Bilinç... Düşüncelerimizi, duygularımızı, deneyimlerimizi barındıran o karmakarışık ağ... Zihnimizin derinliklerindeki gizemli dünya...
Algılarımızı şekillendiren ve dünyayı anlamamıza yardımcı olan bu yapı için, bir "filtre" benzetmesini okumuştum bir yerlerde. Bilincin sınırları keşfedilmeye çalışılırken, zihinsel süreçlerin karmaşıklığına ve bilincin zaman içindeki evrimine de düşüyor yol.
Aynı zamanda bu yapı, zamanla değişiyor, dinamik. Çocukluk yıllarımızdan yetişkinliğe kadar, deneyimlerimiz ve öğrenmelerimiz bilincimizi etkiliyorken, bu süreçte, kimlik ve benlik kavramları da bilinçle birlikte şekilleniyor. Ancak, bilinç düzeyinin derinliklerinde, bilinçdışı süreçlerin ve düşünce kalıplarının etkisinin büyüklüğü de kabul edildi tabii günümüzde. Bir diğer boyutu, sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir versiyonu da olması. Kültür, dil ve sosyal normlar, bilincin evrimine katkıda bulunur. Toplumsal normlar, bireyin bilincini şekillendirirken, aynı zamanda toplumun bilinçaltında da izler bırakır.
Bugün modern bilimle bilinci düşünürken elbette psikolojiden, nörolojiden gelen haberlere dayanıyoruz. Bununla birlikte Locke'un Tabula Rasa'sının da hakkını teslim ediyoruz. Freud'un, bildiklerimizin ötesinde de ayrı bir evren olduğunu hepimize dikte edişi de elbette bir mihenk taşı.
Bilimsel bilgileri burada tabii ki fazla gündem yapmayacağım. Bizim derdimiz başka.
Bilincin dinamik bir yapısı olduğunu söyledik. Anne karnındayken başlayan yolculuğumuzda olumlu-olumsuz ne varsa atıyoruz heybemize. Öğrendiğimiz yeni şeyler, kurduğumuz ilişkiler, deneyimlerimiz, hatta bazen karşılaştığımız zorluklar, empati berecimiz bile bilincimizi değiştirebiliyor. Bilincimizle birlikte duygularımız, algılarımız değişiyor, algılarımız değiştikçe dünyayı kavrayışımız, yorumlamamız dönüşüyor. Bunlar olunca da olaylara bakış açımız, beklentilerimiz, tercihlerimiz farklılaşıyor zaman içinde. Önceki gün sevdiğimizi ertesi gün kabul etmez oluyoruz. Artık başka bir benlikte, başka bir kimlik edinmiş oluyoruz dediğimiz gibi.
Başka ne dedik? Bilinç sadece bireysel değil, kolektiftir de. Durkheim'in "kolektif bilinç"ine Jung'un "kolektif bilinç-dışı"sından daha iyi bir tamamlayıcı olabilir miydi acaba? Toplumsal kabuller, normlar, değerler, dil, kültür tek tek bireylerin bilincine nüfuz ettiği gibi totalde bir arada yaşama faaliyetimizin de derinliklerine, bu yapının da bilincine nüfuz ediyor, değil mi?
Toplumlar bu ortak bilinçle birçok ortak faaliyeti birlikte yürütürken bu bilinç de stabil kalmıyor elbette. Toplumda inançlardan en kutsal ortak değerlere kadar her şey değişebiliyor zamanla. Tarihi renklendiriyor bunların da hepsi sonra. Değiştikçe geriye dönüp eskiyi terk ettikleri için de utanmıyor toplumlar. Dönüşüm, kendi meşruiyetini kendi içinde barındırıyor.
Peki birey? Birey utanıyor mu değiştiği, dönüştüğü için? Bazen, belki. Utanmalı mı peki? O da tartışılır. Neye dönüştüğüne göre belirlenir herhalde gereklilik.
