Bir hışımla masadan kalkıp ceketimi aldığım gibi dernek görünümlü kumarhaneden dışarı çıktım. Bu ilk kaybedişim değildi. Tepeme sıçrayan sinirimi nasıl yatıştıracağımı bilemiyordum.
Geç saatte eve sarhoş gelmiştim. Elimi cebime attığımda anahtarımın olmadığını fark ettim. Zile basamazdım. Babamın bu saatte beni o halde görmesi hiç de iyi olmazdı.
Telefonumu çıkarıp abimi aradım. Çok geçmeden kapıyı açtı. Onun yardımıyla zar zor odama geçip, elbiselerimi dahi çıkarmadan kendimi yatağa bıraktım.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, gözümü açtığımda sabah olmuştu. Abim karşımda kollarını bağlamış dik dik bana bakıyordu.
“Ne diye başımda dikildin?”
“Sen dün gece neredeydin, önce onun hesabını ver.”
Tahmin ettiğim gibi kendisinden duymaya alışkın olduğum kelimelerin birini bile eksiltmeden hesap soruyordu.
“Cevabını bildiğin halde ne diye soruyorsun ki?”
İşaret parmağını gözümün önüne kadar getirdi.
“Bana bak Mert! Eğer bir daha aynı şeyi yaparsan her şeyin yanına mislini katarak babama anlatırım, bilmiş ol!”
İşte o zaman biterdim. Şimdiye kadar yakalanmadıysam abimin sayesindeydi. Durumu iyi idare ederdi. Yaptığım ne kadar haytalık varsa biliyordu. Gece geç gelmelerim, kendimi kaybedercesine içmelerim, kumar oynamalarım…
Geleceğimle ilgili büyük yatırımın kumarda olduğunu düşünüyordum. O yüzden verdiklerim hiç gözüme görünmüyordu. Çoğu zaman kazanan ben oluyordum.
Ne yazık ki bu sefer istediğim sonuca ulaşamamıştım. Başım öne düşmüştü. Daha önceden de ufak tefek kayıplarım olmuştu fakat bu kez postu tamamıyla rakibim ele geçirmişti. İlk defa bu kadar kaybediyordum. Asgari ücretle çalışan bir işçi, yemese içmese kaptırdığım parayı ancak on beş senede bir kenara koyabilirdi. Fena dibe vurmuştum.
Sorumsuz hallerimden bıkan ağabeyim, bir işe girip çalışmam gerektiğini söylüyordu. Haklıydı da. Sanayide bir arkadaşımın yanında kaynakçılık işine girdim. Ayda on bin lira kazanıyor, içinden bir kuruş bile almadan götürüp borcumu ödüyordum. Ne yazık ki her ay faiz bindirilen borç, biteceğe benzemiyordu. İki yüz bin eksiğim daha vardı. Kumarhane sahibi borcumun tamamını bir anda vermemi istiyor, adamlarını uyarı için her hafta üzerime salıyordu.
Kalan miktarı ancak tefeciden borç alarak kapatabildim. Buna “kapatmak” denilebilir miydi, ondan da emin değilim. Kesin bir şey varsa o da şimdi daha büyük bir belayla karşı karşıyaydım…
Sıkıntılı hallerim abimin dikkatini çekmekte gecikmedi. Ara sıra ağzımı arıyor, derdimi öğrenmeye çalışıyordu. Kendisinden başka her yanımı saran bu sıkıntımı anlatabileceğim kimse yoktu. Başını belaya sokmak istemediğim için ona bir şey söylememiştim ama bu yük boyumu fazlasıyla aşmıştı. Belki de bir an önce rahatlamak duygusuyla dizginleyemedim kendimi.
“Kumar borcumdan dolayı tefecilerin eline düştüm. Nasıl ödeyeceğimi bilemiyorum.”
Miktarını sordu. Söylediğimde gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Sen ne yaptın böyle! Nereden bulacağız o kadar parayı?”Biraz düşündü, çekmecesini açtı. Araba almak için biriktirdiği yüz bini tereddüt etmeden masanın üzerine bıraktı.
“Al bunu, devamını da bir şekilde bulmaya çalışalım."
Bu durum hoşuma gitmemiş olsa da o an için parayı almaktan başka çarem yoktu.
Aradan birkaç hafta geçti. Eksik parayı götürüp vermek gelmedi içimden. İş karmaşık bir hale bürünmüştü. Tefeciler alacaklarını hatırlatmak için ikide bir telefonla arayıp gözdağı veriyorlardı. Kendimden geçtim, ailemden birine saldırmalarından korkuyordum. Bir yandan canımı dişime takıp gece gündüz çalışıyor, bir yandan da borcumu nasıl ödeyeceğimi düşünüyordum. Ödeyeceğim miktara her gün faiz bindirdiklerini biliyordum.
Geceleri kendimi eve kapatmama rağmen dinlenebilmek ne mümkün! Gözümü kapasam rüyamda, açsam hayalimde tefecinin adamları dolaşıyordu.
O sabah erkenden evden çıkmış, yarı uyanık yarı uyur vaziyette otobüs durağına doğru gidiyordum. Omzuma dokunan bir el beni kendine çevirip sırtımı duvara yasladı. Yanında biri daha vardı.
“Bahri Baba’nın selamını getirdik. Sana küçük bir hediye yolladı.” diyerek aniden arka cebinden çıkardığı bıçağı sol baldırıma sapladı. Olduğum yere çöktüm. Can havliyle bağırmamın ilk getirisi, “Sus lan, bilmem ne çocuğu!” diye küfür işitmek ve art arda gelen birkaç tekme oldu.
Şanslıydım ki, abim sesimi işitmiş, koşarak yanıma gelmişti. Eline geçirdiği kocaman bir taşı, beni bıçaklayan yamyamın kafasına geçirdi. Adam sarsılmış ama düşmemişti. Belinden silahını çıkarıp iki el ateş etti. Kurşunlardan biri, abimin koluna isabet ederken diğeri kalbine denk gelmişti. Saldırgan kaçmış, abim ise yere yığılmış acılar içinde kıvranıyordu.
Elimle baldırımdaki yaranın üstüne bastırıp sürünerek abimin yanına gittim. Vücudundan akan kanlar etrafa yayılıyordu. Silah sesini duyan insanlar başımıza toplanmış, bir faydaları olmadan bize bakıyorlardı. Korktukları yüzlerinden belliydi. Kimse yardım etmeye yanaşmıyordu. Neden sonra kalabalıktan birilerinin aklına geldi polisi ve acil ambulansı aramak.
Ağabeyimin hareketsiz bedeni yan tarafımda uzanmış öylece duruyordu. Ne polis ne de ambulans gelmişti. Ben ise güçten kesilmiş, “Abi!” diye ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum.
Çok kan kaybediyordum, gözlerim kapanmak üzereyken gördüğüm son şey Karanfil Sokak tabelası oldu.
Hastaneye nasıl ve ne zaman getirildiğimi, ne kadar uyutulduğumu bilmiyordum. Uyandığımda annem başucumda dua ediyor, babam ise ellerini arkadan bağlamış, odanın içinde bir o yana bir bu yana yürüyordu. İkisi de dik durmaya çalışıyordu ama derin bir üzüntünün esiri oldukları hallerinden belliydi.
Sessizliği bozan ben oldum.
“Abim nasıl? Görmek istiyorum!”
Babam, yutkundu.
“Hakkın rahmetine kavuştu.”
Yorum Bırakın