Benim de kanımı emen bu kitabı neden okudum?
Vampir hikayeleri günümüzdeki anlatılan (çok fazla dezenformasyona uğramış ve değişim geçirmiş) hikayelerden çok eskiye dayanır. Korku hikayeleri ateş kontrol altına alındığından beri ateş başında anlatılsa gelsede “hortlak” hikayeleri 800 yıl öncesine hatta 11-12. yüzyıla kadar gidiyor. Ölüm sonrası oluşan tırnak uzaması, bakterilerin karını şişirmesi ve vücudun bu tepkimeleri dışarı atarken ağızdan kan çıkması bu cesetlerin canlı olduğunu ve geceleri beslendiğini haberini kulaktan kulağa yayarak korku saldı. Dönemin profesörleri üzerine makaleler yazıp seminerler düzenlediler, devlet tutanaklarına geçen hatta Osmanlı belgelerinde bile geçen vampirler ve mitik bir unsur olmaktan çıkıp halkın arasına karıştı.
Bu hikâyelerle büyüyen Bram Stoker hayal gücü ve Elizabet Bathory’nin bakire kan banyoları, Vlad Drakula’nın vahşi infazları gibi tarihi şeyleri derlemesine karşın hikayesinin çoğunu yerli efsanelerden aldı.
Ben kitabı okurken ilk 250 sayfa can çekiştim. Kitap en az üç ay elimde süründü. Anlatıcı dili ve hikaye akınca bir haftada bitirdim. Şahsen öncesinde vampir hikâyelerini, cadıları, Elizabet Báthory ve Kazıklı Voyvoda’ya dair bir çok şey dinlemeseydim tıkandığı yerde bırakırdım. Klasik olduğu için değil ama kült bir eser olup referans alındığı için ve okudum diyebilmek için okudum.
Her ne kadar hortlakların günümüzde gerçek anlamda olmadığını bilsekte hala aramızdalar çünkü bütün hortlakların ortak özelliği; “hayatlarını, canlı bir yaratığın yaşam gücünü tüketerek sağlıyorlar.” Kan emicilerden uzak olduğumuz bol okumalı günlere…
Yorum Bırakın