Psikanalizin unutulmuş öncüsü olan Sabina Spielrein, değerli bir doktor olmasının yanı sıra ilk kadın psikanalisttir.
Carl Gustav Jung’ un bir hastası ve öğrencisiydi. Ayrıca doktorasını psikanalitik bir tezle alan ilk kadındı.
Spielrein, varlıklı bir Yahudi ailesinin beş çocuğunun ilki olarak 25 Ekim 1885 yılında Rusya’da dünyaya geldi. Spielrein’nin çocukluğu ebeveynlerinin sorunlu ilişkilerinin gölgesinde, anne ve babasından fiziksel şiddet görerek bir taraftan da mücadele etmeye başladığı takıntıları ile oldukça zorlu geçti. Birçok yönden baskıcı, şiddet yanlısı ailesi çocuklarının iyi eğitim almasına öncülük etti.
Tek kız kardeşi olan Emilia’ nın ani ölümünün ardından Spielrein’nin akıl sağlığında bozulmalar başladı. 19’lu yaşlarının başlarında histeri teşhisi konularak tedavi için İsviçre’ye gönderildi. Ağustos 1904’te Zürih yakınlarındaki Burghölzli Kliniği’ ne yatırılarak tedavi görmeye başladı. Bu klinikte asistan olan Carl Gustav Jung’ un gözetiminde olan Spielrein, babasından sık sık şiddet gördüğünden ve bazı mazoşist yaklaşımlara maruz bırakıldığından bahsetti. O zamanlar Sigmund Freud’ un gölgesinde fikirlerini geliştirmeye çalışan genç ve yeni evli bir doktor olan Jung, hastalarıyla arkadaş olmaya, onlarla bir paylaşım içerisinde olmaya, onları anlamaya ve bilinçaltlarına yolculuk yapmaya özen gösteriyordu. Yaşadığı histerilerin sebebinin babasının küçük yaşta uyguladığı şiddet ve tacizler olduğu anlaşılan Sabina ile başladıkları tedavi süreci boyunca pek çok sorunla karşılaşan Jung, ilerleyen dönemlerde Sigmund Freud’a mektup yazarak ilk psikanalitik vakası olarak Spielrein’den bahsetti. Freud ve Jung bu vaka üzerinden mektuplaşarak bilgi alışverişinde bulunmaya başladı.
Sabina Spielrein ve ailesi; ön sıra en sol Sabina.
Sabina Spielrein, tedavisi sırasında Jung'a derinden aşık oldu, evliliği ve mesleğinin etiği nedeniyle gizli kalması gerektiğini bildiği bir aşk. Carl Jung ise hastasının bilinçaltında yatanları anlamaya çalışırken karşı konulamaz bir tutkuya doğru sürüklenmeye başladı. Bu tutku Sabina’nın annesine yazdığı mektuplar ile ortaya çıktı ve tarihe sürüldü.
Yaklaşık bir yıl süren tedavisi sonunda iyileşen Spielrein, 1905 haziranında da Zürih Üniversitesi Tıp Fakültesine başladı ve bu sırada iyileşmesine rağmen gönüllü olarak Jung’un laboratuvarına gelerek ona yardımcı olmaya başladı. Jung temel psikanaliz yaklaşımlarını Spielrein üzerinde uyguladı. Tedavi gördüğü psikiyatri servisine bu kez kendi isteğiyle asistan olarak dönmüştü.
Hem Spielrein hem de Jung'un birbirlerine olan duyguları sonraki yıllarda derinleşmeye devam etti. Psikanalize daha da bağlı olan tutkulu ilgiyi paylaştılar. Spielrein, düşüncelerinde var olan paralellikten memnundu. Sonuç, aralarında 1909 baharına kadar devam eden bir aşk ilişkisiydi.
