Yarı açık gözlerle doğrulup yatağına oturdu. Ne zaman sabah ezanını yatağında dinlemeden güne başlasa kendini eksik hissederdi. Ruhunu ne ile besleyeceğini iyi biliyordu. Namazını eda ettikten sonra kahvesini alıp kitabını okumak üzere kütüphaneli balkonuna geçti. Sabah, namazdan sonraki ilk işi beynini geliştirecek ve zihnini açık tutacak bu kaliteli aktiviteyi yapmaktı. Kitap okumanın bir tercih değil; ihtiyaç olduğunu bilirdi.
Kendini akışa kaptırmıştı. Havanın aydınlandığını kahvesinin bittiğini görünce farketti. Bir şeyler atıştırdıktan sonra hazırlanıp evden çıktı. Kolundaki saate baktı; dokuza geliyordu.
Okul evine on beş dakikalık bir mesafedeydi. Yürüyerek gitmeyi tercih ediyordu. Bu sırada kablolu kulaklığını takıp müzik listesini sırayla oynatarak yürüyüşün keyfini çıkarıyordu.
Nihayet okula gelmişti. Bahçede öğrencilerini görünce yüzünde bilinçdışı bir gülümseme belirdi. Neredeyse hepsi gelmişti. Sırtlarında çantaları, birkaçında Ankara’nın belirsiz havasına karşı tedbir için aldıkları şemsiyeler ve yol için erzakları bulunuyordu.
“Günaydın çiçeklerim!”
Hep bir ağızdan; “Günaydın öğretmenim!”
Çocuklar, öğretmenlerinin enerjisi karşısında gülümseyerek yanına koştu. Heyecandan yerlerinde duramıyorlardı..
Otobüs gelmişti. Sınıf annesi dahil 21 kişiydiler.
Hilal Öğretmen, seyahat boyunca bazen dikkatlerini çekebilecek, doğa ile ilgili bilgileri anlaşılır şekilde aktarıyor bazen de müzik açıp eğlenmelerini sağlıyordu.
Yarım saatin sonunda “Kavaklı” tabelası görünmüştü.
Geldikleri yer, gözlerinin alabildiğince uzun ve genişti. Kenarları sıra sıra çeşitli meyve ağaçlarıyla doluydu. Serin su akan bir çeşmeleri ve bahçe sahiplerinin kendilerinin yaptığı tek katlı müstakil bir ev vardı.
Salih Bey, 4-A sınıfını büyük bir memnuniyetle karşıladı.
“Hoş geldiniz hocahanım.” diyerek elini sıktı.
“Sağ olun, hoş bulduk.”
Tokalaştığı elini çekerken bir çardağı gösterdi.
“Buyrun şöyle geçin bi soluklanın. Yavrucuklar hazır olduğunda şuracıkta bekliyor olacağım.”
Eşyalarını koyduktan sonra alana doğru ilerlediler. Önceden açılmış yaklaşık 50 cm çukurlar, yanlarında da dikilmeye hazır tüplü fidanlar duruyordu. Çukurların araları 1’5-2 m kadar vardı.
Hilal, sınıf annesi Necla Hanımla birlikte, her bir öğrenciyi dikilecek fidanların başına geçirdiler. Kimisi kayısı fidanıydı, kimisi armut…
Salih Bey, aşamaları anlatırken ellerini arkasında kavuşturmuş aralarda geziniyordu. Ara sıra çocuklara takılıyor komik şakalar yapıyordu. Daima tebessüm eden nurlu siması, tıpkı bir babanın evladına verdiği güveni veriyordu.
Bahçe çalışanlarından yardım alarak fidanları çukurlara yerleştirdiler. Kazılan topraklarla etrafını kapattılar. Daha hızlı ve sağlıklı büyümesi için gübreye ek olarak demir ve çinko takviyesi veriyorlardı. Toprakla uğraşmak çocukların öfke ve sinirlerini alıyor, enerjilerini temizliyordu.
Salih Bey, iki bardak tavşan kanı çayı eline almış Hilal Hanımla sohbet ediyordu.
“Sen okumuşsun kızım biz senin yanında cahil kalırız. Yalnız bahçe içleri bizden sorulur…”
Daha sözü bitmeden öğretmen hanım, Salih Bey’in bileğini samimiyetle kavradı.
“Olur mu hiç öyle şey yahu! Köylü milletin efendisidir. Sizin tecrübeleriniz, deneyimleriniz olmasa bizler nasıl öğreneceğiz? Şehirde yaşayanlar çeşitli kimyasallara maruz kalıyor. Burası cennet! Burada yetişen sebze meyve sayesinde organik gıdalar tüketiyoruz. Kendinizi hiçte hafife almayın. Bunlar toplumun dayattığı fikirler. Cahil olan sizler değil, bilgi varlığındayken yokluk çekenlerdir. İmkanı varken öğrenmeyendir. Bir de okumuş cahiller var onlara değinmeyeyim…”
“Haklısın..”
Çaylarından birer yudum aldılar.
“Bak hocahanım, bu iki yıllık bitki. Aşıları da tamdır.”
Parmağıyla birinci boğumu gösterdi.
“İğneyi buradan yapıyoruz. Şehrin ayazını bilirsin. Soğuğa ve rüzgara karşı etkisini kaybetmesin diye burası güneye gelecek şekilde dikiliyor. Ayrıca aşılı yeri
topraktan 10 cm yukarıda durmalı ki topraktan bakteri kapmasın.”
Tatlı sohbetlerini bir öğrencinin seslenmesi sona erdirmişti.
“Öğretmenim! Fidanlar aynı bize, topraksa size benziyor..”
Bu benzetme Hilal’in garibine ve aynı zaman da hoşuna gitmişti. Dikkatini daha da vererek dinlemeye başladı.
“Mesela, fidanı büyüten şey topraktır. Siz de bizim büyümemiz için çabalıyor, öğretiyor, bize emek veriyorsunuz.
Toprak bunu bir menfaat beklemeden yapıyor. Siz de bizden karşılığında bir şey almıyorsunuz. Tabi sevgimiz dışında…
Toprak, fidana gübreyle sevgisini veriyor. Siz de bizi anlayarak, her koşulda sevginizi gösteriyorsunuz. En çok sanırım bu konuda benzetiyorum.”
Arkadaşları Ali’yi şaşkın şekilde dinliyorlardı. Öğretmenleri ise duygulanmıştı. Ne derin manalar vardı bu sözlerde. Eğitim hayatındaki sınav stresleri, onca çektiği sıkıntılar işte buna değerdi. Öğrencilerinin aklında böylesine derin yer edinmek dünyalara bedeldi. Yaptığı işten ve kendinden bir kez daha gurur duymuştu.
Güneş batmaya başlamıştı. Karınlarını doyurduktan sonra servise binip okullarına dönüler. Oradan da evlerine dağıldılar. Hilal Öğretmen, bir şey almadan çıktığı evine, hatıra kalması için bahçeden kopardığı karahindiba ile döndü.
Yorum Bırakın