Ben bugün gözlerimi keşfettim

Ben bugün gözlerimi keşfettim
  • 2
    0
    1
    0

  • Şöminenin hemen karşısındaki koltuğumda ileri geri salınıyordum. Koltuk cama yaklaştığında yansımayla göz göze geliyorduk. Yansımanın gözlerinden taşıyordu kalabalık. Bir karnavala sahipmişçesine çok insanla denk düşüyordum gözlerinde. Sanki çılgın bir cambazın, sirkin şaşalı görüntüsünün arkasında bıraktığı, karanlık ve çoğu zaman dağınık odalarla beraber yaşayan ailesi beliriyordu o kalabalıktan. Seçebiliyordum. Yaklaştıkça yerini bırakacağı insana bir işaret çakan ifadesi daha net görünüyordu, samimi bir işaret bu. Hemen ardına beliren soylu, asil mimikleriyle, kibirden ırak saf içtenlik ile alıyordu selamı. Gözlerim şöminenin alevleri arasında yanan görüntümü her seferinde didik didik arşınlamıştı. Bir hayli alışkın. Yüzümün sadece yakından fark edilen kederli hali, gözlerime dolmuş kederli hali, burun deliklerimden bazen dudak çizgilerime taşan. Uzaktan tastamam bir huzur görünüyor tabi. Yaşamaktan memnunum. 
    Beynim kalbimin kırk yıllık müstemlekesi. Var oluşumdan uzun. Daha ruhlar yaratıldığında bu dünyanın her noktasında tutsak edileceğim yazılmış. Ancak kendime tutsak. Belki yaşadığım mekana mahkum olmak isteyen bir irade vardır ortada. Bedenden taşamamak bundan. Keşfettiğim bir şeyi söyleyeyim. Aynalarla kaplı bir oda var kalbimin meydanında. Sokakları ıssız. Yalnız annem oturuyor yeri parlak taşlarla kaplı o ıssız sokakta. Elinde kendisine pay vermeyeceğinden emin olduğum mutluluk. İsraf etmezdi annem. İhtiyacı yoktu mutluluğa, biliyordum. Bize pay etti, ben ve ağazı kulaklarında kardeşlerime. Annem hakkını gözlerimizin pırıltısıyla aldığını söylerdi hep, o cadde de yankılanan sesi gibi. Bir mendil astım. Annemin hemen arkasına. Rüzgarda hafif hafif salınıyor. Salındıkça dolduruyor içimi makul bir sevinç. Doruklarında değil, eteklerinde. Sallandıkça hafif hafif koltuğa sürtünüyordu kafam. Düşüncelerim, bir volkana zaten patlamaz dercesine atılan bir taşın, zaferi gibi patlıyordu koltukta. Aman yanmasın güzelim koltuğum. Koltuktan aşağı sarkan, kendi aleminde attığı adımlarını düşleyen ayaklarım keyfinden gayet memnundu. Çünkü ülkesinin yollarını kurtuluşta düşlemişti. Yemyeşil ağaçlarıyla dolu yollardan geçerken. Düşün düşüşü olur mu hiç? Altında diken yoktu bastığı toprakların hayır. O yollarını kontrol ederdi, titizdi. Şömineye yaklaştıkça ısınan ayaklarım, vücuduma ılık ılık yayıyordu ısısını. Uzaklaştığım an içimde oluşmayı bekleyen buz kristalleri vardı. Sadece oluşturan ben miyim sorusuna layık. Selam verircesine bir el hareketi yaptım, karşımda yıllardır dostluk yaptığım tabloya. Ona ithafendi bu mimiklerim. Öyle derin bir dostluk var ki aramızda. Hem vefalıyız ikimizde. Ne zaman otursam bu koltuğa - daha çok kaygılı hissettiğimde- benimle ilgilenir, dinler, eşlik eder bana, sessiz sessiz. Fakat varlığı oldukça güçlü. Buraya oturuşumun sebebine hakim. Yamacıma geldiğine göre, günü gelip çatmış diye düşünüyor, odunlarının cızırtıları arasında. İlk tepkisi ömrümde süregelmiş olan meyusa gülmek oluyor sadece. Kendime yaptığım dolandırıcılığa gülüyor. Artık aksini kanıtlamakla uğraşmıyor bile. Boyun eğdiğimi fark ediyor çünkü. Usul usul şömine ateşine sığınarak yoğurduğum duygu yangını izliyor. Vazgeçmedin mi bu kölelikten diyor. Ve inanamıyor bana. Sadece onun gördüğü halime değiyor gözleri. Yeşil tokasının ipleri kahverengi saçlarına karışan kıza bakıyor ve diyor ki bu eziyet ikimize. Sen ve mevsimlerine dökülen meyusuna. 

    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.