Bazı psikanalistler ilişkinin tamamen duygusal olduğunu öne sürerken, tarihçi ve psikanalist Peter Loewenberg ise, bu ilişkide cinsel birliktelikte yaşandığını ve bu nedenle Jung'un mesleki etiğini ihlal ettiğini savunuyor. Loewenberg'e göre, ilişki: “Jung, Burghölzli'deki konumunu tehlikeye attı ve Zürih Üniversitesi'nden ayrılmasına yol açtı." Jung sonunda evliliğini ve kariyerini kurtarmak için ilişkiyi bitirdi.
Sabina Spielrein, mezuniyetinin hemen ardından Zürih’ten ayrılarak sanat tarihi öğrenmek için Münih’e yerleşti. Sanat tarihi öğrenirken aynı zamanda ölüm ve seks arasındaki bağlantı üzerine bir makale için çalışmaya başladı. 1912’nin ekim ayında Viyana’ya taşınarak, Viyana Psikanaliz Topluluğuna katıldı. Bu topluluğunun ikinci kadın üyesi oldu. Aynı yıl içerisinde katılmış olduğu ilk toplantılardan birinde yankı uyandıran çalışması, “Var Olma Nedeni Olarak Yıkım” dan sunumlar yaptı. Makalenin ana tepkisi, yok edici gücün üretici gücün bir parçası olduğu yönündeki içgüdüsel fikre doğrudur.
Spielrein, bu çalışması ile Freud’un en önemli teorilerinden olan “Beyond the Pleasure Principle” da bahsettiği, seks dürtüleri ve ölüm dürtüsü arasındaki etkileşim fikri için öncü olmuştur.
Psikoloji Çalışması
Sabina'nın tez araştırması, şizofreni hastasıyla ilgili bir vaka çalışmasıydı ve bu bireyin kullanma eğiliminde olduğu dile odaklandı. Spielrein Mayıs 1911 yılında, psikanalitik dergide yayımlanan "Şizofreni Vakasının Psikolojik İçeriğiyle İlgili" adlı çalışması, şizofreni üzerine yapılan ilk psikanalitik vaka çalışmalarından biriydi. Jung makaleyi düzenledi ve yayınlandı. Çalışma ayrıca psikiyatristlerin şizofreni durumunu daha iyi anlamalarına yardımcı olarak bu hastalar için daha fazla araştırma ve yardım yapılmasına yol açtı. Spielrein, bir kadın tarafından kaleme alınan ilk psikanalitik tezin sahibi olarak şizofreni hastalarının dilinin daha iyi anlaşılmasına büyük katkılar sağladı.
Uzun yıllar Almanya ve İsviçre’de çalıştıktan sonra Rusya’ya taşındı ve orada psikanaliz alanını tanıttı. 1912’de Rus-Yahudi doktor Pavel Sheftel ile evlendi, bir yıl sonra kızı Renata doğdu. 1912’den 1914’e kadar ailesiyle birlikte Berlin’de yaşadı ve çocuk psikanalizi ve rüya analizi üzerine çeşitli makaleler yayınladı. Önceliklerinden biri çocukların düşüncesini ve dilini keşfetmekti.
Rousseau Enstitüsünde bırakarak 1923 yılında psikanalizin gelişimini desteklemek üzere Moskova’ya gitti. Vera Schmidt ile burada çocuklar için “Beyaz Çocuk Yuvası” lakaplı bir anaokulu kurdu. Kurum, çocukları olabildiğince erken yaşta kendi ayakları üzerinde özgür kişiler olarak yetiştirmeye kararlıydı. “Beyaz Kreş” üç yıl sonra yetkililer tarafından çocuklara cinsel sapkınlık aşıladığı iddiasıyla kapatıldı.
Rusya’da bölgenin en deneyimli psikanalistiydi. Birinci Moskova Üniversitesi Çocuk Psikolojisi Başkanı olarak atandı ve burada çocuk gelişimi üzerine çalışmaya devam etti.
Ön sıra soldan ikinci Sabina.
