KIYAS…
Bugün bir tanıdığımın babasının cenaze törenine katıldım. Burada olmak için herkesin başka başka sebepleri vardı. Bazıları samimiyetten oradaydı. Bazıları yalakalık için oradaydı. Kimileri oraya dağıtılan pide ve ayran için gelmişti. Kimileriyse sırf kibarlık olsun diye… Ve daha kim bilir daha hangi sebeplerle…
Benim neden orada olduğuma gelince, belirli bir sebebi yoktu aslına bakarsanız. Ben de önce sırf kibarlık olsun diye orada olduğumu düşünmüştüm. Neyse önemli olan konu bu değil. Önemli olan konu benim bu cenaze töreninde ağlamış olmam. Ağlamanın neresi garip diyebilirsiniz. Hem de bir cenaze töreninde… Aslına bakarsanız önemli olan ağlamam da değil önemli olan neden ağladığım ya da neye ağladığım. Aslına bakarsanız önce sinirlendim hem de çok sinirlendim. Bir şeyleri parçalamak ve oradaki herkesi bir güzel pataklamak geldi içimden. Hatta kendim de dâhil herkesi… Peki, hangi duyguyla ağlamıştım?
Ben söyleyeyim, kıskançlık. Evet, kıskançlık. Diyebilirsiniz ki bir cenaze töreninin nesini kıskandın. Töreni değil törende babasına ağlanan adamı ve adamın ölen babasına ağlamasını kıskandım. Uğrunda ağlanacak bir babaya sahip olan bu adamı kıskandım. Kim bilir ne güzel, ne kötü günler geçirmişlerdi. Birlikte parka, okula, çarşıya pazara gitmişlerdi ya da gitmemişlerdi. Babası ona oyuncaklar, horoz şekerleri, çikolatalar almıştı ya da almamıştı. Babası onun sünnetini, okullara başlamasını, onları bitirmesini, askere gidişini görerek ve yaşayarak gitmişti öte tarafa ya da görmeden ve yaşamadan. Ona bayramlarda bayramlık almıştı belki ya da almamıştı. Belki onu omzuna alarak cuma, teravih, bayram namazlarına götürmüş; onun camide yaptığı yaramazlıklara gülümseyerek göz yummuştu. Belki çok dövmüştü onu. Hiç sevmemişti belki. Belki geceleri eve gelip annesini sıklıkla dövüyordu. Gecelerce eve hiç uğramıyordu belki. Belki kamyon şoförüydü babası ve eve yalnızca ayda bir gelebiliyordu.
Ama vardı işte. Vardı ve ölmüştü. Oğlu arkasından doya doya ağlıyordu işte. Oğlu onunla zaman geçirmişti ya da geçirememişti. Ama vardı işte. Vardı, lanet olsun ki vardı! Ve bu benim babası ölen adamı kıskanmam için yeter de artardı bile.
Ben bugün olmayan babam ölsün istedim. Ben de arkasından uzun uzun, hıçkıra hıçkıra ağlayayım, mezara kendim indireyim, son kez yüzüne bakayım, toprağını kendim atayım, orada olduğunu bileyim, mezarının yerini bileyim, arada bir uğrayayım ve burada benim babam yatıyor diyebileyim istedim. İstedim bunları ne yazık ki. Ne çok şey istemişim değil mi?
Kaç gece kamyon yolu gözledim bilir misiniz? Kaç kişiye babam şöyle babam böyle diye yalan söyledim. Kaç bahar atlattım böyle kaç kış buz gibi bir ranzada onu beklemekle geçti bilir misiniz? Kaç kez biri bana harçlık versin diye bekledim? Kaç lokmam onsuzum diye boğazıma dizildi? Kaç iftar yaptım, kaç sahura kalktım onsuz? O yok diye namazı bıraktım. Sırf o tersini söylemedi diye sigaraya başladım. İçkiye alıştım bana nasihat vermedi diye. İnadına hırsızlık yaptım. Sorduklarında babam yaptırdı dedim. Bazen yok olmak istedim. Bazen de gerçekten yok oldum. Günlerce, haftalarca…
Bulamadım, olamadı, olduramadım…
Bugünse tek yapabildiğim babaları ölen çocukların cenazelerine gitmek.
Yorum Bırakın