Tezer Özlü: Varoluş Sancısı İçerisinde Hayatın Anlamını Aramak

Tezer Özlü: Varoluş Sancısı İçerisinde Hayatın Anlamını Aramak
  • 18
    0
    0
    1
  • Anlatmaya kıyamadığım ve çekindiğim Tezer Özlü. Varoluşçu ve hayatla ölüm arasındaki ince çizgide gelip gitti. Kitaplarında kendi hayatından bahsetti. Birçok sıfatla anıldı: Türk edebiyatının melankolik prensesi, gamlı prensesi, lirik prensesi… Kimisi için dikkat çekici özelliği melankolik yönüydü, kimisi için hastalığı. Her dönemde merak edilen bir kişi oldu. Hayatını sorgulamalarla geçirdi. Kendini, varoluşunu aradı durdu.

     

    “Nereye gitmek istiyorum ki. Nereye gidebilirim ki. Sürekli gitmek istemek de, bir yerde, hiçbir yerde olmak istemek değil mi?”

     

    10 Eylül 1943 tarihinde en sevdiği yazarlardan biri olan Pavese’ten 35 yıl sonra aynı gün doğdu. Ne büyük mutluluk; en büyük esin kaynağı ve sevdiği yazarla aynı gün doğmak. Kütahya'nın Simav ilçesinde üç kardeşin en küçüğü olarak doğan Tezer’in çocukluğu anne babasının görev yaρtığı Simav, Ödemiş ve Gerede'de geçti. İstanbul'a on yaşındayken geldi. Avusturya Kız Lisesi'ne gitti; ancak mezun olmadı. 1961'de yurt dışına çıktı. 1962-63 yıllarında otostopla Avrupa'yı gezdi. Yollar Paris’e çıkarmıştı onu. Yağmurlu bir günde tanıştı tiyatrocu Güner Sümer'le. 1964 yılında evlenip Ankara'ya yerleştiler. Tezer, çeviriler yapıyordu. Güner ise Ankara Sanat Tiyatrosu’nda çalışıyordu. Tezer, Günet ile olan evliliğinde aradığını bulamamıştı, yapamıyordu.

     

    Aynı dönemde ruh sağlığı da iyice bozulmuştu. Manik-depresif teşhisi konulmuş ve tedaviye alınmıştı. 1968’de ayrıldı Sümer’den, İstanbul’a gitti. Geçirdiği rahatsızlık yüzünden 1967–72 yıllarında İstanbul'da farklı hastanelerin psikiyatri kliniklerinde kaldı. Elektroşok verildi, birkaç kere intihar girişiminde bulundu. Çocukluğundan başlayarak yaşadıklarını ve klinikte kaldığı bu dönemleri “Çocukluğun Soğuk Geceleri” kitabına yazdı. 1968’de yönetmen Erden Kıral’la evlendi. Beş sene sonra çok sevdiği kızı Deniz doğdu. Deniz Gezmiş’e olan saygısından dolayı kızının adını Deniz koymuştu. Kıral ile olan evliliğinden de istediğini bulamamıştı, Deniz 10 yaşındayken boşandı.

     


    Tezer Özlü ve Deniz

     

    1980 senesinde Çocukluğun Soğuk Geceleri adlı ilk romanı yayımlandığında meme kanseriyle mücadele ediyordu. Hastalığından dolayı kırk üç yıllık yaşamına az sayıda eser sığdırdı. Az olmasına az fakat okunması güç isteyen eserler bunlar. Mesela benim ağladığım ilk kitap, Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar ’dır...

     

    Erden Kıral ile ayrılığı sonrası, 1981 yılında burs alarak Berlin'e gitti. Edebiyata olan sevgisi daha da artamaya başlamıştı ve hayranlık duyacağı isimleri keşfediyordu. Keşfettiği yazarlardan üç tanesini hayatının parçası yapıyor. Svevo, Pavese ve Kafka.

    İlk intihar girişimini de bahsettiği kitabı “Yaşamın Ucuna Yolculuk” Berlin yıllarında çıkıyor. Almanca yazdığı kitabını Türkçeye çevirirken “Bir İntiharın İzinde” koyacaklardı, ama yakın arkadaşı Ferit Edgü bu hiçbir türe sığmayan eseri çılgınca bulduğunu söyleyip, “Bana yaşamın ucuna yolculuklar lazım.” diyordu. Ve “Yaşamın Ucuna Yolculuk” adında kaldı kitap.

     

    “Sevgili Tezer,
    ‘Bir İntiharın İzinde’ yürüyorum on gecedir.

