Feylerin, Cadıların ve Olağanüstü Savaşçıların Kraliçesi: Sarah J. Maas

Feylerin, Cadıların ve Olağanüstü Savaşçıların Kraliçesi: Sarah J. Maas
  • 2
    0
    0
    0
  • Bu içerikte sizlerle fantastik edebiyatın son dönemlerde büyük önem kazanan bir ismi hakkında konuşacağız. Onun eserlerinden kısaca bahsedecek ve nasıl işlediğini hâlâ çözemediğimiz beynine olan hayranlığımızı dile getireceğiz. Ayrıca fantastik edebiyat tarihine kalıcı bir iz bırakıp bırakmadığını da tartışacağız. 

    Cam Şato, Güller ve Dikenler Sarayı ve Hilal Şehir...

    Hiç kuşkusuz bu üç seri, ülkemizdeki fantastik edebiyat aşıklarının son senelerde sıklıkla kulaklarına çalınan seriler olarak karşımıza çıkıyor.  Bu serilerin arkasındaki isim kim mi? Tabii ki Sarah J. Maas...

    Sarah J. Maas'ın fantastik edebiyat evrenine bir yıldız gibi parlayarak girdiği sugötürmez bir gerçek. Öyle bir evreni anlatıyor ki bizlere çıldırmamak elde değil. Şahsım adına konuşacak olursam yazarın kitaplarını okumak için biraz geç kalmışım. Nasıl gözümden kaçtığını anlamış değilim. Tanışmamız 2022'in ilk aylarında gerçekleşti. Sonrasında ise elimden düşmeyen kitaplar hep sevgili yazarımıza aitti. Yazarın kitaplarına Dikenler ve Güller Sarayı'nı okuyarak başladım. Sonradan anladığıma göre bu da bir hataydı. Artık ilk okunacak serinin Cam Şato olması gerektiğini biliyorum.  Ne yazık ki bu seriyi en sona bıraktım ben. Bunu yaparak çok daha keyif alabileceğim bir serüvenin tadını kaçırdığımı kabul ediyorum. Olsun, herkesin Sarah J. Maas'la olan yolculuğu farklıdır. 

    Artık biraz daha işin içine girelim isterim. Belirttiğim üzere ilk görüşte aşk yaşadığım seriden başlayacağım abartmaya. Dikenler ve Güller Sarayı...

    Ne yalan söyleyeyim Feyre Archeron'u tanıdığım anda kanım çoktan ısınmıştı. Henüz birkaç sayfa okumuşken "Bu kadının boynu hiç bükülmeyecek sanırım." demiştim. Feyre beni bir an olsun yanıltmadı. Atıldığı her macerada onu takip etmekten büyük zevk aldım. Midesinde uçuşan kelebekleri okurken de savaş borusunu öttürürken de bir adım gerisinde zırhımı kuşanmıştım sanki. Başına gelebilecek her şeyde yanında olmak, omuz omuza savaşmak istiyordum. Sisterhood bayrağını açmıştım yani. Sonra garip bir şey oldu. Aramızdaki bu kardeşlik yeterince mükemmel değilmiş gibi sıcacık bir ailenin içinde bulduk kendimizi. Velaris'in yıldızlı gecelerinden birinde gökyüzüne bakarken taşlaşmış kalbimiz ısındı. Bir iki, iki üç, üç dört oldu içimizde. Rhysand'e güvendiğimizin on katı Cassian'a güvendik. Azriel'a yaslandık. Mor'un bir şeyler saklayan gözlerini gördüğümüz hâlde iyi hissettik. Dikenler ve Güller Sarayı'nın yerini Sis ve Öfke Sarayı aldı. Onun yerini Kanatlar ve Küller Sarayı. Ardından da Buz ve Yıldızışığı Sarayı geldi. Hikâyemizi tamamladığımızı düşünürken Nesta Archeron buz tutmuş bedeniyle sıcak yuvamıza daldı. Onu ilk karşılayan da Cassian oldu. Asla kaybetmeyeceğim bir şey kazandığımı son kitabın son sayfasını kapattığımda gözümden akan yaşla anladım.

    Gerçek dünyada yaşıyordum, Velaris çok uzaktaydı. Televizyonda korkunç haberler dinliyor, internette asla tıklamayacağım makaleleri son sürat geçiyordum. Hayatın normale dönmesini bekliyordum, dönmüyordu. Gün içerisinde kendimi gökyüzüne bakarken buluyordum. Bulutların arasında aradığım kişileri görmem imkân dahilinde değildi. Yine de orada olduklarını düşünmek iyi geliyordu. Sarah J. Maas, beni yetişkinliğin kazıklı yatağından kaldırdı. Yeniden hayal etmemi ve inanmamı sağladı. 

