Rollo May, varoluşçu felsefenin yanı sıra hümanist psikoloji ile de ilişkilendiriliyor. Anne ve babasının boşanmasının ardından, bir de kız kardeşine şizofreni teşhisi konulmuştu. Bütün bunların getirdiği buhranla birlikte hayatı iyice değişmişti. Üstelik annesi, çocuklarını sürekli yalnız bıraktığından kız kardeşine bakma yükümlülüğü May'e kalıyordu. Böylesi bir sonuçta, Rollo May'in Kaygı üzerine yöneleceği ve çalışmalar yapacağı muhtemeldi.
"Kaygı şu anlama gelir: Sanki dünya kapınızı çalıyordur ve bir şey yaratmak, bir şey yapmak zorundasınızdır..."
Rollo May, araştırmalarında hayatın akışında bazı dönemlerde yaşadığımız kaygı durumunu reddetmemekle birlikte, tamamiyle negatif bir olgu olarak bakmıyor. May'e göre, insanın kendini gerçekleştirmesinde ki en büyük engeller kaygı ve endişedir. Fakat ona göre, bu engeller ayrıca elimize geçmiş bir anahtardır. Ve yaşadığımız bu endişeler üzerine, Kendini Arayan İnsan kitabında şunları yazıyor: “Nörotik endişe bir türlü açığa çıkmamış çelişkilerden kaynaklanır ve bu çelişkilerin ne olduğunun anlaşılmasıyla giderilebilir. Nörotik endişe bize çözülmesi gereken bir sorunu işaret eder. Aynı şey normal endişe için de geçerlidir. İçimizdeki güce başvurmak ve savaşa başlamak için bir çağrıdır endişe.”
May’e göre kaygı, birey için içsel bir tehdittir ve kaygının kişinin içinde bulunduğu dünyayı tanıyamaması, kişinin kendini kendi varoluşuna yerleştirememesinden kaynaklandığını söylüyor. Ona göre Kaygı, yaratıcıllığa açılan bir kapıdır. Aslında özünde ve genelinde kaygıya düştüğümüzde, hiçbir şey yapmak istemeyiz ve bir şeyler üretmek bizim için çok zor bir hâle gelebilir. Ancak tam bu zamanlarda insan üreterek kaygı ve endişe döneminden kurtulabilir diyor. Çünkü, insan kaygılanınca kafasında olmayacağı şeyleri kurgulamaya başlar. Bu kurgulamaları, kaygı durumunundan çıkmak için anahtar olarak kullanabileceğimizi belirtip, bu anlarda; düşündüğümüz durum ve olayların gerçek olmadığını anlayıp fark etmemizi istiyor.
“Artık kaygı duyulmuyorsa mücadele bitmiş demektir, bunu depresyon takip eder.”
Kaygı, korku ile aynı değildir; bu gerçek ya da algılanılan andaki bir tehdide yanıt olarak gelişen bir duygudur. Kaygı, algılanan bir tehdit için uygun bir bilişsel ve duygusal tepki olan korkudan ayırt edilmektedir. Yalnızca kontrol edilemez veya kaçınılmaz olarak algılanan durumlarda meydana gelir, ancak gerçekçi değildir. Endişe ise gelecekteki tehdidin beklentisidir (Cassady, 2004).
Kaygının, umutsuzluğun açığa çıkarılması, onunla yüzleşilmesi sürecinin doğru bir yönde gerçekleşeceği garantisi de yoktur. Hafif kaygılar, belli belirsiz rahatsızlık verirken, şiddetli kaygılar ise günlük yaşamı ciddi şekilde etkileyen endişelerdir (Kawamura, 2001).
“İnsanın kurtuluşuyla ilgili olarak tarihteki en büyük tehditle karşı karşıya olduğumuza göre, yok olma ihtimalimizin, kendisinin tam tersi olan var olmayı daha da ön plana çıkardığına inanıyorum. İnsan denilen yaratıklar hâlâ merak eden, bir sanatla kendinden geçen, sembolleri bir araya getirip şiirler oluşturarak yüreklerimizi neşelendiren, büyük bir hayranlık ve huşuyla gün doğumunu seyreden bireylerdir.” (Varoluşun Keşfi)
Rollo May: "Kaygı, zevk alma ya da üzüntü gibi diğer duygulanım şekillerinden farklıdır. Çevresel bir tehdit olmayıp, insanın varoluşunun merkezine olan bir tehdittir." diyor ve kaygıyı yaklaşmakta olan varolmama durumunun tehditi olarak nitelendiriyor (1996).