    Bana yaşamın ucuna yapılan yolculuk gerek. Bu yolculuğun bir türü olur mu?
    Kitabına ne güzel yakışırdı YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK.”

     

    “Sevgili Ferit,
    Yaşamımın bu önemli döneminde beni hiçbir şey sözlerin kadar yüreklendiremezdi. (…) Mektubun, yaşamımın en sevindirici olaylarından biri. Sen her şeyi iliklerinde duymuşsun, ben başka ne diyeyim.

    ve ben gerçek bir yazma krizi içinde yazdım, yeryüzünden hiçbir şey algılamadan, edebiyat dışında, duygular dışında. Bu yüzden, YAŞAMIN UCUNA YOLCULUK, dediğin gibi iyi bir ad.”

     


     

    Berlin yıllarında Hans Peter’e aşık oldu. 1984’de İsviçre’de evlenip Zürih'e yerleştiler. Sonrasında Hans ile beraber İstanbul'a geldiler. Dostu Leyla Erbil’le biricik aşkını Çengelköy’de tanıştırdı. Tezer şimdi bulmuştu yaşayabileceği gerçeğini. Ülkesinde hür düşünce olarak kendine yer bulamamış başka yere sığınmıştı. Kızı büyüyordu. Biricik aşkı yanındaydı ama kanser ile mücadelesi iyi gitmiyordu.

     

    Hans Peter’la evlenirken sanki son zamanlarını onunla birlikte geçireceğini biliyor gibi şu cümleleri yazmıştı:

    “Berlin bursunu sanki bunun için kazanmışım, bu adam için gitmişim, iki kocamda da bulamadığım o şefkati bulmak için. Aldım getirdim onu işte! Ölümümü bulmaya gitmişim sanki…”

     

    Yaşamı boyunca etkilendiği yazarları o kadar benimsemişti ki, belki de kendini onlara yakın buluşunda, her birinin acı dolu hayatlarına farklı bakış açısından bakmak istemesiydi. Tezer, bu büyük yazarları her bir perspektiften tek tek inceledi. O yıllarda ilham aldığı üç insanı takip etti. Önce Prag’a Kafka’nın yaşadığı yerlere ve mezarına gitti. Oradan Svevo’ya gitti. Son durağı Torino’da Pavese oldu. Pavese’nin intihar ettiği 305 numaralı odada oturdu. Onun intiharının izini aradı. O üç insanın mezarları başında onlarla konuştu.

     


    Pavese

     

    Mektuplardan birinde Ferit Edgü’ye şöyle yazıyor; “Walser’e gelince… Kentten kente yürümüş, çevreye uymadığı için son 23 yılını tımarhanede geçirmiş, parasını da uşaklıkla kazanmış biraz Dostoyevski vari bir yazar. Bilmiyorum, zaman zaman düşünüyorum da, homoseksüelliğin bugünkü kadar açılmamış olması mı Kafka’ya, Pavese’ye, Walser’e bu denli acı çektirdi diyorum?” 

     

    Göğüs kanseri tedavisine başladığında Tezer iyileşeceğine inanmıştı. Şişkinliklerin kötü huylu olmadığını düşünmüştü. Belki ilk kez bir şeye inanmıştı ama kurtuluşu yoktu. Her ne kadar okurlar ve eleştirmenler intiharı ona yakıştırmış olsa da; aslında kırklı yaşlarında tam da kendini ve istediğini bulduğu bi ilişkideyken, her şeyi ile onu görüp, anlayıp, seven birisini bulmuşken maalesef kansere yenik düşüyor.

     

    Ölmeden önce Hans eve gidip temiz çamaşır getireceğini söylemişti. “Beni bırakma!” diye seslenmişti Tezer. Ne kadar iyileşeceğine inansa da ölüme bir adım daha yakın olduğunu biliyordu ve ölüme yalnız yakalanmak istemiyordu.. Tarih 18 Şubat 1986 olmuştu ve Tezer’i kaybettiğimiz gün.

     

    “Her şeye hazırım. Hastalığa, aşka, gitmeye, kalmaya.”

     


     

    Ne yazık ki, Tezer Özlü’nün vefatından sonra edebi kişiliğini göz ardı ederek eleştiren kişiler oldu. Eleştirirken ön planda ele aldıkları durum aslında Tezer’in edebi kişiliğinden çok ona konulan psikolojik teşhisti. Bilinçi bireyler manik-depresyonun ciddi bir hastalık olduğunu biliyorlardır. Hastalığı bilmeden yapılan eleştiriler bilinçsizliktir ve psikolojik rahatsızlıklar konusunda bilgisizliğin yayılmasına neden olur.

