İlk bakışta aşk diye algıladığımız şey, aslında sevgi değil bir meraktır, sonradan sevgiye dönüşebilir ama anlaşılabileceği gibi epeyce kırılgandır. Biz genellikle hafiften sarsak, sanki başka bir dünyadan inmiş gibi görünen, şöyle ya da böyle becerisizlikle hareket ettiğine şahit olduğumuz, ama henüz bir "acıma" duygusuyla bakamadığımız varlıklara dikkat ederiz.
Hayranlık bir tapınma değil, daha çok bir "dikkat celbidir." Hissederiz ki karada yürüyemeyen o yengeç, kıyıda çırpınan bir balık kendi dünyasında, suda müthiş bir zarafetle yüzmekteydi. Her aşkın başlangıcı böyle bir "başka dünyanın zarafeti" algısıdır.. Bunu en iyi kadınlar anlıyorlar ve bir tür "şefkat" duygusu geliştiriyorlar. Şefkat bir duygu ya da tutku değildir, bir ilgi, bir hayranlıktır.
Aşkı artık pek ciddiye almayan, onu hemen bir ailevi düzene, "özgür aşk" sanılan bir savurganlığa, giderek bir ideolojiye dönüştürmeye çok elverişli bir çağda yaşıyoruz. Spinoza, üç yüz yıldan daha uzun bir süre önce, cinsel aşkı hangi anlamda ciddiye alabileceğimizi Freud'dan bile daha kesin bir şekilde ortaya koymuştur oysa: vücudun ve zihnin başka etkileşimlerine ket vurmayan, aşırıya varmayan bir şefkat ilişkisi..
Katılıyorum fakat sebebini anlayamıyorum neden kadınlar daha iyi anlıyor