Hep söylerim yaşadığım yeri kendime benzetirim diye. Benim gibi nefes alan, yeri geldiğinde dağınık, kapalı bir kutudaki aydınlık bir pencere, biraz yeşil biraz mavi, ruhu olan alanlar yaratırım. Hep bir eksiklik olur. Enerjimi taze tutmamın nedeni bu eksiklikler oluyor çoğu zaman. Hep bir hedef, eksikliği kapatma, onu bekleme gerçekleştiğinde onun yerine yeni eksiklikler koyma gibi düşünürüm. Hep taze, hep diri...
Peki bu bana ne kattı? Sakince hayatıma dahil ettiğim şeyleri hemen tüketmemeyi kattı. Birden gelen çoğu şey gider çünkü. Hep böyleydi.
Belki de bir şeylere sahip olmak değil de sahip olma -ya da olmama- yolunu sevebiliriz. Belki birileri olur yanımda, belki yalnız başıma bir taşı sürükleyerek şehirler katederim. Belki bir sokak lambasının altında beklerim. Belki de huzurlu bir balkonda kahvemi içerim. Ben hep yolu sevdim. Önemli olan hiçbir zaman varmak değildi. Bazen kayboldum ama hep bir yolunu buldum.
Nasıl derler, hayatımda şu gerçekleşsin başka bir şey istemiyorum diye. Evrenden, inandığın yaratıcıdan ya da enerjiden hep istemek gerek. İstemeyi sevmek gerek. Yolu sevmek gerek. Nefes almak gerek. Gökyüzünü hep içinde tutmak gerek.
Biraz hüzün basar bazen, bu değil istediğim dersin. Aslında odur. Olması gerekeni olduğu gibi kabul etmenin verdiği tamamlanmış hissini görünce, gerçekten yolu yarılamış hissediyorsun. O yolu da iyi ki geçtim diyorsun. Çünkü çok çiçek gördün, bazılarının üzerine bastın, bazılarını kopardın. Taşlar sürükledin. Derelerden atladın. Yolu sen seçtin aslında, o renkleri sen kattın. Gökyüzünü maviye sen boyadın. Şimdi istediğim mavinin tonu bu değil diye ağlıyorsun. Aslında biliyorsun saat ilerliyor, zaman geçiyor mavinin tonu değişiyor. Sen aslında mavinin tüm tonlarısın. Sadece bazen gece oluyor.
Yorum Bırakın