Sâdık Hidâyet'in 1936 yılında yayımlanan romanı Kör Baykuş, tam anlamıyla kan tadında karanlık bir roman. Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar. Kimseye anlatılmaz bu dertler, diyerek açılan roman ilk kez Hindistan'da yayımlandı. Kapak üzerinde kendisi tarafından çizilen bir testi resmi yer alıyordu. Hidâyet, kitabının kendi ülkesinde yasaklanacağından emin olduğu için kitabın kapağına "İran'da satışı yasaktır." ibaresini koydurdu. Bu durumda da "kitabını kendi ülkesinde yasaklayan bir yazar" olarak tarihe bir imza attı. Ne yazık ki Sâdık Hidâyet'in bütün eserleri, İran'da hâlâ yasaklı durumdadır.
Kör Baykuş, gizemli bir sevgiliyi kaybettikten sonra umutsuzluk içerisinde hastalıklı itiraflarını sunan bir ressamın hikâyesini anlatıyor. Ana hattıyla iki bölümden oluşan romanın ilk kısmında afyon bağımlısı anlatıcının, hem sevdiği hem de nefret ettiği kadını ve yaşlı bir adamın sürrealist bir anlatımını sunuyor. İkinci bölümde ise ilk bölümle çelişiyor gibi görünen ayrıntıları daha gerçekçi bir biçimini içeriyor.
A. Maalouf'un “Doğu'nun Limanları” romanında şöyle bir satır geçiyor: "Uçuruma usulca sürüklenmek yerine koşarak atladım." Bu cümle tam olarak hem Sâdık Hidâyet'in karakterini hem de Kör Baykuş romanında ki başkarakterin ruh halini temsil ediyor. Bir uçurumdan bakarak yazdı hep eserlerini ve Kör Baykuş'u. Toplumu sorguladığı kadar varoluşunu da sorguluyordu Hidâyet, bu sayede zaten Kör Baykuş ortaya çıktı. Yoksa o düşsel betimlemelerle yazılmış satırlar kolay duygular ile yazılamazdı.
Hidâyet'in yakın arkadaşlarından Bozorg Alevi Kör Baykuş için: "Bu roman, daha çok, sessizce katlanılan bir acının ifadesidir." diyor ve maalesef bu sözlerinde sonuna kadar haklı. Hidâyet'in yazdığı karakterin acısını şaşkınlıkla okuyup hayrete düşüyorsunuz. Bozorg Alevi'nin kitaba eklediği sonsözü hariç 80 sayfadan oluşan Kör Baykuş bir nevi şizofreni eşiğindeki kişinin gördüğü halüsinasyonlardan ibaret gibi. Sanki rüya içerisinde yaşanan acı gerçekleri okuyorsunuz. Çünkü metinde gerçekler ile düşler bir arada yazılmış. Bu kadar gerçekçi olmasının muhtemel sebebi karakterin duygularının aşırı yoğun olmasından kaynaklı.
Başkarakterimiz sürekli bir bölünme, parçalanma, değişim ve dönüşüm yaşamaktadır. Hidâyet’in yazdığı gerçek dışı satırları okurken ilk olarak anlık bir şaşkınlığa düşüyorsunuz, fakat sonrası gelen duygu durum karmaşasındaki satırlar öyle ustalıkla yazılmış ki imkansız olan durumları inandırıcı kılıyor. Fakat bu düşsel anlatımlar karaktemizin direkt kişisel duygularından çıkmıyor, afyon tiryakisi olarak karşımıza çıkıyor. Bu yüzdendir bu denli düşsel, gerçek dışı görünümler. Fakat konu okuyucuya gelince işler ne yazık ki değişmiyor. İkinci bir gözden bakmıyoruz olaylara. Hidâyet'in yazdığı karakterin dumanlı, kara evreni bizi içine çekiyor ve biz de onun tarafından bakıyoruz.
“Kendimi bütün ruhumla unutmanın uykusuna bırakmak istiyordum. Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilmezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.”
Karakterin kara evreni, dumanlı satırlar ve kan tadında bir roman diyoruz, çünkü Kör Baykuş'ta; okurken insanın tüylerini ürperten bir kadın cinayeti var. Klasik bir cinayet değil çünkü içerisinde öfke ve kıskançlıkta yatıyor.. Pişmanlık var mı diye soracak olursanız da metnin satırlarıyla sizi başbaşa bırakayım, çünkü karakterimizin değişken ruh halinden dolayı, gerçekten pişman mı yoksa değil mi anlamak çok zor.
