Tuhaf Savaş'ın Pasifisti: Albert Camus

Tuhaf Savaş'ın Pasifisti: Albert Camus
  • 0
    0
    0
    1
  • Birçoğumuzun onu Nobel ödülüyle tanımış olduğunu sanıyorum daha doğrusu ödülden sonra merak edilip çokça okunan romanlarıyla... Özellikle "Yabancı" bizde en çok okunanlardan oldu.

    Beni en çok etkileyen romanı ise hiç kuşkusuz "Veba". Hatta sonrasında Kuçuradi'den Etik kavramı üzerine bir anlatı dinlediğimde bu etkinin katbekat arttığını söyleyebilirim. İlgilenenler için buraya bırakıyorum:

    https://youtu.be/ipMm5CYdEYY

    İoanna Kuçuradi, etik ve değer kavramı üzerine yaptığı bu konuşmada Veba romanından alıntılarla bir değerlendirme yapıyor. Hem romanı okumadan hem de romanı okuduktan sonra size farklı bir pencere açacağını düşünüyorum. 

    Her neyse gelelim asıl konumuza, Albert'e...

    "Karanlık ve aydınlık, yaşam ve ölüm neden aynı anda bizi bulmaz?" diye düşünüyorsanız henüz Camus ile tanışmamış olabilirsiniz. Her ne kadar pasifist bir duruş sergilemeyi seçse de başkaldıran insan tutumuyla da gerektiğinde ortaya çıkması onun karanlık ve aydınlığının birlikte dans etmesinden başka bir şey değildir. 

    "Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız." derken yaşamının her noktasında karşımıza çıkan şu "absürt" kavramıyla yüzleşiyoruz. O da itinayla yaşadı mı ya da gerçekten hayat hiçbir şey miydi ona göre? Yorumu okurlarına bırakıyorum izninizle. Onun felsefeye "absürt" kavramıyla yaptığı katkıdan bahsetmek istiyorum tam bu noktada. Kendisinin varoluşçu diye adlandırıldığı zamanlarda bunu reddeden bi tutumla birlikte sözde varoluşçuları da acımasızca eleştirir. Ona göre hayat anlamsızdır ve saçmalıklarla doludur. Hayatın anlamsız ve saçma oluşu yaşanmaya değer olmadığını düşündürmesin size. Evet hayat anlamsızdır fakat yine de anlamlı yaşamanın nesi kötü? İşte tam bu noktada kendini gösteriyor absürdizmi. 

    Kendisini hep bir ahlaki ikilem içinde bulan yazarımız hem başkaldıran insanıyla hem de barışçıl insanıyla başını derde sokmaktan geri durmuyor. Gerçi bu tutumu ona nobeli kazandırıyor fakat gelgelelim hangisi gerçek Albert anlaması güç. O bir siyah ayaktı. Yani Cezayir asıllı bir Fransızdı. Onun bu tabiri nasıl ve neden bir sınıflandırma yaratır bilmiyorum. Fakat savaşa karşı Fransız hükümetini destekleyen Albert bir siyah ayak mıydı yoksa soluk benizli mi? Kararı siz verin. 

    "Yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan"a dönelim biz. Yaşamın anlamsızlığının farkındadır ve bunu yok edemeyeceğini bilir. Yalnız bununla savaşmaktan erinmez. Üstüne gider. Hatta kendini başka çıkmazlara da sokarak üstüne gider. Yine de intihar onun için hep anlamsızdı. Yaşamak en büyük saçmalıktı ancak bunu ölüm bile değiştiremezdi. O zaman ne anlamı var ölmenin ya da yaşamanın? Bir gün öleceğimizi bilerek yaşamak, yaşamı değersiz görerek ölmek...

    Uyumsuzluk felsefesi ile daha fazla ilgilenmeliyiz sanırım. Bütün bu absürt durumlara bakışımız daha farklı ve anlaşılır olmalı. Albert'in kitapları bunun için iyi bir başlangıç olacaktır kanısındayım. Keyifli okumalar dilerim.

     


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.