     

    Buna örnek olarak Nevzat Evrim Önal‘ın Mart 2016’da Sol Portal’da yayımlanan “Alışmayacağız” başlıklı yazısı örnek verilebilir:

    “İstiyorlar ki, insanlık kabuğuna çekilsin. İstiyorlar ki umudu kenara koyalım, ağlaya ağlaya ‘burası bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi’* diye mızmızlanalım. İstiyorlar ki o satırın yazarı gibi 'kendimize acımaktan' kımıldayamaz hale gelelim, insanlığımız için mücadele etmek yerine ruhumuzu melankoliye teslim edelim. Kimi istiyor ki korkumuzdan kımıldayamayalım, kimi istiyor ki korkuyla ona sığınalım, peşine takılalım.”

     

    Psikolojik rahatsıklıklar biz isteyince oluşmaz. Ortaya çıktığında da, insanlar üzerinde hangi şekilde bir tahribat bırakacağını bilemeyiz. Ancak ağır sonuçları olduğu kesin. İnsanlar bilerek bu ruhsal duruma kendilerini bırakmıyor. Böyle ciddi bir psikolojik rahatsızlığı olan birinin hele ki konuşulması gereken onca müthiş edebi eserleri varken bu kişinin ardından “mızmınlandığı” nı düşünmek ne yazık ki büyük bilinçsizliktir. Hastalığını bir kenara bırakarak Tezer’i anlamaya çalışmak (buna anlamak denilebilirse) eleştiri yapmak yanlış bir durumdur.

     

    “Sen hiç bir işe yaramaz değilsin. Seni senden çalan toplumdur.”

     


    Tezer - Demir Özlü (abisi) ve Sezer Duru (ablası)

     

    Toplumumuzda yaşadığımız olaylarla ilgili Tezer'in duyarsız olmadığını ve hastalığının da çıkan olaylardan etkilendiğini ablası Sezer Duru, “Tezer Özlü’ye Armağan” kitabında şu şekilde bahsetmiştir:

    “Tezer’in hastalığı üzerine çok düşünmüşümdür. Ona manik-depresif tanısı konmuştu. Bu hastalık her zaman, çevresindeki insanlardan bir darbe yediğinde, ona yapılan haksızlıklara dayanacak gücü kalmadığında, toplumun büyük olaylara gebe olduğu, insanların öldürüldüğü, işkence gördüğü zamanlarda depreşiyordu. Tezer tanıdığı herkese karşı insanca yaklaşan, ezilenin yanında yer alan özverili bir kişiliğe sahipti. Çevresindeki olaylara ve kişilere karşı alaycı bir bakışı vardı, ama iş insana yapılan haksızlıklara geldiğinde isyan ederdi.”

     

    Toplumun yanlış sayılabilecek dayatmalarına karşı çıktığı için vatanında kendine yer bulamadı. İnsanlar sözlerini haksız ve yanlış buldu. Tezer’in o dönemde karşı çıktığı durumları şu an hâlâ toplumsal sıkıntı olarak yaşıyorken  söylemlerine haksız demek doğru olur mu?

     

    Tezer Özlü hakkında Hilmi Yavuz,** şu sözleri söylemiştir:

    “Tezer, benim tanıdığım ilk kadın başkaldırıcıdır. Türkiye’de daha feminizmin sözü bile edilmezken ve bir Victoria ahlakının neredeyse okuryazarları bile kuşattığı 1950'li yılların sonunda, kadını cinselliğiyle tanımlayan bir çevreye başkaldırıp üstüne üstüne giden odur. Daha mini eteğin ucu bile görünmemişken, 1960 yılında, iyiden iyiye mini bir etekle Beyoğlu’na çıkışını anımsayanlar var mıdır, bilmiyorum, ama ben buna tanık olmuşumdur.”

     


     

    18 Şubat 1986 senesinde İsviçre'de yaşamını yitiren Tezer Özlü’nün Türk Edebiyatına az sayıda eser bırakmasına rağmen eserlerindeki derinlik çok etkileyici.

     

    “İnsanın başkalarına söyledikleri kendi duymak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.”

     

    Sıkıntılı geçen çocukluk günleri, ilişki konusunda istediğini bulamayan ve ardından psikiyatri kliniğinde yattığı süreç, tedavi sürecinde elektroşok almanında verdiği bir buhran vardı onda… Bütün bu zor geçen yıllarının ardından kansere yenik düşerek aramızdan ayrılmıştı.