Spielrein yaklaşık on yıl boyunca çocuk doktoru olarak çalışarak psikanalize devam etti. Dersler vermeye devam ederek 1931 yılına kadar çalışmalarına devam etti. Bir süre sonra Rusya’da siyasi iklim, Spielrein’nin kariyer hayatına engeller oluşturmaya başladı. Yasaklanmak üzere olan psikanaliz ile ilgili konuşmalarına, Freud’u destekleyici görüşler belirtmeye devam etti. 1936-38 yılları arasında başlayan siyasi baskı kampanyası ile tutuklamalar, idamlar başladı. 1936 yılında eşi Pavel öldü, sonradan üç erkek kardeşi idam edildi. Spielrein ve kızları bir süre daha hayatta kalmayı başardılar. 1942 yılında Sabina iki kızıyla yolda yürürken Naziler tarafından yakalanıyor ve önlerine çıkan ilk sinagogun önünde kurşuna diziliyor.
Sabina Spielrein üretkenlik ile dolu başarılı kariyerine, psikanalizin gelişmesine sağladığı büyük katkılara rağmen Batı Avrupa’da çabuk unutuldu. Rousseau Enstitüsünün bodrum katındaki belgelerine çok zaman sonra ulaşıldı. Freud ve Jung ile yaptığı yazışmaları, bazı makaleleri ölümünden yıllar sonra yayınlandı. Erkek egemenliğinin ve belki de popüler kültürün etkisiyle, Spielrein’in psikanalize kendi özel katkılarından ziyade Freud ve Jung ile bir üçgendeki rolüne odaklandı.
Sabina Spielrein, Jung ile olan ilişkisi sayesinde psikanalizin gelişimi ve Jung'un kendi fikir ve tekniklerinin büyümesi üzerinde doğrudan bir etkiye sahipti. Freud'un daha sonra kendi teorisinin bir parçası olarak benimseyeceği bir kavram olan ölüm içgüdüleri fikrini tanıtan ilk kişi oydu. Psikanalitik hareketin gelişiminde önemli bir figürdü ve bu alanda nadir bir kadındı.
Spielrein, Freud’un “ölüm dürtüsü”, Jung’un dönüşüm ile ilgili düşüncelerinin öncüsüdür. Jung’un Freud ile Spielrein hakkındaki yazışmaları, Freud’un “aktarım ve karşı aktarım” kavramının çıkış noktası olmuştur. Ortaya çıkan belgeleri ile sadece döneminin değil günümüze kadar gelen bilim insanlarını da etkilemiştir.
Yaşam dürtülerinin davranışlarımızın çoğundan sorumlu olduğunu öne sürer ve bu kavram için Eros tanımını kullanır. Eros kavramı, Yunan mitolojisindeki aşk, cinsellik ve şehvet tanrısı olarak tanımlanan Eros’tur. İnsanın tüm dürtü ve davranışlarını açıklamada yaşam dürtüsünün yetersiz olduğunu fark etmiştir. Cinsellik dürtüsünün yanı sıra, saldırganlığı da ikinci bir dürtü olarak kabul eder ve Eros’un yani yaşam dürtüsünün karşısına saldırganlık dürtüsünün, ölüm tanrısı olan Thanatos ’u yerleştirir. Bu iki güç, birbirlerinin zıttı olmakla birlikte, birbirlerini dengeleyici ve tamamlayıcı yönlere sahiptirler. Freud’un ikili dürtü kuramına göre, sahip olduğumuz tüm dürtüler, en temelinde iki sınıftan biriyle bağdaşıyordu: Yaşam veya Ölüm. Bu iki dürtü aynı zamanda cinsellik ve saldırganlık olarak da biliniyor. Bu iki kavramın temsili, Yunan mitolojisinde yer alan ve bu iki dürtüyü ilk tanımlayan arketiplere, Eros ve Thanatos’a dayanıyor.