Bilincimiz değişirken biz neden değişim fikrinin kendisine karşı duralım ki? Bilincimiz değiştikçe, duygularımız, algılarımız, beklentilerimiz, fikirlerimiz değiştikçe dünyaya bakışımız neden değişemesin ki? Basbayağı, dünya görüşümüz neden sabit kalmak zorunda olsun yahu? Kendimize kendimiz üstünde bir totaliterlik atfedip neden politik fikirlerimizin aynı şekilde durması için baskı yapalım? Faşizm değişsin istemiyor, sosyalizm değişsin istemiyor, her türlü monarşi, aristokrasi statükonun devamından yana, neden buna mahkûm olalım? İnsana yakışan, bir taştan farklı olduğunu göstermek için bilincinin derinlikleriyle oynayıp, ona yeni şeyler ekleyerek dönüşmesini sağladıktan sonra gerektiği noktada kanaatlerini, tercihlerini farklılaştırmak değil mi?
Ne var bize bu tercih değişimlerini serbest kılan? Bilincimizin dönüşmesiyle birlikte dünyayı algılamamızı ve aldığımız kararları başkalaştırmaya izin veren sistem ne? Elbette demokrasi...
Bir demokrasiyi gerçek bir demokrasi yapan en kilit işlerden biri yurttaşların aktif katılımı. Bu aktif katılım da elbette önce politik bir duyarlılıkla, ardından bu duyarlılığı olumlu şekilde doğru yere kanalize etme şartı olarak politik bilinçle geliyor. Yurttaşların edindikleri politik bilincin temelinde de tabiî ki kişisel bilinç seviyelerini yukarı çekmeleri yatıyor. Duygusal derinlikleri, tecrübeleri, öğrenme çabaları, yukarıda saydığımız bilinci değiştiren süreçlerin hepsi. Toplumsal anlamda daha sağlıklı şartlarda daha iyi yaşamlar sürebilmemiz için alınacak kararların kalitesinde gelişmiş bilinç düzeylerine ihtiyaç var yani. Ancak bunlar, kuşkusuz sadece bilinç düzeyine göre politik hayatta söz söyleme hakkı anlamına gelmiyor. Aksine, eşit şekilde destek alınan, adını koyalım, örneğin eşit şekilde vergi veren herkesin söz haklarını eşitleme anlamında da bir düzen demokrasi.
Algılarımızı şekillendiren ve dünyayı anlamamıza yardımcı olan bu yapı için, bir "filtre" benzetmesini okumuştum bir yerlerde. Bilincin sınırları keşfedilmeye çalışılırken, zihinsel süreçlerin karmaşıklığına ve bilincin zaman içindeki evrimine de düşüyor yol.
Aynı zamanda bu yapı, zamanla değişiyor, dinamik. Çocukluk yıllarımızdan yetişkinliğe kadar, deneyimlerimiz ve öğrenmelerimiz bilincimizi etkiliyorken, bu süreçte, kimlik ve benlik kavramları da bilinçle birlikte şekilleniyor. Ancak, bilinç düzeyinin derinliklerinde, bilinçdışı süreçlerin ve düşünce kalıplarının etkisinin büyüklüğü de kabul edildi tabii günümüzde. Bir diğer boyutu, sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir versiyonu da olması. Kültür, dil ve sosyal normlar, bilincin evrimine katkıda bulunur. Toplumsal normlar, bireyin bilincini şekillendirirken, aynı zamanda toplumun bilinçaltında da izler bırakır.
Bugün modern bilimle bilinci düşünürken elbette psikolojiden, nörolojiden gelen haberlere dayanıyoruz. Bununla birlikte Locke'un Tabula Rasa'sının da hakkını teslim ediyoruz. Freud'un, bildiklerimizin ötesinde de ayrı bir evren olduğunu hepimize dikte edişi de elbette bir mihenk taşı.
Bilimsel bilgileri burada tabii ki fazla gündem yapmayacağım. Bizim derdimiz başka.
Bilincin dinamik bir yapısı olduğunu söyledik. Anne karnındayken başlayan yolculuğumuzda olumlu-olumsuz ne varsa atıyoruz heybemize. Öğrendiğimiz yeni şeyler, kurduğumuz ilişkiler, deneyimlerimiz, hatta bazen karşılaştığımız zorluklar, empati berecimiz bile bilincimizi değiştirebiliyor. Bilincimizle birlikte duygularımız, algılarımız değişiyor, algılarımız değiştikçe dünyayı kavrayışımız, yorumlamamız dönüşüyor. Bunlar olunca da olaylara bakış açımız, beklentilerimiz, tercihlerimiz farklılaşıyor zaman içinde. Önceki gün sevdiğimizi ertesi gün kabul etmez oluyoruz. Artık başka bir benlikte, başka bir kimlik edinmiş oluyoruz dediğimiz gibi.
