2017 Necip Hablemitoğlu Toplumsal Duyarlık Ödülü’nü kazanan Yalanın Siyaseti, Yalın Alpay'ın modernizm ve postmodernizmin oluşturduğu post-truth kavramını felsefi ve siyasi bir bağlamda ele aldığı kitabı.
Michel Foucault'un bahsettiği gözetim toplumu ve Byung-Chul Han‘ın Psikopolitika'da ele aldığı “neoliberal toplum” kavramlarını göz önünde bulundurduğumuzda felsefedeki “gerçeklik ve hakikat” tartışmasının enformasyon çağında artık çok daha ötesine taşındığını oldukça zengin bir kaynakça ile ortaya koyan bu kitap, “hakikatin önemsizleşmesi (post-truth) kavramı ve bu kavramı oluşturan temeller, mantık ve akıl yürütme, sav oluşturma yöntemleri, safsata çeşitleri ve örnekleri” bölümlerinden oluşuyor. Yalın Alpay öncelikle kavramı açıklıyor. Siyasette, sosyal medya araçlarında bugün yaygın olarak karşımıza çıkan post-truth (Yalın Alpay’ın tercih ettiği şekliyle “hakikatin önemsizleştirilmesi”) kavramı, ilk kez 1992’de The Nation dergisinde Steve Tesich tarafından ABD’nin Watergate Skandalı ve Vietnam Savaşı sırasında işlediği suçlarla ilgili gerçeklikleri göz ardı ettiği” ifadesinde geçiyor. Tesich’ten sonra gazeteci David Robert iklim değişikliği ile ilgili bilimsel iddiaları reddeden ABD’li siyasetçilerin söylemleri için “gerçeklik sonrası” ifadesini kullandı. 2004 yılında Ralph Keyes, yazdığı The Post-Truth Era: Dishonesty and Deception in Contemporary Life isimli kitabında “gerçek-sonrası” çağa ulaştığımızı ilan etti. Bu kavramı esas olarak gündemimize getiren olay ise ABD başkanlık seçimleri ve İngiltere’deki Brexit referandumu süreçlerinde yaşanan gerçeklikten kopuk tartışmalar nedeniyle Oxford sözlüğünün “post-truth” kavramını 2016’da “yılın kelimesi” olarak seçmesi oldu.
Yalın Alpay, kitabın ikinci yarısında kitabın yazıldığı dönemdeki güncel siyasi örnekler aracılığıyla “safsatalar” ile nasıl başa çıkmamız gerektiğini anlatıyor.
(Aşağıdaki bölüm kitabın bana düşündürdükleri hakkındaki kendime notlarımdır. )
Pek çoğumuz, görsel ve basılı yayın organlarını takip etmek yerine sosyal medyayı bir haber kaynağı olarak görüyoruz. Özellikle Facebook (sanırım artık Ünsal Ünlü'nün deyişi ile emekli kahvesine dönüştü ama aslında tam olarak da oraya bakmak gerekiyor) ve twitter kullananlarımız bilirler: Bu tür sosyal mecralarda biri, bir görsel ya da bağlantı aracıyla bir haber paylaşır. Ve dakikalar içinde bu haber, kaynağına bakılmaksızın defalarca tekrar paylaşılır, alıntılanır, habere alkış tutan ve haberi yuhalayanlar tarafından iletiye yüzlerce yorum yapılır. Sadece sosyal medya linç kültürü ve mesnetsizliğinin dışında gündelik hayatımızda çok daha derin etkileri olabiliyor bu “gerçek dışı”lığın. Pek çok örneğine şahidiz hep birlikte...
Gördüklerim, okuduklarım beni sosyal mecralardan kopardı açıkçası... Dehşet içinde kaldığım öyle çok an var ki... Beni dehşet içinde bırakan soru şuydu: Aramızdan kaç kişi “gerçek”liğin peşine düşüyor? Daha da korkuncu kaç kişi “gerçeği” ve “hakikati” önemsiyor? Bir gerçek karşısında sadece kendi düşüncemizi ispatlamak için gerçeği hiç umursamadan bu kadar acımasız olmaya ne zaman başladık? Sahi biz, neye dönüştük? Neden bu kadar parça parçayız? Hakikatler neden umurumuzda değil artık? İnsanlığımız nerede?
Yorum Bırakın