İsmini gördüğümde büyük bir heyecanla "Evet, evet ben buradayım" diyerek elime aldığım kitap. Deli Kızın Türküsü... Eğer ki bu dünyada var olan, bir şekilde yaşamı merak eden; düz bir çizgide yürümeye karşı çıkan ya da boyun eğen bir insansanız mutlaka size ait bir şey vardır içeride. Şair büyük bir sabırla anlatır. Toplumdaki küçük kırıntıları biriktirip avucumuza serer kitapta.
❝Evleri yüksek kurdular
Önlerinde uzun balkon
Sular aşağıda kaldı
Aşağıda kaldı ağaçlar
Evleri yüksek kurdular
On bin basamak merdiven
Bakışlar uzakta kaldı
Uzakta kaldı dostluklar❞
(Yüksek Evde Oturanların Türküsü)
Kalemine büyük hayranlık duymamın yanı sıra, sayfalarda dolaşırken şiirlerden ziyade aynalarla karşılaştığımı hissettim. Yazılar yoktu; aynalar, bizi bize anlatmak için bekliyordu. Aslında kendi duygularını; melankolisini ya da sabaha karşı balkonunuzda ince hırkanızla - hafif bir titremeyle- güneşin doğuşunu seyrettiğiniz an gibi içine doğan umudu anlatıyor görünse de toplumculuğunun da bir o kadar kuvvetli olduğunu söylemeliyim.
❝Ah kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler, çocuklar, mezarlar çizerek dünyaya❞
(İlkyaz)
Dizelerinin üzerinde uyudum belki günlerce. Sahi, olanca hayat telaşında unutuyoruz durup bir çiçeği koklamayı ya da kulak tıkıyoruz etraftaki çığlıklara. İşte deli kız, türküsünü söylemeye başlıyor o sırada. Hepimizin diyor bu türkü, hepimizin. El ele tutuşalım istiyor.
❝Tanrıyı bir milyarder kılığında
Başkan kılığında
Papamız kılığında bazan
Çokça da general kılığında görüyorlar
Ellerini indirmiyorlar daha
Tutunmuyorlar birbirlerine
Bir gün tutunacaklar
Bir gün başları yukarda
Yüceltip kendileri kendilerini
İnanacaklar yalnız kendilerine
Bunun için
Onlara yol göstermelisin
Çok beklendin ama geldin
Ama hoş geldin❞
(Bebek İçin Karşılama)
Toplumculuğunun sıkça üzerinde durduğum bu yazıya benim için oldukça özel başka dizeleri de eklemek isterim. En başta dediğim gibi, kendinize ait bir türkü mutlaka bulursunuz. Benim türküm "Yorgun çayırlar serçeler, yorgunum" dediği yerde şairin. Melankolisinde bile baharı bekleyen bir tomurcuk gibi hissettiren o şiirde. Aklını rüzgar saatleri evde tutamayan o türkü benim türküm :
❝Adam senin böyle ilk gündüzden
Sulayıp biçtiğin çayır çimen
Üç güne kalmaz tazelenir
Adam senin böyle kuşluk vakti
Ürküttüğün serçeler -iş olsun-
Akşama kalmaz unutur
Benim bir nokta kırılmışlığım
Gözlerimin ardında büyür durur
Aklım ıslıklarla türkülerle
Rüzgar saatleri evde tutamam
Essin esmesin yollardadır
Rüzgar saatleri evde tutamam
Serseriler gibi anılarımı
Sokaklar doldurur
Tepeden tırnağa bir usanmışlık
Anı ne bellek ne
Bu şehirden bu parktan uzakta
Neresi olsa olur
Yorgun çayırlar serçeler, yorgunum
Nasıl taşısam ellerimi şimdi
Damda saçakta bacada bir mavi
Sallana sallana uyur ❞
(Rüzgar Saati)
Ama bana en çok diz(e)lerinde uyutan bir anne gibi hissettiren şiir kitaba adını veren "Deli Kızın Türküsü" oldu. Her dizesi gerçek bir ruh üfleyen şair, beni masal kahramanı gibi hissettirdi bu şiirde. Bu nedenle sevgili Sezen Aksu'nun da bestelediği "Gece Türküsü" ile son vermek istiyorum yorumuma.
❝Yağmur yağar akasyalar ıslanır
Bulutlar uçuşur geceleyin
Ben yağmura deli buluta deli
Bir büyük oyun yaşamak dediğin
Beni ya sevmeli ya öldürmeli❞
(Deli Kızın Türküsü /Gece Türküsü)
Yorum Bırakın