Advertisement
Advertisement

IHLAMUR

IHLAMUR
  • 3
    0
    0
    0
  •         Temmuz ayının kavurucu sıcağını dallarımın altındaki yere düşen gölgem hafifletiyordu. Ilık esen rüzgar hafifçe tene değiyordu. Çiçeklerimin nefis kokusu eşliğinde yapılan şekerlemenin eşi benzeri yoktu.

        Genç adam, dinlenmek üzere gölgeme oturup bana yaslandı. Yorgunluğu her halinden belliydi. Uyku akan gözlerini birer kez sağa sola çevirdi. Etrafın sakinliğini kavrayınca usulca kapadı gözlerini.

        Aradan on dakika geçmeden bir ses yükseldi.

       "Oğlum, Mehmet! Ne duruyorsun orada? Kalk işinin başına!"

       Gencin uyandığını, yataktan düşermişcesine irkildiğinde anlamıştım. Daha uykuya doyamamış gözlerini bir iki defa ovuşturdu. Gece geç yattığı boş bakışlarından belliydi. 

          Yanına koyduğu sepetini sırtına geçirip cılız bedeniyle dallarıma doğru çıktı. Rüzgar olgunlaşmış çiçeklerimi okşuyordu. Bu nedenle bazılarının yere düşmesine sebebiyet veriyordu. Delikanlı, uzun yapraklarımla bitişik olan ıhlamurları topluyor, her koparışında canımdan can gidiyordu. Bir ağaç acı çekiyor, binlerce insan şifa buluyordu. Yine de beni, sapı bizden olan baltalar kadar ürkütmüyordu. 

          Dokuz yüz küsür yaşıma kadar nice insanlar tanımıştım. Gölgemde dinlenip keyfini çıkaranlar da olmuştu, yaşamlarından dert yakınanlar da...

    Mehmet her ikisini de yapmıştı. Yalnız tek bir farkla. Onun derdini dili değil, bakışları anlatıyordu.

          Başını yaprakların arasına sokarak derin bir nefes aldı. "Ne kadar da güzel kokuyorsun."

          İltifatından ötürü yüzünü, sarı çiçeğimle okşayarak teşekkür ettim.

         "Bana rahmetli annemi hatırlatıyorsun. Hastalandığımızda ıhlamur çayı yapar, içirirdi."

          Gözleri buğulanmıştı.

         ‘‘Kaybedeli iki yıl oldu. Son nefesini verirken yanında olamadım. O ara çalışıyordum. Amcamlar gelip haber vermediler. Görüp üzülmemi istememişler. Her halukarda kahrolacaktım zaten. Son kez sarılma imkanımı elimden aldılar benim.’’

           Yutkundu.

           Anlattıkları köklerimi sızlatmıştı. Ne kadar teselli etmeye çalışsam da içindeki derin boşluğu dolduramayacağımın farkındaydım. Ne garip! Daha önce görmediğim bir insan. Yapraklarımı kopararak bana acı veriyor, bense onun için üzülüyorum. Sanıyorum, yirmili yaşlarının başındaydı. Nerede kalıyor, yaşamını nasıl idame ettiriyordu? Düşünmeden edemiyordum.

           Göz yaşlarını sildi. Tebessüm ederek konuyu değiştirmişti.

          "Rahmetli çiçeklerle çok konuşurdu. Onların bizi duyduğunu, sevgimizi hissettiğini anlatırdı. O zamanlar garipserdim fakat şimdi anlıyorum. Seninle konuşunca nasıl rahatladım bir bilsen..."

          "Biliyorum." dedim içimden. "Senden biliyorum..."

           Güneş ziyasını kaybetmişti. Gündelik işçiler toparlanıyordu. Genç adamın topladığı çiçekler sepetini doldurmuştu. İşini nihayet bitirdiği için yüzü gülüyordu. Emeğinin karşılığını da alın teri kurumadan alabilmişti. 

           Gidecek olması hiç içime sinmiyordu. Hikayesini dinlemek istiyordum. Dostluğumuzu sürdürebilmek için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Karşılıklı diyaloğumuz olmasa da anlaşabilmiştik. Hem de kısacık zamanda. Fark etmiyordu. Uzun boyu ve heybetiyle bilinen bu koca ağaç ağlıyordu. 

           Eşyalarını çoktan toplamıştı. Gitmeye hazırdı. Dönüp ela gözleriyle son kez baktı.

          "Sen," dedi, "Ihlamur ağacı. Seni çok sevdim."


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.