Bugün sizlere, bir nevi her kitabında intiharının provasını yapan Modern İran Edebiyatının kurucusu olan Sâdık Hidayet ’ten bahsedeceğim.
İran Edebiyatının en iyi psikoloji roman yazarı olan 1903 yılında Tahran’da doğan Sâdık Hidayet (Sadegh Hedayat), İran’ın en güçlü kalemlerinden biri ve hatta İran’da öykücülüğü başlatan yazar olarak bilinir.
Kalabalık bir ailede büyüyen Hidayet, Pehlevî dilinden birçok eser tercüme etmiştir. Savaş yıllarına tanıklık etmesi, eserlerindeki karakterleri daha karanlık psikolojide tasvir etmesine neden olmuştur.
Kardeşi Mahmud'a göre Sâdık, ailenin ilgi odağıydı:
“Kardeşim Sadık, çocukluğu boyunca ailenin tüm üyeleri, yetişkinlerin yanı sıra çocuklar tarafından da sevildi. Çocukça maskaralıkları ve tatlı ve hoş konuşması hepimizi eğlendiriyordu. Beş ya da altı yaşlarında, beklenen zamandan çok önce sakinleşti ve toparlandı. Artık çocukça şakalar için herhangi bir istek sergilemiyor. Aksine, diğer çocukların arkadaşlığından kaçınan içe dönük biri olmuştu.”
Fransız Lisesi ’nden mezun olduktan sonra Avrupa’ya gitmiştir. Fransa ve Belçika’da dört yıl yaşayan Hidayet, Diş Hekimi olmak istemiş fakat kısa bi zaman sonra bu hevesinden vazgeçip Mühendislik okumaya başlamıştır. Sonrasında mühendisliği de yarıda bırakarak İran’a dönmüştür.
İlk hikâyelerini Paris'teyken yazan Hidayet, 1936'da Hindistan'a giderek Sanskritçe öğrenmiştir. Buradayken Budizm'i incelemiş ve Buda'nın bazı yazılarını Farsçaya çevirmiştir. Çehov, Guy de Maupassant, Rilke ve Kafka'nın eserleriyle ilgilendi. Hidayet birçok hikâye, kısa roman yazmıştır. Sonraki yıllarda, zamanın sosyo-politik problemlerinin etkisiyle, İran'ın gerilemesinin sebebi olarak gördüğü sınıflara eleştiriler yöneltmeye başladı. Eserleri aracılığıyla İran milletinin sağırlığının ve körlüğünün sebebi olarak monarşinin ve ruhban sınıfından kaynaklı olduğunu gösterme çabasına girdi. Çevresine, özellikle de, yaşadığı döneme yabancılaşan Hidayet, son eseri "Kafka'nın Mesajı" nda; ancak ayrımcılık ve baskı sonucunda yaşanabilecek bir melankoli, umutsuzluk ve ölüm halinden bahseder.
Sâdık Hidayet, kitaplarında Batı üslubunu benimseyerek Fars kültüründen de yararlanmıştır. Bu sayede, İran Dili ve Edebiyatını uluslararası çağdaş edebiyatın bir parçası haline getiren yazar olarak kabul edilir. Eserlerinde genellikle karamsarlık hâkimdir, mutluluğu bu dünyada bulmanın mümkün olmadığı ve intiharın tek kaçış yolu olduğu sık sık ele almıştır.
"Hiç kimse intihara karar vermez. İntihar bazılarına mahsustur. Onların yaradılışında vardır. Herkesin yazgısı alnına yazılmıştır. İntihar da bazı kimselerle birlikte doğmuştur. Ben, yaşamı sürekli alaya aldım. Dünya, tüm insanlar; gözümde bir oyuncak, bir rezillik, boş ve anlamsız bir şeydir. Uyumak, bir daha uyanmamak istiyorum. Rüya da görmek istemiyorum."
Sâdık Hidayet, dini kullanarak ticaret yapanları, sözde vatan severleri, her türlü ahlaksızlığı yapan ve aynı zamanda ahlak bekçisi kesilenlerden rahatsız olduğunu açık bir şekilde eserlerinde eleştirmiştir. “Kör Baykuş” ve “Hacı Ağa” isimli eserleri İran’da ilk yasaklanan kitapları olup günümüzde İran’da Sâdık Hidayet’in tüm eserleri yasaklıdır.