Duygulanım başımıza gelen, bize etki eden "bir şey"in varlığını gösterir, ama sorun bu şeyin ne olduğunu bilmememizdir. Bu ayrımı anlamak için örnek verecek olursam, korku ile kaygı ve yas ile melankoli böyle bir çift oluştururlar. Korku ve yas duygulanım değil, etki olarak görüldüğünde, neden korktuğumuz ve neyin yasını tuttuğumuz bellidir, yani bu durumlara yol açan şeyler bellidir. Oysaki kaygının ve melankolinin nesnesi belli değildir, yani bizi kaygılandıran şeyi bilmediğimiz gibi, melankolinin de neyin yitirilmesi sonucunda ortaya çıktığını bilemeyiz. Burada geldiğimiz ilginç bir nokta da, problem ve giz düzeyi arasındaki fark. Marcel'in belirttiğine göre insan, varlığın getirdiği problem düzeyini aşarak varlığın gizine dalabilir. O halde duygulanımlar problem (‘belli bir şey’in üstesinden gelmeye çalışmak) düzeyine indirilemedikleri için insanın tüm varlığının sorgulanması anlamını da taşırlar.*
Kaygı kavramını, korkudan tamamen ayırarak başlı başına bir kavram olarak araştırıp tartışma açan ilk isim de: Danimarkalı filozof ve din adamı olmasının yanı sıra, varoluşçu yaklaşımın öncüsü de olan Soren Kierkegaard 'tır. Kierkegaard, dini metinleri kaygı kavramı ile bağdaştırarak inceliyor. Kaygı hakkında, kaygının ilk günahtan önce geldiğini söyler. Tanrı, Adem'e elmayı yememesini söylediğinde Adem kaygılandı. Çünkü önünde ilk defa başka bir seçenek olduğunu fark etti. Kierkegaard, Adem’in işlediği günah ile ilgili şöyle düşünüyor: işlediği ilk günah ile birlikte "günah" yeryüzüne inmiştir. Fakat dünyaya gelen insan ilk günahını bu dünyada işler. İnsan bu ilk günahı işleyerek masumiyetten suçluluğa doğru bir yol alır. Kierkegaard’a göre, masumiyet cehalettir yani ilk günahı işlemeyen insan henüz kendi varlığının ve olanaklarının farkına varamamıştır. İlk günah ile insan, özgür olduğunun farkına varacaktır. Bu özgürlük sorumluluk duygusunu da beraberinde getirir. Bu sorumluluk beraberinde de kaygı duygusunu getirecektir.
Kierkegaard'ta tıpkı Rollo May gibi; kaygıyı, uzak durmamız veya aşmamız gereken bir şey olarak görmez. Kaygı, ikilemsel bir biçimde insanın hem sürekli bir tehdit olarak gördüğü hem de ulaşmayı arzuladığı şeydir. Kaygı, hayatımızda vardır ve hep vâr olacaktır. Kierkegaard, kaygıdan kurtulmak bir yana bunu yapmak istemediğimizi belirtir.
Rollo May, Kierkegaard’dan yola çıkarak kaygıyı normal ve nevrotik olarak ikiye ayırır. Normal kaygıyı altta yatan sorunu çözmeye dönük bir meydan okuma olarak, nevrotik kaygıyı ise normal kaygı ile başa çıkmadaki yetersizliğin sonucu olarak tanımlar. Normal olan kaygı ona göre yaratma cesaretinin göstergesidir ve özenle korunması gerekir. May, beklentilerle gerçeklik arasındaki çelişkiyi çözebilen, nevrotik kaygımızı aşıp normal bir kaygıyla yaşamamızı sağlayan yaratıcı bir gücümüz olduğunu düşünür.
Kierkegaard ve May.
“Bir seçimle yüz yüzeyiz. Dayanaklarımızın sarsıldığını hissedince kaygı ve panik içinde geri mi çekileceğiz? Tanıdık sularda demir taramanın ürküntüsüyle kaskatı kesilip, tutukluğumuzu duygusuzluğumuzla mı örtüp saklayacağız? Böyle davranırsak geleceğin biçimlendirilmesine katılma şansımızdan feragat etmiş olacağız. İnsan varlığının ayırt edici özniteliğini elden kaçırmış olacağız.”
(Yaratma Cesareti)
Can sıkıntısından kaçarız. İçimizin bize söyleyecekleri vardır. Bize derdini açacaktır. Kaygının bize anlatacakları vardır. Bizi kendi hikâyemize çağıracaktır. Oysa biz kaçarız. İçimizin inlemesini, ağlamasını duymayacağımız kadar “gürültü”ye kaçarız. “Gürültü”yü kendimiz çıkarmak pahasına yaparız bunu. Acımızı hissetmemizi engellediği için kaçmayı bir iyileşme sanarız. Kargaşanın içinde yaramızdan saklanırız. Kendimize ve özgürlüğümüze giden yoldaki “yapabilme olasılığının dehşeti” bizi en çok kendi olasılıklarımızdan ve kendimizden kaçırır. Oysa insan kaygısına ve acısına bakarak buluşur kendisiyle. Kaçtıkça küçülen, yaklaştıkça büyüyen “öz”ünü kaygısında keşfeder. Yüzleşmemek ve kaçmayı seçmek “olma”nın biraz da korkulu görkeminden kaçıp “olmama”yı seçmektir. Senin kendinle konuşman lazım. Dert ettiklerini fark etmen lazım. Canını yakanları hissetmen lazım. Kendine söylemen lazım. Hastayım zannediyorsun. Değilsin. Kendini hasta ediyorsun. Bütün hücrelerin kulak kesilmiş dinliyor. Yetmiyor, çığlık atıyor. Dinlesen duyacaksın. Konuşsan duyacaksın. Senin kendinle konuşman lazım.**
“İnsanlar doğrudan, ‘Ağlayamayacağımız şeylere güleriz’ ifadesini kullanmayabilirler ama sık sık böyle hissederler. Orduda ve cephede sürekli şaka yapılması da mizahın, kaygının üstesinden gelme işlevi görmesinin örneğidir.”
•••
*Yaratma Cesareti, Rollo May.
**Kaygının Anlamı, Rollo May.
kaynak
Kaygının Anlamı, Rollo May, Okyanus Yayınları, 2020.
Yorum Bırakın