Hannah Arendt'in bahsettiği "affetmeye ve affedilmeye, sözler vermeye ve onları tutmaya hazır olarak eylemin muazzam risklerine karşı koymak için iyi niyet", insanın eylemlerinin özgünlüğünü korumak ve kişisel özgürlüğü temin etmek için gereklidir. Arendt'e göre, insanın ahlaki değerlerinin gerçek anlamı, bireyin eylemlerindeki tutarlılık ve sorumluluk duygusu ile ölçülür. İyi niyet, eylemlerimizin arkasında durduğumuz ve sorumluluk aldığımız anlamına gelir ve bu da insanların hayatındaki özgünlüklerini korumalarına yardımcı olur.
Martha Nussbaum da Arendt gibi, insan eylemlerinin özgünlüğünün korunması için affetme, söz verme gibi konuların önemli olduğunu savunur. Nussbaum, özellikle affetme konusunda, insanın özgürlüğünün bir yansıması olarak görür. Affetmek, insanın özgürlüğü ve kendi kendini idare etme kabiliyeti ile ilgilidir. Ayrıca, affetmek insanın acıya ve kayba karşı güçlü olmasına da yardımcı olabilir.
Arendt'in aşk ve temel kaybetme korkusuyla nasıl yaşanacağı konusundaki fikirleri de ilgi çekicidir. Arendt, insanın hayatta kalma arzusunun ve temel kaybetme korkusunun, insanın ahlaki sorumluluklarını yerine getirme konusundaki kararlılığından ödün vermesine neden olabileceğine dikkat çeker. Ancak, insanın özgürlüğü ve kişisel özgünlüğünü korumak için bu korkuların üstesinden gelmesi ve eylemde bulunması gerektiğini vurgular.
Sonuç olarak, Arendt ve Nussbaum'un düşünceleri, insanın eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesi, özgünlüğünü koruması ve hayatın zorluklarıyla mücadele etmesi gerektiği fikrini öne çıkarır. Bu zorluklar arasında öfke, affetme, söz verme gibi konuların yanı sıra, aşk ve temel kaybetme korkusu da yer alır. Ancak, bu zorlukların üstesinden gelerek, insan özgürlüğü ve ahlaki değerleri koruyabilir ve kişisel özgünlüğünü sağlayabilir.
Arendt'in özellikle The Human Condition'da ve Nussbaum ile yaptığı çalışmalarında vurguladığı gibi, iyi niyetle hareket etmek ve risk almak, insanların birbirleriyle olan ilişkilerini yönetmede önemli bir rol oynuyor. Ancak bu süreçte öfke, aşk ve kaybetme korkusu gibi duyguların da etkisi altında kalmak mümkün. İnsanlar, bu duyguların etkisinden kurtulup doğru kararları alabilmek için de özgürlüklerine ve düşünsel yeteneklerine güvenmek zorundalar.
Salome'un (Oscar Wilde) hikayesi, güçlü duyguların ve isteklerin eylemde bulunma kapasitesini nasıl etkilediğiyle ilgili bir örnektir. Salome, kendisine aşık olan bir adamın isteği doğrultusunda, Yuhanna Vaftizci'nin başını keserek onu öldürtür. Bu eylem, öfkenin ve arzunun eylemde bulunmaya yönelik gücünün yıkıcılığını gösterirken, Arendt'in de vurguladığı gibi, affetmenin önemini de ortaya koyar. Salome, eylemini affetme fırsatı olmadığı için taşıdığı suçla yaşamak zorunda kalır. Bu hikaye, insan eylemlerinin ardındaki nedenleri ve sonuçlarını anlamak ve buna göre hareket etmenin önemini vurgulamaktadır.
Yorum Bırakın