Rüzgarın uğultusu kulaklarımızı sağır edene kadar sedir ağaçlarının arasında oturmuştuk. Biraz öteden gelen satıcıların ve başında toplanmış çocukların sesleri geliyordu. Onların uğultularını rüzgardan ayırt etmekte zorlanıyordum. Göz kapaklarım bir açılıp bir kapanıyor. Vücudumu saran uykuya teslim olmamaya çalışıyordum. kesinlikler, yargılar beni girift düşüncelere esir etmişti. Varlığımı sorgulamaktan içten içe bir utanç duymaya başlamıştım. Bu utanç beni, olanca ağırlığımı havaya kaldırıyor ve kerte kerte sedir ağaçlarına ulaştırıyordu. Sihirbazın şapkasından yeni çıkmış ve dünyaya korkmuş gözlerle bakan bir sirk tavşanı gibi hissediyordum. Kucak sihirbazın kucağı mıydı yoksa yalnızca bir şapkanın gözü müydü, buna hala cevap veremiyorum belkide cevap vermem gerekmiyordur diye düşündüm. Kendimi rüzgarın uykusuna teslim etttim.
Biraz sonra yanımda beliren gölgeler gördüm ya da göz kapaklarım kapalı mıydı bilmiyorum, bu görmeme engel olur muydu. Gören benim gözlerim midir yalnız. Kollarım, saç diplerim göremez mi? Oradaydı hissetmiştim, kendimi kollarının gölgesine bırakmamak ahmaklık olurdur. Ama ahmaklık, yabancı olmadığım bu kelimeden korkmuyordum. Bazı günler uyanır ve ahmaklık ederim. Bu böyledir. Hissettiklerim hayattan ne anladığımı bana açıklamaya yeter diye düşünürüm. Aynı rüzgarın kilometrelerce öteden taşıdığını tatlı bir uyku sanmam gibi.
Fazla teslim olursan seni hasta eder rüzgar ama bu risk elbet alınacak, bu ahmaklık mefhumuna içten bir sadakatle bağlanılacaktır. Tanrının ayetleridir bu. Doğrudur. Sorgulanamaz. Tanrı kendine sevgililer arar gün boyu, mısırı, arpayı, buğdayı, sorgum’u neden evcilleştirdi sanırsınız? Tanrının aşk mektuplarıdır bunlar. Bazen bir çiçeğin polenleriyle taşır bunu bazense çocukların üzerine yağan bombalarla. Bu böyledir. Tanrılar bazen bal yapar bazense ölü çocuklar. Altıgen peteklere bakıp tanrıyı anarsınız, başları bedeninden ayrılmış çocuklara bakar tanrıyı anarsınız. Siz hep tanrıyı anarsınız. Bense sabahları kalkarım ve ahmaklık ederim. Sedir ağaçlarının dibinden esen müşfik rüzgara kendimi bırakmayı seçerim. Onlar bırakın bomba yağdırmaya dursun, ben sevgilimin omzundan akan yaşların altında ıslanmayı tercih ederim.
Yokuşlardan iyi inebilen bir çift bacak olarak devam etmeye çalışmam ahmaklık sayılır mı? Yoksa bacaklarıma bakan uzun sakallı adamlar tanrıyı mı anıyorlardı? Ya da yalnızca sabah kalkmış ve ahmaklık etmeyi seçmek yerine kaldırım bekçisi olmayı tercih etmişlerdir. Bu onları kötü yapmaz. Bu onları bir saat elli dakikalığına kötü yapar belki. Ama benim yargılarımı kendinize tanrının sözü yapmayın. Tanrının sözünü kendinize tanrının sözünü yapın. O zaman bir saat elli dakika boyunca iyi olabilirsiniz belki de tanrıyı bile anarsınız hem. Bu ona iki kış yeter ancak. Sonra geri döner altıgen peteklerde mucizesini anlatmaya.
Jonas mekas’tan, kiyarüstemi’den, angelopulos’tan yunanlı olan ve yunanlı olmayan tüm bu ağır sinema babalarından konuşunuz, hafif meşrep başrollerindeki utangaç fransız kadınlardan, boyunlarına mütevazı ve yiğitçe yaşanmış bir hayatın gururlu madalyonlarını takan alman askerlerden, siyah beyaz filmlerde yapılan tüm o film hilelerinden. Ama hiçbiri ilginç gelmiyor bana hiçbiri hayret uyandıramıyor bende senin yüzün kadar.
Yorum Bırakın