğrenebilir miyim? Oradaki ben, buradaki benle aynı hataları yapmış mıdır? Oradaki ben, benimle oturup muhabbet edebilir mi? İlginç olmaz mıydı? İşin doğrusu bunu zaten her gün, gün boyunca yapıyoruz. İnsanlar bunu itiraf etmiyor ve üzerine fazla düşünmüyorlar ama yapıyorlar. Her gün kendi kafalarının içinde konuşuyorlar. O napıyor? Neden böyle yaptı? Doğru şeyi söyledim mi? Bu durumdaysa sizden bir tane daha var.'' - Prof. Richard Berendzen
Mevlana'ya göre;
''Gerçek, Tanrı’nın ellerinde bir aynaydı. Sonra düştü ve parçalara ayrıldı. Herkes ondan bir parça aldı ve ona bakınca gerçeği gördüğünü düşündü.''
Film boyunca Rhoda ile birlikte dünyadan kopmaya çalışırız. Bize dair kötü olan ne varsa sorumluluğunu alamadığımız için suçluluk altında ezilerek geçirdiğimiz bir yaşama boyun eğmek yerine, bir yerlerde başka bir yaşam/anlam arayışına gireriz. Ancak korkularımızla yüzleştikçe, asıl olmasını gerekenin hatalarımızın sorumluluğu alıp bu dünyada kalabilmek olduğunu anlarız.
Purdeep, başka insanlarda kendini görmeye tahammül edemediği için kendi isteğiyle kör ve sağır olmayı tercih etmişti. Rhoda ise kazayla ölümlerine sebep olduğu insanlar için suçluluk içinde kavrulmasının yanında, kaybettiği geleceğinin acısına da katlanamıyordu. Buna rağmen en baştan beri tek istediği şey bağışlanmaktı. Dünya 2'ye gitmeye hak kazandığında bu hakkını, ailesinin ölümüne neden olduğu John'a devretmesi de bu yüzden. John'un diğer dünyaya gidip ailesiyle buluşmasını ummak en azından Rhoda'yı kasıp kavuran suçluluk duygusundan biraz olsun kurtaracaktı. Böylelikle Rhoda, hatalarının sorumluluğunu üstlenip bu dünya'da kalmayı, daha farklı bir gelecek ihtimaline tercih etmiş oldu. Victor Hugo, ''Vicdan, insanın içindeki Tanrıdır.'' der. Belki de içimizdeki kırık ayna parçası budur. Kendimize dışarıdan bakmaya bu yüzden tahammül edemiyoruz belki.
Spare kelimesi ''ayırmak'' ve ''affedilmek'' anlamına gelir. Aslında ikisi de bu filmde aynı anlamdadır. İnsanlar için diğer dünyaya bakmak, aynadaki yansımalarına bakmaktan farksızdır. Hayatları istediği gibi gitmemiş her insan için bu tahammül edilemez bir durumdur. Kendilerinden af dileyip vicdan azabı çekmeden hayatlarına devam etmek, bağışlanmak isterler. John Burroughs'un da dediği gibi biz buna hazır değiliz. İnsanoğlu daha evrenin merkezinde olmadığı gerçeğini bile sindirememişken, kendi kopyasından bir tane olduğu gerçeğini nasıl kabullenebilir? Ya da kendisine nasıl dışarıdan bakabilir?
Rhoda 2 neden Rhoda 1'i ziyaret etti?
İki dünya arasındaki eşzamanlılığın bozulduğuna dair filmin bize verdiği tek kanıt, Rhoda 2'nin daha iyi durumda olduğunu gösteren giyim tarzındaki gözle görülür farklılıktı. Kazadan bu yana Rhoda 1, çoğunlukla iş elbisesi, bol pantolon ve bere giymeyi seçmişti. Rhoda 2, aksine, daha klasik bir tarzda daha estetik giyindiğini görüyoruz.