Başka ne dedik? Bilinç sadece bireysel değil, kolektiftir de. Durkheim'in "kolektif bilinç"ine Jung'un "kolektif bilinç-dışı"sından daha iyi bir tamamlayıcı olabilir miydi acaba? Toplumsal kabuller, normlar, değerler, dil, kültür tek tek bireylerin bilincine nüfuz ettiği gibi totalde bir arada yaşama faaliyetimizin de derinliklerine, bu yapının da bilincine nüfuz ediyor, değil mi?
Toplumlar bu ortak bilinçle birçok ortak faaliyeti birlikte yürütürken bu bilinç de stabil kalmıyor elbette. Toplumda inançlardan en kutsal ortak değerlere kadar her şey değişebiliyor zamanla. Tarihi renklendiriyor bunların da hepsi sonra. Değiştikçe geriye dönüp eskiyi terk ettikleri için de utanmıyor toplumlar. Dönüşüm, kendi meşruiyetini kendi içinde barındırıyor.
Peki birey? Birey utanıyor mu değiştiği, dönüştüğü için? Bazen, belki. Utanmalı mı peki? O da tartışılır. Neye dönüştüğüne göre belirlenir herhalde gereklilik.
Bilincimiz değişirken biz neden değişim fikrinin kendisine karşı duralım ki? Bilincimiz değiştikçe, duygularımız, algılarımız, beklentilerimiz, fikirlerimiz değiştikçe dünyaya bakışımız neden değişemesin ki? Basbayağı, dünya görüşümüz neden sabit kalmak zorunda olsun yahu? Kendimize kendimiz üstünde bir totaliterlik atfedip neden politik fikirlerimizin aynı şekilde durması için baskı yapalım? Faşizm değişsin istemiyor, sosyalizm değişsin istemiyor, her türlü monarşi, aristokrasi statükonun devamından yana, neden buna mahkûm olalım? İnsana yakışan, bir taştan farklı olduğunu göstermek için bilincinin derinlikleriyle oynayıp, ona yeni şeyler ekleyerek dönüşmesini sağladıktan sonra gerektiği noktada kanaatlerini, tercihlerini farklılaştırmak değil mi?
Ne var bize bu tercih değişimlerini serbest kılan? Bilincimizin dönüşmesiyle birlikte dünyayı algılamamızı ve aldığımız kararları başkalaştırmaya izin veren sistem ne? Elbette demokrasi...
Bir demokrasiyi gerçek bir demokrasi yapan en kilit işlerden biri yurttaşların aktif katılımı. Bu aktif katılım da elbette önce politik bir duyarlılıkla, ardından bu duyarlılığı olumlu şekilde doğru yere kanalize etme şartı olarak politik bilinçle geliyor. Yurttaşların edindikleri politik bilincin temelinde de tabiî ki kişisel bilinç seviyelerini yukarı çekmeleri yatıyor. Duygusal derinlikleri, tecrübeleri, öğrenme çabaları, yukarıda saydığımız bilinci değiştiren süreçlerin hepsi. Toplumsal anlamda daha sağlıklı şartlarda daha iyi yaşamlar sürebilmemiz için alınacak kararların kalitesinde gelişmiş bilinç düzeylerine ihtiyaç var yani. Ancak bunlar, kuşkusuz sadece bilinç düzeyine göre politik hayatta söz söyleme hakkı anlamına gelmiyor. Aksine, eşit şekilde destek alınan, adını koyalım, örneğin eşit şekilde vergi veren herkesin söz haklarını eşitleme anlamında da bir düzen demokrasi.
Politik hayata katılırken, politik kararlarımızı alırken ne kadar bilinç-dışımızdan yönlendiriliyoruz, ne kadar bilinç düzeyinde tercihler yapıyoruz, tabii ki muamma, her bireyin kendisine özgü bu kısım şüphesiz. Ancak dönüşen bilinçlerimizin politik tercihlerimize de bu dönüşmenin imkanını verdiği herhalde kalıcı bir gerçek.
Yorum Bırakın