Düş, ruhun çok uzun bir zaman önce bilinçli bir ego olduğu ve o ruhun çok uzaklarda erişebileceği bir bilinçli egosunun bulunduğu, en derindeki ve dolaylı ifadeler veren kozmik geceye açılan özel odasındaki küçük gizli bir kapıdır. -Carl Gustav Jung
Düş nedir, sahi? Bir Edebiyat öğretmeni olarak aklıma ilk önce eş anlamlısı geliyor. Rüya.
'uyurken insanın zihninde beliren olayların, düşüncelerin, görüntülerin tümü.'
Peki bu tanım yeterli mi? Sadece uyurken mi düş görürüz ya da düş yalnızca zihnimizin bize oynadığı bir tiyatro mudur?
Bazen rüyalarımı kendim şekillendirebiliyorum. İstemediğim şeylerden uzaklaşıp ya da yapmak istediğim şeylere rüyalarımda sahip olabiliyorum. Bunu herkesin yapabildiğini sanırdım önceleri. Fakat bazı insanlar uykuları sırasında uyanıkken sahip oldukları bilincin bazı yönlerini rüya içinde yeniden uyandırarak kontrol edebiliyormuş. Bunun adına da 'LUCID DREAM' deniyor. Ben de o insanlardan biriyim.
Ben bunun fazla kontrol manyaklığından kaynaklı bir durum olduğunu düşünüyorum. Rüyalarımda bile kendime rahat vermiyorum. Sürekli kontrolü elinde bulundurmak, tetikte beklemek çok yorucu ve bir o kadar da korkutucu.
Şimdiye kadar bu pek sorun teşkil etmiyordu ta ki terapiye başlayana kadar. Bunu fark etmeme kadar. Psikoloğum bir seansımız sırasında bilinçaltıma inene kadar...
Görseldeki merdivenler ile indik bilinçaltıma. Önce kapkaranlık ve o kadar ürkütücüydü ki. Merdivenlerin sonunda ait olduğum, huzurlu olduğum alan vardı ve ben o alanı son basamağa kadar göremedim. Koskocaman bir boşluk ve o boşluk beni hapsedecek zannettim. Kontrol edemediğim ilk yerdi. Bilinçaltım.
Bilincimize çıkaramadığımız şey hayatta karşımıza yazgı olarak çıkar. -Jung
Ve ben o alana giriş yaptım. Hiçbir şey o günden sonra eskisi gibi olmadı. Bilinçaltına girmek, yüzleşmek başta çok zor geldi. Fakat sonraları insan kendisiyle yüzleşiyor ve bilinçaltındaki enkazıyla karşılaşıp onu kaldırıyor. Merdivenlerden bir bir çıkıp o alandan ayrılırken müthiş bir acı vardı kalbimde. Ağlayarak terk ettim orayı. Hatta ve hatta 3 gün kadar daha ağladım.
Oradaki sorunları, ötelediğim üzüntülerimi, sevmediğim insanları gördüm ve onları terk ettim. Merdivenin sonu yemyeşil bahçesi olan bir eve açıldı. Parkta iki çocuk oynuyordu, yanlarında biriyle. Kim olduklarını, hayatımdaki görevlerini ve sanki hep benim hayatımdalarmış gibiydi.Sonra fark ettim ki o bilinçaltıma terk ettiğim şeylerdi onlar. Baş edemediğim diğer şeylerle beraber. Ben yok oldu zannederken oradaydılar işte, karşımda. Zihnimin en derinlerinde. Sonra ben oraya adımımı atınca üzerime hep hayalini kurduğum köpeğim atladı. O kadar sahiciydi ki. Zorladım kendimi, başka şeyler hayal etmeye çalıştım. Ama olmadı. Bilinçaltımdaydı artık kontrol ve ben ilk kez kontrolüm dışında kalmıştım. Savunmasızdım fakat ilk kez bu kadar özgür hissettim. Sanki yaşayamadığım şeylerin paralel evrende yaşandığını bilmek gibiydi. Güzel bir deneyimdi ne kadar can acıtıcı olsa da.
Peki, sizin böyle bir deneyim yaşamaya cesaretiniz var mı? Bilinçaltınızda neler yattığını keşfetme yolculuğuna çıkmaya hazır mısınız? ya da kabul edelim ki bazı şeyleri unutmak, bilmemek sizin için daha iyi olurdu değil mi? Cehalet mutluluktur.
Yorum Bırakın