Aktarım ve Karşı Aktarım
Aktarım ve karşı aktarım kavramları hasta-hekim ilişkisi açısından önemli kavramlardır. Buna göre bazen terapist kendi geçmişi nedeniyle hastayı gerçekdışı bir biçimde algılayacak ve kendi beklentilerini hastaya yansıtabilecektir. İdeal olarak terapistin kendi aktarım duygularından haberdar olması ve bunların onun nesnelliğini etkilemesine izin vermemesi gerekir. Örneğin sınır kişilik bozukluğu tanısı ile psikoterapiye alınmış hasta, geçmişten gelen nedenlerle, halihazırdaki tüm ilişkilerinde olduğu gibi hemen her başvurduğu hekimde de şiddetli öfke duyguları uyandıracaktır. Ayrıca hekim de örneğin kendi geçmişindeki öfkeli ve ona haksızlık eden bir ebeveynle olan çatışmalarının etkisi ile çok daha fazla öfkelenebilir ve bunu ayırt etmezse hastayı hiç fark etmeden reddedilebilir, tedavinin erken sonlanmasına neden olabilir. Eğitim görmüş bir terapist ise bu duygularını tanır, kendisinden gelen faktörleri fark eder ve bu duyguları hastasının yararına kullanarak onun iç dünyası hakkında bilgi veren bir kaynak olarak kabul eder. Böylece herkes ondan uzaklaşırken terapist kendisine biçilmiş rolü oynamaz ve hastanın kendisine yansıttığı olumsuz duyguları modifiye ederek geri yansıtabilir.
Ayrıca, Sigmund Freud’un “Haz İlkesinin Ötesinde” adıyla yazdığı ünlü kitabında temel fikir Sabina’nındır, ama kaynak listesine baktığımız zaman onun adı bile geçmez.
Ömrü trajik bir şekilde kısa olduğu için yeterince uzun süre çalışamasa da arkasında psikanaliz alanına hizmet edecek bir miras bıraktı. Yakın popüler kültür onu David Cronenberg’in “A Dangerous Method” filminden Dr. Jung’ın metresi ve akıl hastası olarak tanısa da, yaşadığı dönemde eğer Rus-Yahudi bir kadın olmasaydı, psikanaliz tarihi daha farklı yazılabilirdi.
İtalyan yönetmen Roberto Faenza’nın 2002 yapımı “The Soul Keeper” filminde ise Jung ile Spielrein arasındaki tutkulu hikayeye ve Spielrein’in psikanalizin ortaya çıkış sürecindeki pozisyonuna değiniyor.
Sabina Spielrein üzerinde araştırma yapmadan, bu iki filmi izlemek ne yazık ki Sabina üzerinde büyük ön yargı oluşturmanıza olanak sağlayabilir.
David Cronenberg’in “A Dangerous Method (2011)” filminden kare.
Şizofreni üzerine yapılan ilk psikanalitik vaka çalışmalarından birini, ayrıca ölüm içgüdüsü ve ölüm dürtüsü hakkında ilk kez yazıp etkileyici bir hekim olmasına karşı büyük oranda ihmal edilen ve cinselleştirilen bir psikanalitik tarihi figür olarak kalıyor Sabina.
“Sevgilinizi öpücüklere boğmak, onda kaybolup gitmek istersiniz. Ve bu, hep ölüme, benliğin silinmesine, iki kişinin birbirilerine karışarak eriyip gitmelerine dairdir.”
(Aşk ile Ölümün Akrabalığı Üzerine)
Sabina Spielrein
“Hiçbir kül, hiçbir kömür kimsenin bilmemesi gereken gizli bir sevgi kadar coşkuyla yanamaz.”
Sabina Spielrein'ın günlüğünden, 22 Şubat 1912.
***
Sevgiler, Mustafa.
Kaynak
Miller, Ryan D., “Thanatos-Eros, Being-Non Being: Psychoanalytic – Existential Connection” (1999). Student Work.
Kolektif, Sabina Spielrein – Psikanalizin unutulmuş öncüsü, İstanbul: Pinhan Yayıncılık, 2016
Yorum Bırakın