Bozorg Alevi bu kısım için Hidâyet'in Biyografisi’ne şöyle yazar: “Kör Baykuş’un eylemi, olayları, zaman ve mekân dışında kalır. Olayları bölüşenler tipik kimselerdir, daha doğrusu bir tipin değişik kişilerdeki varyasyonlarıdır, bu kişiler mitik bir psikoloji kanununa göre birbirlerine dönüşürler. Baba, amca, arabacı, mezarcı, ihtiyar hurdacı ve nihayet romanın 'kahraman'ı, aslında tek kişidir, esrarengiz genç kız, bayader ile kahramanın karısı 'kahpe' de öyle… Normal düzenin kalkışı bununla bağlantılıdır; şimdiki zamanla geçmiş zaman; anı, rüya ve hayal olarak birbiriyle kaynaşmıştır. Sebeple sonuç arasında bir nedensellik yoktur, onları birbirine masallardaki mantık bağlar. Ama buna rağmen olay, şüphe yok ki gerçek bir hayatı saptar. Korkular, özlemler, ümit, ümitsizlik, bu olay içinde, öteden beri insan kaderinde olduğu gibidir.”
Karakterimiz varoluş sancısını ve düşüncelerini şöyle betimliyor: "Ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: Öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş..." Kendini ve fikirlerini kurtuluşa erdirmek için ramak bile bırakmamış anlatıcımız. Karamsarlık, döngüsellik ve çıkışsız bir anlatı olan Kör Baykuş, anlatılanla yeni durumlardan gelecek çıkışlara zemin hazırlamaz, tam tersi sürekli tekrarlanan bir döngüselliğe sahiptir.
İran'lı yazar Celal Al Ahmad, Kör Baykuş için şunları dile getiriyor: “Kör Baykuş, yabancılaşma korkusu, inziva, gerçeğin yerini alan görünüşler, nostalji, var olan gerçekleri inkar etme, rüya ve kabuslarla yetinme, engizisyoncu ve hakimiyet altındaki insaların zihniyetinin özellikleridir. Bir insan arkadaşıyla, eşiyle, iş arkadaşıyla ve başkasıyla konuşmaktan korktuğunda ancak kendi gölgesiyle konuşabilir. Kör Baykuş, sanatsal değerinin ötesinde toplumsal bir belgedir; güç üstünlüğünü kınayan bir belge.”
"Bu hayat bir soğuk bölgede ve sonsuz bir karanlıkta geçti âdeta, öyle ki hep aynı alev vardı ve o beni bir mum gibbi eritti."
Sâdık Hidâyet, metinlerinin tamamını görsel açıdan bakıp görme biçimlerimizi metnin gerçekliğiyle buluşturmuştur. Romanın karakteri bir an olsun soluk almak istemese de, romanda ölüm başlı başına soluk alıyor ve baykuş gölgesinin imgesi sayfalarda bir ruh gibi dolaşıyor. Hidâyet'in vejetaryan oluşunu ve et yememesini, Kör Baykuş anlatıcısının ise sürekli bir kan tadında anlatılan etten bahsedişi de romanın başka bir boyutunu gözler önüne seriyor.
Yaşadığı dönemin çok ilerisinde fikirlere sahip olan Sâdık Hidâyet Vejetaryenliğin Yararları adlı kitabında şöyle yazıyor:“Yüreğimizden gelen doğal, yapmacıksız duyguları zorla bastırmadığımız sürece insanın içinde diğer canlıları öldürme ve canını yakmaktan nefret etme duygusunun var olacağı açıktır. Ve yine hiç kuşku yok ki, insanlar yedikleri hayvanları bizzat kesmek zorunda kalsalardı, çoğu et yemekten vazgeçerdi.”
İran’da modern edebiyatı kuran Sâdık Hidâyet’in başyapıtı, Kör Baykuş’u okuma listenize kesinlikle ekleyiniz. Okumaya başladığınızda gözle göremediğiniz bir çok şeyi okuyarak göreceksiniz.
"Derdin öyle derin ki, gözlerinin ta derinlerinde. Ağlayınca gözyaşın gözlerinin derinlerinden geliyor, yoksa akmazdı gözyaşların!..."
sevgiler, mustafa.
Sâdık Hidâyet'in hayat hikâyesini okumak isterseniz profilimde biyografisini bulabilirsiniz.
Yorum Bırakın