Her yoğun duygu durumunda,kafamı kurcalayan düşünceler olduğunda ve yalnız kalmak istediğimde elim hep kağıt ve kaleme gitmiştir.Dijital platformlarla beraber kağıt ve kalemin yerini artık klavye ve ekran aldı.Böylece aslında yazdıklarımı benim dışımdaki insanlar da görecek ve belki de benzer duygu ve düşüncelere sahip olduğumuz kitlelere ulaşabileceğiz.
Yazı yazmayı öğrendiğim yaştan beri günlük tutma alışkanlığı kazanmıştım ve o zamanlar çocuk olduğum için yazının derinliğiyle henüz tanışmamıştım. Şimdiyse duygu ve düşüncelerin aslında hayatımızla ilgili ipucu gösteren kavramlar olduğunu biliyorum.Bu durumda mutlu ya da mutsuz olduğumda, yeni bir fikir düşündüğümde,hayal kurduğumda bunu sadece aklımda tutmak değil de parmaklarımın yazdığı,gözlerimin gördüğü bir ekranda paylaştığımda (hatta sadece kendimle paylaştığımda) kendimi daha iyi anlıyorum ve öz iletişim kurabiliyorum.Belki de insanlar tarafından anlaşılmayacağımızı düşündüğümüz için ya da karşı tarafın vereceği cevaptan tatmin olmayacağımız için yazıyoruzdur.Kendi duygu ve düşüncelerimizi daha net görebilmek için.Hayattaki problemlerden yazarak uzaklaşmak bir tercih olabilir.Tam tersi yazmayı sevdiği halde bir daha hatırlanmasını istemediği şeyi yazmayanlar da olabilir.
Duygu/düşünceleri yazıya dökmenin arka planında fazla düşünmek yer alıyor.Günlük hayatımda bunu yapmamaya çalışsam da istemsizce kendimi düşüncelerin arasında buluyorum.Bu düşünceleri sayfalarla paylaşmak beni rahatlatıyor.Beynimdeki düşünce fazlalığı satırlara dökülüyor.Düşündükçe yazmak,yazdıkça düşünmek döngüsü gibi. “Daha iyi hissetmek için ne yapmalıyım?” sorusunu kendime her sorduğumda verdiğim cevap ilk olarak duygu ve düşüncelerimi yazıya dökmek olmuştur.
Fransız yazar Jean-Paul Sartre,özyaşam öyküsünü anlattığı ‘Okumak’ ve ‘Yazmak’ başlıklı iki bölümden oluşan “Sözcükler” adlı kitabında okumayı ve yazmayı bir ihtiyaç olarak gördüğünü belirtebiliriz.
Yorum Bırakın