Sâdık Hidayet 1950'nin sonunda İran'dan ayrıldı. Oldukça hassas bir adam olan Hidayet İran'dan ayrılırken havaalanında yaşlı anne ve babasıyla vedalaşmaya dayanamadı. İran’a olan bağlılığının dolayı Paris’e bir torba toprak taşıdı; ayrıca arkadaşlarına ve hayranlarına teselli olarak bir not yazdı:
"Bittik ve kalbini kırdık. Kıyamet günü görüşürüz. Hepsi bu!"
Paris'e gittiğinde orada, onu daha da hayal kırıklığına uğratan ve onu depresyona ve kendine zarar vermenin derinliklerine götüren önceki uğraklarından bazılarını ziyaret etti. Paris'te kalışı dört ay sürmüştü. Yıl 1951 olduğunda Sâdık’ın gözündeki koşullar değişmemişti. Hidayet giderek huzursuz hâle gelmiş. Uzun zamandır arkadaşı olan Jamalzadeh'e yazdığı bir mektupta şunları yazmıştır:
“Meselenin özü, her şeyden bıkmış olmamdır. Sinirlerimle ilgisi var. Geceyi, hüküm giymiş bir suçlununkinden çok daha kötü bir durumda geçiriyorum. Hayattan bıktım. Hiçbir şey bana teşvik veya rahatlık vermez ve artık kendimi kandıramam. Bir boşluk; hayat, koşullar vb. ile benim aramdaki iletişim hattını kopardı. Artık birbirimizi anlayamıyoruz.”
25 yaşında eğitim gördüğü Paris’te, Marne nehrine atlayarak dünyadan kurtulmak istemiş fakat köprünün altındaki sevgililer onu görüp kurtarmışlar. Aradan 23 yıl geçtikten sonra yine Paris'te günlerce hava gazlı bir apartman aramış. 1951'de sefalet, inziva, bağımlılık, korku ve yalnızlığına son vermiştir.
Ölümünü yirmi beş yıllık arkadaşı Bozorg Alevi şöyle anlatır: "Paris'te günlerce, hava gazlı bir apartman aradı, Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu."
Sadık Hidayet'in eserleri günümüzde Avrupa'daki politik İslamcı çevrelerden yoğun eleştiriler almaya devam ediyor. Birçok romanı (özellikle de Hacı Ağa) artık Fransa'daki kitapçılarda ve kütüphanelerde bulunamamaktadır. Kör Baykuş ve Hacı Ağa adlı romanları 2005 yılında düzenlenen 18. Uluslararası Tahran Kitap Fuarı'nda yasaklanmıştır. Kasım 2006’dan beri Sadık Hidayet'in tüm eserleri geniş çaplı bir politika kapsamında İran'da yasaklı durumdadır.
Sâdık Hidayet İran’ın gittikçe dindarlaşan bir toplum olmasından rahatsız olduğunu Hacı Ağa isimli eserinde şu şekilde vurgulamıştır:
"Dünyada iki türlü insan vardır: çarpan, çarpılan. Çarpılanlardan olmak istemiyorsan, başkalarını çarpmaya bak. Fazla okumak lazım değil. İnsanı delirtir ve hayatın gerisinde bırakır. Ama matematik dersinde dikkatli ol. Dört işlemi bilmen yeter. Para hesabını becerebilirsen kazıklanmazsın, anladın mı? Hesap önemli; en kısa zamanda hayata atılman lazım. Gazeteyi okuyabiliyorsun ya, kâfi. Ticaret öğrenmeli, insanlarla muhatap olmalısın. Beni dinlersen eğer, Bir ton kitap okuyacağına, git ayakkabının bağını isporta tahtasına koyup sat, daha iyi. Yüzsüz olmaya çalış; unutulma sakın! Elinden geldiğince ortalarda boy göster. Kendi hakkını al; küfürden, hakaretten yılma. Lâf dediğin havada kalır. Bu kapıdan kovulursan, öbür kapıdan gülümseyerek gir. Anladın mı? Yüzsüz, kaba ve cahil. Bazen işlerin yolunda gitmesi için doğruymuş gibi davranmak gerekir. Memleketimizin bugün böyle adamlara ihtiyacı var. Günün adamı olmak lâzım. İtikat, din, ahlâk, bunların hepsi lâf salatası. Ama takiye yapmak gerek. Çünkü halk için önemlidir. İnsanlara itikat gerek; yular takmak lâzım onlara. Yoksa toplum dediğin bir engerek yuvasıdır; nereye elini soksan, sokarlar. İnsanlar itaatkâr, kâza ve kadere itikatlı olmalı ki sırtlarında güvende iş yapmak mümkün olsun. Önemli olan yemek yemek, selam vermek, insanların arasına karışmak, kadınlara sırnaşmak, dans etmek, yapmacık yapmacık gülmektir. Hele hele yüzsüz olmayı mutlaka öğren. Bu devirde böyle şeyler geçerli olduğuna göre, ayak uydurmak lâzım."
