"1931 yılında doğdum, 1937 yılında annem öldü, 1944 yılında Dostoyevski okudum. O gün bugün huzurum yoktur. Biyografim bu kadar."
Kendi hayatından ne güzel de bahsediyor Cemal Süreya. Benim de hayatımın özeti olsun ister miydim bilmiyorum ancak daha başlangıcında olduğum kesin, bu nedenle düşünmeme gerek de yok. Fakat üzerine çokça düşünmek istediğim biri var: Dostoyevski diğer bir adıyla yeraltı adamı.
Kendisinin bu kadar fazla bir üne sahip olduğunu bilse ne yapardı, ne düşünürdü diye aklımdan her geçtiğinde böyle olmamış olması beni mutlu ediyor. Öldükten sonra kıymeti bilinmek, sanatçı olmanın getirisi bir yerde.
Kendisini çirkin gören bir adam, kumarbaz, sara hastası, dindar, umursamaz, saplantılı ve kıskanç. Böyle ifade edince aslında ne kadar vahşi ve delişmen bir tip diye düşünürüz ancak görmek istemediğimiz tarafları görmekten aciz oluyoruz isteyerek. Eskiden olsa onunla tanışmayı çok isterdim fakat şimdi başka bir şekilde düşünmeyi öğrendim. Öğrenmek zorundaydım çünkü en sevdiğim yazardan nefret etmek istemiyorum. Bu deli adamı yakından tanımak, onun korkularını, babasızlığını ve hüznünü yakından görmek çok zor olurdu. Oysa daha güzel bir yol var ona çıkan; okumak hem de doyumsuzca hatta huzursuzca.
Suç ve Ceza, hepimizin başına gelen o felaket. Bir katili seviyoruz onunla beraber, onu anlıyoruz. Anlamanın bir yerlerde olumsuz bir art anlam taşıyacağını hiç tahmin etmezdim. Anlamak bu kadar ağır gelmezdi normal zamanlarda. Şu adına normal zaman dediğimiz şey ne, onu da hiçbir zaman anlamadım ya, neyse.
Karamazov'u okurken acaba hangisi aslında o diye düşündüm hep, bunun cevabına ulaşmam birazcık zamanımı aldı. Çünkü bu kadar bütünsel yaklaşmayı hiçbir zaman denememiştim. Hepsi o idi aslında. Benliklerini en derin bir şekilde göstermişti biz okurlarına. Bu hasta adamı anlamak çok da zor değil, zor olan onu anladığımızda başımıza gelenler. Hem başımıza neler gelmedi ki zaten diye düşünürken tahmin sınırlarını aşan bir yük bu omuzlarımızdaki.
Onunla en güzel ortak noktamız çaya aşık oluşumuz sanırım. Özellikle çalışırken çayı eksik etmez imiş yanından, semaveri hep sıcak imiş. Buradan bakınca insani bir yanı varmış -oh be- diyorum, birden sonra yine o adına delilik dediğim şeylerin alıp beni başka bir gerçekliğe götüren tutarsızlığı çarpıyor yüzüme. Ve ben yine uzaklaşıyorum ondan.
Bazı şeyler anlaşılmayınca güzel derseniz anlarım, ben de öyle düşünmeye başlıyorum sanırım. Bir derdim var onunla hiç çözmek istemediğim ama uzaktan da olsa bakmak istiyorum ona hep göz ucuyla. Ve yine o konuşsun istiyorum:
"Henüz delirmiş değilim! Delireceğime şüphe yok, ama henüz delirmiş değilim."
Yorum Bırakın