Bugün sizlere 74 bölümden oluşan kısa soluklu ve tadı uzun süre damağınızda kalacak bir polisiye öyküden bahsedeceğim. Her şey Almanya'da başarılı bir beyin cerrahı olan Kenzo Tenma'nın katil olduğunu bilmediği bir hastasını kurtarmasıyla başlar. İşinde normal bir doktordan bin kat daha iyi olan Dr. Tenma, kendisini tehlikeye sürükleyeceğini bildiği halde kurtardığı kişinin cinayetlerinin izini sürmeye başlar ve hikâye böylece ilerlemeye başlar. Kilit kişiler arasında kimlerin bulunduğunu spoiler olmaması için söylememeyi tercih ederdim normalde ancak burada bahsetmek istediğim konu polisiyenin içerisine karışan siyaset, eğitim, bilgilendirme ve ilerleme için aile yükümlülükleri de girdiğinden bunu göz ardı ediyorum.
Johan.
Kurtarılan hastanın ismi. Nereden geldiği ve nereye gittiği belli olmayan ve belli bir süre için bunu kendisi de bilmeyen bir birey. Johan'ın kişiliği karşısındaki şahsiyetlerin ilerlemesine göre değişiklik gösteriyor ancak bunu neden yaptığını ve onu besleyen temel unsurların neler olduğunu hikâye bize tam parçalar vermeden anlayamıyoruz. Monster (2004) adlı bu animenin güzel taraflarından biri de bu: Sizi merakta bırakırken eksik de bırakmıyor. Bir şeyleri çözmeniz için malzemeler de veriyor, ki bölümler ilerlerken yaptığınız bazı tahminlerin ortaya çıktığını ya da daha iyisi, bahtdönüşü bakımından efsane etkisi olan gözden kaçırdığınız bir parçayı görerek izlemeye heyecanla devam ediyorsunuz. Johan'ı besleyen unsurlar ikiz kardeşi Nina'yı ya da Anna'yı besleyen unsurlarla aynı ancak Anna/Nina onun gibi hareket etmiyor. Bunun sebebini birazdan öğrenceksiniz.
Nina hukuk öğrenimi gören parlak bir üniversite öğrencisidir. Hastanede gerçekleşen olayın üzerinden on sene geçmiştir ve hiçbir şeyi hatırlamıyor durumdadır. Durumunu kontrol altında tutmak için Dr. Reichwein ile iletişimdedir. Johan ortaya çıkıp önce dolaylı olarak sonra da tam temasla yaşadığı yerden onu koparmak için harekete geçene dek. Hiçbir şeyi hatırlamayan Nina, Johan'ın dolaylı baskılarıyla kayıp anılarına dolaylı olarak erişmeyi başarır ve bu olurken Tenma, Johan'ın ikiz kardeşiyle temasa geçme düşüncesinde olduğunu tahmin ederek Nina'nın nerede olabileceğini çözmeye çalışmaktadır. On sene sonra ikinci bir olayın patlak verdiği gece Heidelberg Kalesi'nde hastasıyla yeniden karşılaşır. Onun isteğiyle hayatta kalır, sadece bu da değil; Nina'yı da kurtarır ancak yolları ayrılır onların da.
Çarpıcı olan şeylerden biri, Johan'ın kendisini öldürmesi için Nina'yı azmettirmiş olması ve bunu kendine ait derin nedenlerden dolayı gerçekleştirmiş olmasıdır. Şimdi buraya güzelce odaklanalım çünkü bence bu hikâyede derin bir etkiye sahip. Neden bunu istedi? Neden Nina'nın kendisini vurmasını ve kurtulmasını istedi? On yaşında bir oğlan çocuğu beyninde niçin böyle bir istekle hareket etsin?
Bu sorular bizi başta sorduğumuz bir soruya götürüyor - daha doğrusu soru olmayan ancak şimdi soruya dönüşen bir parçaya: Her şey nerede başladı?
Yetişme, yetiştirme ve ebeveyn olma hakkında ne düşündüğünüzü bilemem ancak bir anne babanın evlatlarına verebilecekleri bütün imkânları vermeleri gerektiğini düşünürüm. Bunda bir sorun yok. Herkes bir şekilde evladına bu imkânı sağlamak için çabalıyor. Peki şefkat anlamına gelen sıkı bilgilendirme hakkında ne düşünürüz? Diziden hareket ederek soralım soruyu, manası derin, hiçbir cevabı olmayan bir soru bu: Ülkeniz belli bir kapasiteye sahip olabilecek bireyleri yaratmak için aileleri denek olarak kullanıyor, daha doğrusu onların çocuklarını. Devletin sizi yerleştirdiği küçük bir evde annenizle birlikte yaşıyorsunuz, bu deney kapsamında da her an gözlenmektesiniz, bir denek olduğunuz için isminizin de önemi olmadığından size bir isim konmasına bile izin verilmemiş, isimsiz canavarlar olarak o küçük evde büyütülmek durumundasınızdır ve bir gün sizi gözleyen kişiler gelip annenize bir seçim sunuyor: "Birini alacağız ve birini bırakacağız; seçimini yap..."
N'apardınız?
Hangisi? Hangi çocuğu seçerdiniz; Nina'yı mı yoksa Johan'ı mı?
Johan bu soruya bir cevap bulamıyor. Son anına kadar bu soruyu düşünüp isimsiz bir canavar olarak kendi vicdanını aramaya çalışıyor. Kendisine her an sorduğu soruyu doktora da iletiyor. Dr. Tenma'ya sorarken olayların yansıması kanınızı donduruyor:
"There's something I want only you to hear. The time, long ago that monster appeared before me. Was my mother really try to save me that day? Or did she mistake me for my sister? Well, which is it? Which one us the one she didn't want?"
Nina sürüklenip koparıldığı eve uzun bir sürenin ardından geri döndüğünde Johan'ı odanın ortasında tek başına bekler bir şekilde buluyor. Bomboş olan odanın içerisinde annesinden eser yoktur. Nina Johan'a yaklaşıp Johan Nina'ya yaşadığı her şeyi kendisine anlattırıyor ve olayların ardı arkası kesilmiyor bunun sonrasında. Soru soruyu doğuruyor.
Evet, Johan canavar olarak anılan saf bir şeytandı, isimsiz bir canavar ama gerçek canavar asıl kimdi? Yetiştirme ahlakına göre deneyin gerçekleştirmek istediği amaç, yani işaret ettiği asıl canavar ebeveynler değil miydi? Sevgisini seçerek veren bir anne canavardan nasıl farklı olabilir ve çocuğu canavara nasıl dönüşemez?
Bu derin soluklu animenin bana sordurduğu, hâlâ da üzerimde büyük etki bırakan sorular hepimiz için büyük bir çıkmaz. Yetiştirdiğimiz, büyüttüğümüz bir evlada eğer doğru yaklaşımda bulunmazsak -bu ister bir seçim ânı olsun, isterse de sonraki yaşama liderlik edecek önemli bir olay- onun canavara dönüşebileceği ihtimalini de göz önünde bulundurmalıyız çünkü yaşamlarımız gerçek bir an içinde saklıysa bunun kötü anları ailelerimize dair oluyor.
Merakla.
-
-
-
Bünyamin.
Yorum Bırakın