(Hacı Ağa)
Ayrıca Yoga’dan esinlenerek yazdığı “Vejetaryenliğin Yararları” isimli kitabı vejetaryenliği kişisel bir seçim olmanın ötesinde, bir yaşam felsefesi olarak değerlendirmektedir.
"Tek tesellim, ölümden sonra hiçlik ümidiydi, orada tekrar yaşamak düşüncesi içime korku salıyor, beni hasta ediyordu. Ben ki henüz yaşadığım dünyaya bile alışamamışım, bir başka dünya neyime yarardı benim?”
(Kör Baykuş)
İranlı Profesör Iraj Bashiri Sâdık Hidayet hakkında şu sözleri söylemiştir:
"Çocukken bana söylenenlere her zaman dikkat ederdim. 1950'lerin İran'ında okulda ve evde çocuklara Sâdık Hidayet’in eserlerinden, özellikle de Kör Baykuş’undan uzak durmaları tavsiye edildi. Okuyanların birkaçı sapmış ve intihar etmişti. Romanı bir kez okudum. Pek mantıklı değildi. Tekrar okudum; etkisi daha kötüydü. Daha sonra, her okuduğumda, aynı şeyi tekrar tekrar okuyarak bir tür özyinelemeli anlamsal döngüye atıldığımı hissettim. Bu noktaya kadar, Hidayet hakkındaki mevcut literatüre, ‘Üç Damla Kan’ ‘Hayatta Gömülü’ ve ‘Kör Baykuş’ gibi bazı hikâyelerinde alışılmadık derecede iç karartıcı atmosferi uyuşturucu bağımlılığına bağlayan mevcut literatüre gerçekten inanmaya başladım. Bununla birlikte, hikayelerinin büyük kısmı, hem daha önce yazılanlar hem de Kör Baykuş'tan sonra yazılanlar sağlam bir zihne işaret etti; aslında, hayatın güzelliklerini tam olarak takdir eden açık ve sakin bir zihne işaret ettiler. Durumun bazı eleştirmenlerin bizi inandıracağı kadar net olmadığını hissettim. Kör Baykuş gibi bir eser yazmak için hâlâ muazzam miktarda sanatsal yeteneğe ihtiyaç vardır.“
"Ben bencil, acemi ve zavallı olarak dünyaya gelmişim. Şimdi geri dönüp başka bir yolu seçmem imkansız. Yaşamla yaka paça olamam, güreş tutamam."
(Diri Gömülen)
“Bazen tavana bakarak tabutunda sıkışmış olduğunu düşünen bir adam gibiyim.”
(Kör Baykuş)
“Sebeple sonuç arasında bir nedensellik yoktur, onları birbirine masallardaki mantık bağlar. Ama buna rağmen olay, şüphe yok ki gerçek bir hayatı saptar. Korkular, özlemler, ümit, ümitsizlik, bu olay içine, öteden beri insan kaderinde olduğu gibidir."
"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen kemiren yaralar. Kimseye anlatılmaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakar.”
"Bazen deliliğim başlıyor. Uzağa, çok uzağa, kendimi unutacağım bir yere gitmek, unutulmak, kaybolmak, yok olmak istiyorum. Kendimden kaçıp çok uzaklara, mesela Sibirya'ya gitmek, ahşap evlerde, çam ağaçlarının altında, gidip kendi hayatıma yeniden başlamak istiyorum. Ya da mesela Hindistan'a gitmek, parlak güneşin altında, göğe başlarını uzatmış ormanların altında, acayip insanlar arasında, kimsenin beni tanımadığı, kimsenin dilimi bilmediği, her şeyi kendimde hissedeceğim bir yere gitmek istiyorum. Hayır, ben tembelin biriyim. Yanlışlıkla dünyaya gelmişim. Bütün planlarıma göz yumdum. Aşktan, şevkten, her şeyden kenara çekildim. Artık ölüler sınıfından sayılıyorum..."
(Diri Gömülen)
"Ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş…”
Yazılarının halüsinasyon olduğu iddia edenler, intihar fetişisti olduğunu söyleyenler oldu. Betimlemekten ileri gidemeyen Kafka bozması diyenler de oldu.. Fakat Hidayet’in intiharının üzerinden neredeyse 70 yılı aşkın süre geçmiştir ve adından hâlâ söz ettirip tartışma yaratabilecek kadar güçlü bir yazar olarak tarihe gömülmüştür.
***
sevgiler, mustafa.
Yorum Bırakın