Rhoda 2'nin, John'un gidişinden 4 ay sonra geldiğini düşünürsek, John'un ailesine kavuştuğunu ve Dünya 2'deki Rhoda'ya her şeyin onun sayesinde olduğunu anlatması üzerine buradaki Rhoda'ya destek olmak için bu dünyayı ziyaret etmek zorunda hissettiğini varsayabiliriz. Ne de olsa Rhoda'nın, film boyunca etrafındaki insanlara karşı her zaman şefkatli, nazik ve yardımsever biri olduğunu görmüştük.
Duyguyu Kurgulayan Bilim Kurgular: Melancholia ve Another Earth
İki güzel sarışın, aniden ortaya çıkarak dünyaya doğru yaklaşan ürkütücü gezegenler, rahatsız edici aile dinamikleri, depresyon, melankoli... Aynı yıl içinde benzer fikirlerin birbirinden bağımsız iki filmde ortaya çıktığını görmek oldukça garip olduğu gibi varoluşu hedef alan iki bilim kurgu çerçeveli öykünün çok iyi işlendiğini görüyoruz.
Lars Von Trier'ın bilim kurgusu, yeni keşfedilen ve dünyayı yok etmekle tehdit eden bir gezegen hakkında. Mike Cahill'in bilim kurgusuysa, dünyanın ayna kopyası bir gezegenin, dünyanın yörüngesine oturmasını konu alıyor. Melancholia'nın ilk yarısı şimdiye kadarki en kötü düğünle ilgiliyken, Another Earth, bir aileyi öldüren bir araba kazasına neden olan genç bir kadınla ilgilidir. İki film de süper karanlık ve depresyon temalarını ele almasının yanında, her iki filminde kopma noktası, gezegenlerin ortaya çıktığı andır. Melancholia'da, Justine'in kendisini öldürecek olan gezegeni çıplak bir şekilde oturup izlediği bir sahne var. Burada da Rhoda'nın kışın soğuğunda çıplak bir şekilde karlara uzanıp diğer gezegeni seyrederken ölmeyi beklediği bir sahne var. İkisi de kendileri için yeni anlam, yeni bir varolma halini temsil eden gezegenleri tüm çıplaklığıyla, hayranlıkla karşılar. Aynı perspektife oturtulabilir..
Her iki filmde de gerçek bir bilim yoktur. Varoluşu tehdit eden veya gerçeklik algısının dokusunu değiştiren, mümkün olabileceğine inandığımız kozmik olaylarla karşı karşıya bırakılan ve bununla başa çıkmaya çalışan sırandan insanların davranışlarına şahit oluyoruz. İki film de izleyeni dünyayı değil, kendini sorgulamaya götüren, bilimden çok duyguyu kurgulayan, insanı dünyadan soyutlayıp çıplak bırakan filmler. Bu bilim kurgu yapısı Andrei Tarkovsky gibi usta film yapımcıların elinde, insanlık durumunu çerçevelemek için olağanüstü "bilimsel" olayları kullanan "Solaris" gibi filmler aile, insanlık, aşk, ölüm gibi temel şeyler hakkında ustaca derin felsefi sorular sorabiliyor.
''Avatar'' gibi sinemanın görsel potansiyelini en üst düzeye çıkararak başarılı olan filmlerin tek sorumluluğu hayal gücümüzü ortaya çıkarmaktır. Bu iki filmin basit bilim kurgusu bizi varoluşumuz hakkında düşünmeye, sonsuz olasılıkları merak etmeye ve aynaya bakmaya zorluyor.
Daha fazla okuma ve Referanslar
Albert Camus, Sisifos Söyleni, İstanbul: Can Yayınları, 2017
Sigmund Frued, Bir Yanılsamanın Geleceği, Ankara: Alter Yayıncılık, 2011
Slavoj Zizek, Yamuk Bakmak, İstanbul: Metis Yayınları, 2013
Emrah Serbes, Hikayem Paramparça, İletişim Yayınları, 2012
Mindbent - Another Earth
Ecem Şen - New York Yanılsamaları: Bir Zihnin İçinde Genişleyen Benlik
Ömer Ceran - Mike Cahill filmleri: Another Earth & I Origins
Kivikocan - Another Earth
Yorum Bırakın