İSTİKRAR...

İSTİKRAR...
  • 2
    0
    0
    1
  • İSTİKRAR…

    “Sessiz sedasız gideceğim bu dünyadan ve geriye hiçbir şey kalmayacak.” dedi Aysel. Opera binasında bulunan herkes bunu duymuştu. Aysel arkasını döndü ve şuh bir kahkaha patlattı. Salondakiler çılgınca alkışlamaya başladı bu sahneyi. Arkasından beklenmedik bir silah sesi duyuldu. O anda Aysel şiddetli bir şekilde yere düştü ve etrafında kırmızı bir gölet oluştu. Alkış sesleri daha da artmış yer gök adeta bir alkış tufanına kapılmıştı. Aysel uzunca bir süre yerde yattıktan sonra aniden kalktı ve sahnedeki kalabalıkla birlikte seyirciyi selamladı. Alkış bir türlü bitmek bilmiyordu. Sahnedekiler dakikalarca alkışlanmış ve yaşadıkları gurur ve heyecandan omuzları dik, başları yukarıda o dev gibi sahnede daha da devleşmişlerdi.

    Tam bu anda Aysel’in kulağına derinden derine bir ses gelmeye başladı. “Kalk kız!” aynı ses aynı iğrenç tonla birkaç kez tekrarlanınca Aysel istemeden de olsa kendine gelmeye başladı. Gözlerini açtı ve karşısında o mide bulandırıcı suratı gördü. Bu onun suratıydı. “Kalk kız, çay koy.” dedi tekrar ama bu kez ses daha şiddetli bir hâl almıştı. Aysel aynı anda adamın ayağını belinde hissetti. Kız bu tekmeden sonra kalkmak zorunda kaldı. Çaresizlikle mutfağa gitti ve çay koydu. 

    Adamın adı Murat’tı. Görünüşte okumuş yazmış efendi bir adama benziyordu ama Aysel onun ciğerini bilirdi. Gerçi Aysel de onun bu aydın hallerine kafayı takmış böyle böyle ona âşık olmuştu. Adam evlenmeden önce her erkek gibi ilgili, şefkatli ve iyi bir insana benziyordu. Evet, sadece benziyordu. Sonunda evlenmişler, adam muradına ermişti ama bu, kızın muradı değildi. Murat kara kuru, çirkin bir herifti. Adeta kötülüğü bu çirkin surata yansıyordu. (Aysel nasıl da görmemişti bu çirkin yüzü?) Aysel’le evleneli birkaç ay olmasına rağmen hayatı ona şimdiden zindan etmişti. Kızın evden çıkması kesinlikle yasaktı. Hatta balkona bile çıkamıyordu. 

    Yalnızca hayallerinde veya rüyalarında dışarıdaydı. Bu fırsatları hiç kaçırmaz yalnız kaldığı anda ya uykuya dalar ya da hayal kurmaya başlardı. Bu âlemde gerçekten diyar diyar gezer bazen sıcak kumlardan serin sulara atlar bazen de yalınayak karlar üstünde kuğu gibi dans ederdi. 

    Aysel sık sık birden ağlamaya başlar bu ağlamayı saatlerce hiçbir şey durduramazdı, kocası hariç tabi. Gelir, saatlerce sürse de Aysel ağlamayı bırakana kadar döverdi onu. Aslında böyle zamanlarda Aysel’in ağlaması kesilmez yalnızca yön değiştirir ve Aysel içine içine ağlamaya başlardı. Bu içe ağlamalar Aysel’i hasta etmişti ancak bundan henüz Aysel’in bile haberi yoktu.      

    Aysel sık düşünmezdi ama düşündüğü zamanlarda kendine hayret ederdi. Bu adamla neden evlenmişti? Neden hâlâ buradaydı? Neden çekip gitmiyordu bu lanet olasıca yerden? Neden çekmek zorundaydı bunca rezilliği?

    Zorunda mıydı?      

    Böyle zamanlarda Aysel etrafına bakar ve bu gönüllü köleliğe lanet ederdi ama burada olmak zorunda olduğunu da bilirdi. Onu sevmişti çünkü ve hâlâ seviyordu herhalde. Aksini düşünmek bile istemiyordu. Çünkü aksi hâlde hasta sayılırdı ki bu onun için ölüm demekti. 

    Aysel evlenmeden önce birkaç kez akıl hastanesine yatırılmıştı ve orada geçirdiği zamanlar hayatının en kötü zamanlarıydı. Bir daha oraya dönmeye niyeti yoktu. Bunu hatırlamak bile Aysel’in koskoca bir korku duymasına sebep oluyordu. 

