Önce içeriden bir şeyler yıkıldı sonra bu dışarıya yansıdı.
Önceden sadece bakışlar yıkıntı gibiyken şimdi nesneler de yıkıntı oldu.
Bu kimin içinin yansımasıydı kim bilir?
Önce dışarısı yıkılıp sonra içimizi etkilemedi önce yıkılma içeriden gerçekleşti. İçeride ne olduysa oldu, sarsıntı önce bir insanın içinden hissedilmişti ama onun içi zaten sarsıntı olmadan da yıkık durumdaydı.
Bu yaşadıklarımız birinin içinin dışa vurumu olmalıydı, kim bilir neler yaşandı?
Yaşadıkları bütün uzuvlarını etkilemeliydi ki yıkılan alan da oldukça genişti.
Kaç güzel duygusunu yitirdi ki bunları yaşarken ölüm de bu kadar fazlaydı. Bütün güzel duygularını kaybetmemişti, sağ çıkanlar oldu.
Onu kimse arayıp sormadığı için yıkıntıların başına da birkaç gün gelen olmadı.
Bir taraftan o içinden uzaklaştığı konuşamadığı için bir taraftan telefonlar çekmedi.
Bütün bu yaşadıklarımızı önce bir kişi içinden yaşadı sonraysa biz hep birlikte yaşadık.
Ama o bundan sorumlu değildi çünkü bir şeyler aynı anda yaşanıyordu.
Şimdi o kişi normal hayatına döndüğü an hayat yeniden devam etmeye başlayacak. Ya enkazların altında kalıp yaşamını yitirdiyse işte o zaman yaşananlar bir daha normale dönemeyecek çünkü o hem içerde hem dışarda ölmüş olacak.
Belki bir yerlerde, hiç beklemediğiniz bir zamanda karşılaşmışsınızdır onunla ve öleceğini hissedip içini size bırakmıştır çünkü o insanın içi ki bütün insanlarla irtibatlıdır.
Bilmediğimiz bir yerlerde bilmediğimiz insanların yaşadıkları bile bizi etkiler.
Çünkü
Bütün içler aynı merkezden güç alır.
Resimler:
Eugène Carrière
Edward Munch
(Celine Symbiosis)
Yorum Bırakın