    Çok geçmeden yaşam yeniden zorlamaya başladı. Ben de yeni bir maceraya atılmaya karar verdim. İşte o gün Bryce Quinlan'a elimi uzattığım gündü. İçten içe yaşadığım "Feyre'nin yerini alır mı?" korkusu sayfa değerleri arttıkça kayboldu. Bambaşkalardı. Hatta belki bana daha bile yakındı Bryce ama bunu bir ihanet olarak değerlendirmem. Bryce'ın hayatı o kadar da peri masalını andırmıyordu. Hunt Athalar, Rhys kadar büyüleyici gelmemişti en başında. Ruhn Danaan, Cas'le kıyaslanmaktan kaçamıyordu. Sonra bir şeyler oldu. Burada söylemeyeceğim çünkü okumayı planlayanlar için hikâyenin büyüsünü bozmak istemem. Kısaca belirtmem gerekirse şunu anladım. Beni ve belki de bütün yoldaşlarını Feyre göndermişti buraya. Bryce'ın arkasında durmamızı istiyordu. Biz de High Lady'nin emrini yerine getirmeliydik. Nitekim bunun doğru olduğunu Gökyüzü ve Nefes Hanesi'nin sonunda kesinleştirdik. Çığlıklar atarak evde zafer turuna çıktığımı hatırlıyorum. 

    Kurmuş olduğum dostluklar kalbimde boş yer bırakmadığından Sarah J. Maas okumaya biraz ara vermem gerektiğini düşündüm. Uzun süre de verdim. Bu yılın başında Cam Şato'nun yüksek duvarlarından içeri atlayana kadar yani. Bu sefer başım büyük belada. Aelin Galathynius'u korumaya çalışıyorum ve inanın bana bu çok zor. Pek yerinde durduğu söylenemez.

    Artık Sarah J. Maas'la olan ilişkimi öğrendiğinize göre biraz daha bu dünyanın diliyle konuşalım. 

    Kadın yazarların kadın karakterlerin iç dünyalarını yansıtma, hislerini aktarma konusundaki başarılarını biliyoruz. Sarah da bunu en iyi şekilde yapıyor ancak onu diğer yazarlardan ayıran en önemli unsur karakterlerin içlerindeki iyi ve kötü savaşı. Suikastçı bir karaktere bu kadar aşık olmamızı açıklıyor bu durum. Başkarakterlerin psikolojik durumlarını o kadar net görebiliyorsunuz ki ahkâm kesmek çok zorlaşıyor. Hâl böyle olunca kötü olduğunu düşündüğünüz bir karakterden bile nefret edemiyorsunuz. (Ayrıca bahsetmeden geçmeyeceğim, rica ediyorum Sarah J. Maas'ın erkekleri bir fabrikada üretilmeye başlasın artık. Bunun milyonlarca kadının aşk hayatını düzelteceğine inanıyorum.)

    Yazarın kaleme aldığı seriler yetişkin fantastik olarak isimlendiriliyor çünkü gerçek anlamda karanlık evrenlerden bahsediyoruz. Üstelik eserlerdeki cinsellik içeren satırlar da belirli bir yaşın altı için uygun değil. Bu serilerin içeriklerini duyan insanlar genelde "Periler yani, elfler falan öyle mi? Vampirler falan da vardır şimdi. Çocuk musun sen canım!?" gibi tepkiler veriyorlar. Buradan toplu bir cevap vermek isterim fakat inanın zerre umursamıyorum. Okuma eylemini ve içeriğini yaşla ilişkilendiren kişilere ayıracak bir satırım yok. 

    Buraya kadar bahsetmiş olduğum seriler hakkında bir bilgi daha vermek isterim. Seriler birbirlerinden bağımsız gibi gözükse de değil. Hepsi aynı evrendeki paralel dünyalarda geçiyor. Sarah J. Maas bu evrenleri o kadar büyük bir ustalıkla çiziyor ki sıkılmanıza imkân yok. Detaylarda boğulmamak için bir süreliğine sıkı tutunmanız gerekebileceğini de söylemek isterim. Dev dalgalar sakinleşince siz de rahatlıyorsunuz, merak etmeyin. Yolculuğun keyfi orada başlıyor.

    Tüm bu konuştuklarımızın ardından kapanışı yapmaya başlamam gerektiğini hissediyorum. Fantastik edebiyat ve bilim-kurgu alanında dünyaca tanınmış olan çok önemli yazarlar var. Hayatım bu isimlerin eserlerini okuyarak geçti. Her ne kadar kendisinden bağımsız olarak düşünmek istesem de Harry Potter'ı bizlere J. K. Rowling bağışladı. Ursula K. LeGuin Yerdeniz Serisi'yle görünenden ötesini görmeyi öğretti. Tam anlamıyla fantastik edebiyatın içinde değerlendiremesem de Diana Gabaldon bize Jamie Fraser'ı sundu ki sorarım sizlere, bu kadın daha ne yapsın? Elbette bu cephenin bir de XY kromozomlu tarafı var. "Ustalar Kuşağı" diyerek geçecek ve burada sizlere Tolkien, George R. R. Martin, C. S. Lewis övmeyeceğim. Sadece şunları söylemek istiyorum: Bu yaşıma kadar çok fazla okudum. Okuduklarımı anlamaya, üzerine düşünmeye çalıştım. Haklarında notlar aldım, yazılar yazdım. Bunların bir kısmını yayımladım, bir kısmı da çekmecelerimde tozlanıyor. Okuduklarım kalbimde derin izler bıraktı, ruhumu mayalayarak büyümemi sağlayan şeylerdi bunlar. Hayali bir evrenin köşesinde, kimseden habersiz yaşamayı ise ilk defa Sarah J. Maas romanlarının bana gösterdiklerine şahit olduktan sonra istedim. 

    Yani bana sorarsanız evet, Sarah J. Maas fantastik edebiyat tarihine adını altın harflerle kazıdı. 


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.