    O bunları düşünürken birden kapı çaldı. O gelmişti işte. Aysel korka korka gitti, kapıyı açtı. Adam tiksintiyle Aysel’in suratına baktı. “Ne duruyorsun kız alsana şunları.” diyerek kitapları verdi ve geçip koltuğa uzandı. “Yemek hazır mı?” “Evet evet, hazır.” (zıkkımın kökünü yiyesice) diyerek önce elleri önünde geri geri gitti ve kapıdan çıkınca mutfağa doğru koşar adım uzaklaştı. Bir ya da iki dakika içinde adamın önünde yemek hazırdı. Adam yemeğe şöyle bir baktı ve “Yine mi ıspanak yaptın” dedi. Bunu der demez sol tarafında duran Aysel’e bir tokat çarptı ve ayağa kalkarak tekmelemeye başladı kadını. Kadın acı içinde yerde yuvarlanıyor ancak adam bunu umursamayarak vurmaya devam ediyordu. Bereket versin, yerdeki kan birikintisini gördü de vurmayı kesti.

    Aysel’in sesi soluğu çıkmıyordu artık. Adam bir ara tedirgin oldu ve onu ayağıyla dürterek “Kalksana kız!” dedi. Aysel uyuşmuş gibiydi, acı duymuyordu sanki artık. Hiçbir şey olmamış gibi kalktı ve yüzünü yıkamak için banyoya gitti, sonra da herhangi bir sorun yokmuş gibi salona geldi ve adama “Çay içer misin?” diye sordu. Adam yine tiksintiyle karışık bir hayretle Aysel’in suratına baktı ve kalkarak sokak kapısını çarptı ve gitti.  

    Adam birkaç gün eve uğramadı. Aysel biraz rahat etmişti. Bir yandan da onu merak ediyor başına bir şey gelmesinden endişe ediyordu. Bir gece uyurken ağzında bir ağırlık hissetti ve nefes alamadı. Önce rüya görüyorum zannetti.  Bir el sıkıca ağzını kapamış bir vücut da adeta onu yatağa çivilemişti. Aysel debeleniyor ama bir türlü bu çelik gibi elden ve tonlarca ağırlıktaki vücuttan kutulamıyordu. Aysel bir süre daha debelendi ancak sonra daha fazla dayanamadı ve yavaş yavaş ruhunun bedeninden çıktığını hissetti.         

    Sabah kalktığında kendi yatağındaydı ve kocası yanında horul horul uyuyordu. Aysel durumu anlamıştı. Kalktı, mutfağa gidip bir bıçak aldı ve odaya geri döndü. Gözlerinde öfkeye dair herhangi bir belirti yoktu. Elinde bıçak olmasa dün olanların hiç yaşanmadığı zannedilebilirdi. Bir süre onu sakince izledi ve kahvaltıyı hazırlamaya gitti. Sonra onu kaldırdı. Adam kalktığında Aysel’in yüzüne hiç bakmadı. Hatta ona bu sabah kızmadı bile. Kahvaltıyı eder etmez evden kaçarcasına çıktı. Aysel de hemen arkasından… Artık ne yapması gerektiğini biliyordu. Doğru, eski doktoruna gitti ve durumunun hiç iyi olmadığını, kendisi yüzünden evliliğinin bitebileceğini anlattı. Bu sorunu halletmek için ona eski ilaçlarından yazması gerektiğini söyledi. Doktor Aysel’in delirdiğinde neler yapabileceğini bildiğinden sözünü ikiletmedi ve istediği ilaçları hemen yazdı. Aysel ilaçları alır almaz koşar adım eve geldi ve hemen bir tanesini içti.

    O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı Aysel için. Artık daha iyimserdi mesela, daha sakin, daha seksi, daha rahat, daha uykucu, daha vurdumduymaz, daha geniş, daha duyarlı, daha daha daha… Kocası da Aysel’in bu hallerinin farkına çok geçmeden varmıştı. Artık daha az dövüyordu. Onun bu rahat tavırlarından cesaret bulan Murat arada bir arkadaşlarını getirmeye başlamıştı eve. Aysel’den onlara da hizmet etmesini istiyor Aysel de kocasını kırmıyordu. Bir süre sonra adamların tavırlarının değiştiğini Aysel anlamış ancak sırf kocasını kızdırmamak için ona herhangi bir şey söylememişti. Bunun yerine o ilaçların dozunu arttırmış ve daha çok uyumaya başlamıştı. Bir sabah kalktığında yanında kocası yerine başka bir adamı yatarken gördü en son. Aysel’in buna tepkisi yine ilacın dozunu arttırmak oldu. Aysel artık bu dünyada değil gibiydi, o rüyalarında mutluydu. Dünyadan elini eteğini çekmiş başka dünyalarda yaşamaya başlamıştı. Bu şekilde yıllar yılları kovalamış Aysel adeta ilaçlara bağımlı hale gelmişti. Kocası artık onu nadiren uyanık görüyordu. Başkası olsa Aysel’in bu durumunu yadsıyabilir, ona nedenini sorabilirdi. Ancak Murat…

    Bir gün yine kadınlı erkekli bir grupla eve gelen Murat karısını uyurken gördü her zamanki gibi. Arkadaşlarını içeri gönderdi ve Aysel’i kaldırmaya koyuldu. Yine ayağıyla dürttü onu, yine bağırdı, yine küfretti, yine bir kez vurdu, yine yine yine…

    Ama artık uyandıramayacaktı. Çünkü Aysel bir daha dönmemek üzere gitmişti. O opera binasındaydı artık ve tekrar inmemek üzere sahneye çıkmıştı.


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.