Osmanlı’nın son dönemleri bir hayli karışıktır bu karışıklık günümüzde bile büyük tartışmalar çıkarıyor. En büyük kıyaslamalar İttihat ve Terakki ve II. Abdülhamit kıyaslamalarıdır. Bir önceki yazılarda “Anakronizm Tarih” anlayışından biraz bahsini geçmiştim. Bugünün teknolojisi, fırsatları ile dünün değerlendirilmemesi gerekir. Abdülhamit ve İttihatçılar bunun mağduru olmuşlardır. Dönemlerine ve yaptıklarına göre bu kişileri inceleyelim:
II. Abdülhamit korkak bir padişahtır, geçen senelerde TRT’nin yaptığı tarih dizisi olan “Payitaht Abdülhamit” dizisini seyrettiğimde filmde oynayan Abdülhamit karakterinin gerçeklikle bir alakası olmadığını gördüm. “Anakronizm Tarih” yanılgısına karşı olduğum gibi dizi ve filmlerden de tarih öğrenilmesini bir o kadar soğuk buluyorum. Son yıllarda Abdülhamit hakkında iki kutuplaşma meydana gelmiştir. Bunlar: “Kızıl Sultan”,” Ulu Hakan” kıyaslamalarıdır. Bana soracak olursanız Abdülhamit’i bu kıyaslamaya sokarsak, ikisinin de ortasında bir haldedir; kişiden kişiye değişir. Yorumlama yolu ise döneminde olan olaylara nasıl tepki gösterdiği ve neler düşünüp, taşındığıdır. Abdülhamit dönemindeki Osmanlı’ya bir göz gezdirelim…
II. Abdülhamit döneminde bazı Osmanlı aydınlarının yaşadıkları” istibdat” dönemi, oldukça zorlayıcı geçmiştir. Dergilere ve basına sansürler uygulanmıştır (buraya bir parantez açmak istedim; döneminin Abdülhamit muhaliflerinden Abdullah Cevdet ve yandaşları batıda yayınladıkları dergilerde de sansür yaptıkları ileri sürülüyor). Abdülhamit döneminde basında dönemini tam anlamıyla anlat (a) mayan şeyler görülür. Bunların birçoğu tabiri caizse; yalandır. Şöyle ki; Abdülhamit döneminde Osmanlı faiz batağına batmıştı. Halk ve memurlar bitkinliğine isyan ediyorlar ve kendi şehirlerinde ayaklanmalar çıkarıyorlardı. 1854-56 yılında ilk defa borç alan Osmanlı, 1881’de Düyun-u Umumiye’nin yaptığı haksızlıklara boyun eğerek ekonomik kriz görmüştür. Düyun-u Umumiye, Osmanlı’nın borçlarını ödeyemeyince bir fırsat olarak yabancı devletlerin kurmuş olduğu borç işlerine bakan kurumdur. Elbette bu bağımsızlığı reddeden bir sistemdir ki, bu yüzden 1923’te Türkiye’den etkisi kesilmiştir. Yabancı devletler, Osmanlı’ya haksızlık ederek Osmanlı’dan borcundan daha fazlasını almayı hedeflemişti. Bu kurumun kurulmasının ardında 1876’da Osmanlı’nın ekonomik anlamda iflas bayrağını çekmesi vardır. Abdülhamit tam o iflas bayrağın çekildi yıl padişah olmuştur. Bu ekonomik gidişatın en kötü döneminde padişah olduğu için Abdülhamit’i suçlamamalıyız… Bütün bu ekonomik krize rağmen basında “ekonominin çok iyi olduğunu” yazmışlardır. Tarihi evraklar ve istatistikler bunu söylememektedir. Ekonomiyi kötüye götüren bir başka unsur yolsuzluktur; gazeteler ve dergiler bu yolsuzlukları yazamamıştır o baskı rejimi yüzünden. Bu bana bir şeyi hatırlattı; 2 Haziran 2023’te İsmail Saymaz bir açıklamada bulundu: “Habertürk’ün internet portalında siyasi köşe yazılarına son verildi. Köşe yazarları siyaset dışı konularda kalem oynatabilecek.” Bu Abdülhamit dönemini anlamlandırdı bana, çünkü o dönemde de böyle yasaklar mevcuttu. Dahası 2010’lu yıllarda Türkiye’de gazeteciler sorgusuz sualsiz hapislere tıkılmıştır. Bu olanlar acıdır.
Yukarıda gördüğünüz resim Düyun-u Umumiye Binası.
