The İron Heel (Demir Ökçe) ilk kez 1902 yılında Amerikan yazar Jack London tarafından yazılmış bir şaheserdir. Gelin bu şaheseri inceleyerek bize anlatmak istediklerine kısaca bakalım.
Jack Londonun devrimci yazar kişiliğini ortaya koyan iki kitaptan biridir Demir Ökçe. (Diğer kitap ise Martin Eden'dir.) Yazarın en geniş anlamıyla Demir Ökçede anlatmak istediği; ezilen sınıfların, oligarşinin sınırsız egemenliğine karşı çıkma çabaları ve direnişlerini güçsüz ve ezilmeye mahkum bir şekilde ortaya koymalarıdır.
Toplumdaki İki Sınıf
Kitabın anlatıcısı ana karakterimiz ve görüşlerinin üzerinde duracağımız Ernest Everhard'ın eşidir. Ve kitabın başlangıcında Ernest ile nasıl tanıştığını anlatır.
Babasının bir akşam gezerken Ernesti sabun sandığının üstünde işçilere söylev verirken görmesi ve konuşmasının ilgisini çekmesi üzerine onu papazlarla olan akşam yemeğine davet etmesi ile olaylar başladı ve o akşam Ernest ile tanıştılar.
Ernest geçimini sosyalist eğilimli bir yayınevine bilimsel ve felsefi kitaplar çevirerek sağlıyordu. Sosyalist partinin ileri gelen önderlerinden biriydi ve sosyal filozoftu. Ernest, bir grup işçiye ekonomik politiği anlatmak için sabun sandığının üstüne çıkmayı önemsemeyecek biriydi. Ve bu da anlatıcımızın sınıfındaki insanlara hiç benzemiyordu. Olayların cereyan etmesi bu şekilde başlamış oldu. Ancak bizim burada üzerinde duracağımız konu olaylar değil, fikirlerdir.
Papazlarla olan konuşmanın özünden çıkartılacak nokta şudur: Papazlar, kapitalist sınıf ile yiyip, içen bir nevi onlarla aynı çayırlarda otladıkları halde işçi sınıfı hakkında vaaz veriyorlar ve bu vaazların kapitalist patronların hoşuna gitmesine özen gösteriyorlar. Arada işçi sınıfını savunan vaazlar olduğunda ise hemen kapı dışarı ediliyorlar.
Toplumda iki sınıf vardır. Bir tarafta elleri yumuşak, karınları tok ve hatta şişman, ruhlarını yeterli öğretici bilgiyle doldurma imkanı bulabilen kapitalist veya patronlar. Diğer tarafta ise tam zıttı işçi sınıfı. İşçi sınıfıyla aynı yerde yerde yaşamayanların işçi sınıfını anlıyorum iddiaları asılsızdır.
Sınıf kavgası, toplumsal gelişimin kaçınılmaz bir sonucudur. İlkel kabile komunizminin ortadan kalkması ve özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla başlayan sınıf kavgası sosyal varlığı sürdürmeyi sağlayan araçların özel mülkiyetin elinden alınmasıyla son bulacaktır.
Ka(^)rı ortaya çıkaran emek olmasaydı sermaye bir işe yaramazdı. Emek ve sermayenin ortak çabasıyla para kazanılır. Sermaye payına kar, emek ise payına ücret denir. Kapitalist bencildir, kendi payını sürekli arttırmak ister.
Bir işçinin şirkete birkaç dolar kazandırmak için kolunu kaybetmesi, yetersiz olduğu anlamına geldiğinden işten çıkartılması ile hukuksal donanım açısından şirkete göre de dezavantajlı olduğundan tazminat alamamasına sebep oluyor. Bu sessiz işbirliği Jackson üzerinden tüm işçi sınıfını hedef alıyordu. (Jackson olayı) İşte kapitalistlerin evinde, üstünde bahçesinde bu işçinin kolu dahil birçok nedenden ötürü kan akar.
İşçilerin hiçbiri davranışlarında özgür değillerdir. Hepsi acımasız sanayi makinasına zincirlidir. Genç yaşamları, çocukları, hayat kaygıları hepsi bu makinaya zincirlidir. Bugün, hepimiz sanayi makinalarının çarklarında tutsağız.
Jackson olayında olduğu gibi kanunlar adalet dağıtmıyor, kapitalist patronları koruyordu. Bu gibi haberler de gazetede yayımlanmıyordu, çünkü yayım politikası da onların elindeydi.
Yukarıdaki kitaptan alıntılara bakıldığında toplumda iki sınıf bulunduğu, bu sınıflardan birinin baskın konumda olduğunu ve her şeye sahip olduğunu görüyoruz. Bunun sonucu olarak da baskılanan sınıf eşitlik istiyor.
Kitabın devamında artık zenginler arasında ismi duyulmaya başlayan ana karakterimiz, zenginlere kendi evlerinde bir söylev vermek üzere davet alır. Bu toplantıya sadece tembel zenginler değil, sanayi ve politika alanında etkin olan iş adamları da Ernesti dinlemek üzere katılmıştı. O akşam Ernest, zengin patronlara planladıkları ihtilalden söz edecek ve zenginlerden oluşan kalabalığa karşı tek başına duracaktı.
Yorum Bırakın