     

    Tezer Özlü, her ne kadar intihar teşebbüsleri ile akılda kalan bir yazar olsa da, yazdıkları ve fikirleri hayatla doludur. Her ne kadar onu okuduğumda ben o şekilde hissetmesem de Tezer Özlü’nün eserlerini okuduğunuzda intihar fikri değil aksine yaşama isteği ağır basar okurlarda. Belki de Tezer Özlü, yaşamak isteyip de yaşamadıkları yüzünden “Gamlı Prenses” olarak anılıyor.

     

    ''Neden edebiyat? Yeryüzüne dayanabilmek için..'' 

     

    43 yaşında hayatını kaybeden Özlü, İstanbul Aşiyan Mezarlığı'na defnedildi. Vefat ettiğinde hayranlık duyduğu yazar Pavese ile aynı yaştaydı…

     

    Onu bu kadar sevip kendime yakın hissetmemin sebebi belki de hiçbir yere ait hissedememe duygusundan ve varoluş düşüncelerimden dolayı, daha çok yakınlaştırıyor.

     

    ölmek istedim, dirilttiniz.

    yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz.

    aç kalmayı denedim, serum verdiniz.

    delirdim, kafama elektrik verdiniz.

    Tezer Özlü (1943-1986)

     

    Sevgiler, Mustafa.

     


    Tezer Özlü’den alıntılar:

    ''Yabancısı olmadığım bir tek olgu var. O da kendi varoluşum. Belki tek mutluluğum bu. Tek bağlantım. Kendimi kavrayamazsam, tüm varoluşum yitmiş demektir.''

     

    “Ölmek isteğim yok. Yaşama isteğim olmadığı gibi.”

     

    “Artık gitmeyeceğim. Nereden geldiğim sorusunu yanıtlamak istemiyorum. Hiçbir yerden gelmiyorum. Kendimden başka.”

     

    “Aşk acısı çekmedim hiç, çünkü dünyanın verdiği acı her zaman güçlüydü.”

     

    “Nihayet yağmur başladı. Bu sabah artık, yağmuru neden bu kadar çok sevdiğimi anladım. Ağlayan bir yüreğe benzediği için.”

     

    “Sen günlere bir şeyler getirmedikçe, günler sana hiçbir şey getirmiyor.”

     

    “Birdenbire çok yorulduğumu, taşıyamayacağım kadar yaşantı üstlendiğimi ölürcesine algıladım. Kitapsız, sanatçısız, tartışmasız bir yaşamın özlemi sardı benliğimi.”

     

    ''Karşıma çıkan her şey yetersiz. Soluduğum her şey yetersiz. Dalgalar, odalar, mekanlar, sevgiler yetersiz. Suların tadı yetersiz. Günlerin uzunluğu yetersiz. Haftaların günleri yetersiz.''

     

    ''Her zaman yabancı insanlar bize dostlarımızdan daha çok sunan, veren kişiler. Öyleyse yaşamımızı neden yalnız yabancılar arasında geçirmiyoruz. Hiçbir beklenti olmadan, hiçbir yük olmadan ya da insanın kendi kendine mutluluk dediği kısa anlardan yoksun. Tüm duyguların en güzeli duygusuzluk, öyle bir duygusuzluk ki, insanın tüm dünyayı ve tüm insanları kucaklayabileceği duygusuzluğun duygusu.''

     

    “Her şey geçiyor. Hiçbir şey geçmese de.”

     

    “Alışıyor insan kendini içinde tutmaya dilinin altındaki baklaları ıslatmadan konuşmaya.”

     

    “Hiç kimseyi yalan söylediğini anlayacak kadar tanımak istemiyorum.”

     

    “Bu duvarlar arasında dünyaya karşı ne denli korunmuşluğumu algılıyorum. Bazı günler bana çok kısa gelen yaşam, zaman zaman çok uzun.”

     

    *Yaşamın Ucuna Yolculuk kitabında yazdığı söz.

    **Hilmi Yavuz: Çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerinden; yazar, şair ve akademisyendir.

     

    Kaynak1 - 2

    "Tezer Özlü'nün Eserlerine Bunalım Edebiyatının Etkisi" Bülent Ecevit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi. Gümüş Sibel, Zonguldak (2016).

    YÜZÜCÜ, Ömer. “Tezer Özlü ve Sâdık Hidâyet’in Eserleri Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme.” (2017).


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.