Kısacası Abdülhamit’in Osmanlı’sı pek iç açıcı ve dürüst değildir. Bu Abdülhamit’i kötü biri mi yapar? Kesinlikle hayır. Abdülhamit eğitime ve öğretime çok önem vermiş ve Osmanlı’da en çok okul onun döneminde açılmıştır. Bu okullardan Atatürk, İnönü gibi kurtarıcı adamlar yetişmiştir. Cumhuriyeti kuranları yetiştiren Abdülhamit’tir. Bu okullardan çıkanlar gün gelecek, Abdülhamit’i 31 Mart İsyanı sonrası tahttan indirecekti… Osmanlı’nın son padişahlarında olan korkulardan birisi ordudur. II. Abdülhamit ve Vahdettin, ordunun kendilerini tahttan indireceklerini düşünmüş ve bunlardan önlem almaya çalışmışlardır. Abdülhamit donanmayı Haliç’te çürüterek kendi çapında önlemler almaya çalışsa bile başarısız oluştur. 31 Mart İsyanı Abdülhamit’in tahttan indirilmesine sebep olmuştur. Vahdettin ise korkularını Mustafa Kemal Paşa’ya belli etmiştir. “Ordudan bana zarar gelmez değil mi?” gibi sözler bunun en bariz örneğidir.
Gel gelelim İttihat ve Terakki’ye; İlber Ortaylı’nın tanımı çok anlamlıdır: “İttihatçılar milliyetperver ve büyük ideallere sahiplerdi ama kendilerini değerlendiremeyen bir ekip olmaları onları başarısızlığa sürükledi.”
Çok derin olmasa da ufak çaplı bir araştırma bu sözü destekler. İttihatçılar: “Abdülhamit gitsin de…” deyip pek çok vaat vermiştir. Bunlardan birisi “Abdülhamit gidecek, istibdat bitecek ve hürriyet gelecek” tir. Bu söylemlerin kaynakları uzun sürmüştür. Mustafa Kemal Paşa’nın kurduğu ve sonradan İttihat ve Terakki’ye birleşen “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin” üyeleri Mustafa Kemal Paşa’dan habersiz bir şekilde İttihatçılara katıldıkları için Paşanın kurduğu cemiyetin bir değeri kalmamıştı. Bu yüzden kendisi de bu cemiyete “katılma zorunluluğu hissetmiş” ve duygularını okuduğu okullarda tanıdığı Ömer Naci’ye aktarmıştı. Kafasında soru işareti mevcuttu: “İhtilâl yapacağız, diyorlar peki sonrası?” mantığıdır. Bu anlamda İttihatçılar büyük boşluktaydılar. Vaat sözleri verdiler ve verdikleri sözleri yapmadılar. “Hürriyet gelecek” diye vaat verdiler ve 1912’de Meclis-i Mebusan’a hâkim olabilmek için “sopalı seçimler” yaptılar. Yani her ne kadar seçim yapsalar dahi, bu çok baskıcı olmuştur. Daha sonraları birçok askerî rezillik yapmışlar bunların kısa bahsini geçmek gerekirse; Sarıkamış (ki, tamamen Enver Paşa’nın “hayalci” yaklaşımının çıkardığı bir pişmanlıktır. Sayıları abartılsa bile gerçekten de çok ciddi kayıplar verilmiştir), Kût'ül-Amâre’nin kazanılmasının ardından tekrardan kaybedilmesi gibi olaylar atlatmışlardır. Bunun sebebi yine az yukarıda parantez içinde belirttiğim “hayalciliğin” büyük bir rolü vardır. Enver Paşa’nın kendisinden 1 yaş küçük amcası olan Halil Paşa’nın kazandığı ve düşmanı mağlup ettiği ordunun yarısını “Turan kurma hayalleri” ile Enver Paşa, Irak’tan, İran’a sevk etmiştir. İngilizler daha sinirli ve dolu şekilde geldikten sonra zaten ordunun yarısı yok; kaybettik o toprağı. Elbette bu toprak kayıplarını sadece İttihatçılar değil, Abdülhamit’te çok yapmış ve 1 milyon 592 bin kilometre kare toprak kaybetmiştir. Yunanistan’da zafer kazanan Abdülhamit, batılı devletlerin baskısı yüzünden orada kutlama yapmamıştır. Abdülhamit’ten sonra olan toprak kayıpları da hayli gülünçtür; mesela Selanik 1912’de sadece iki satır yazı ile Tahsin Paşa yüzünden kaybedilmiştir. Bu toprak kayıpları ve askeri kayıplarında ardında zaferlerde yatar; mesela Balkanlarda olan Rum çetelerini Enver Paşa çökertmiş ve daha 27 yaşındayken adı tüm yurtta çıkmıştır…
Enver Paşa.
Sonuç olarak şunu belirteyim; iki tarafta bizim atamızdır. Eğrileriyle ve doğrularıyla memlekete hizmet etmeye çalışmışlar bazıları “korkudan”, bazıları ise “hayalcilikten” kaybettirmiştir ya da kazandırmıştır. Söylenecek başka bir söz yok.
Ortada Abdülhamit, solda Niyazi Bey, sağda ise Enver Bey.
Yorum Bırakın