SPESİFİK

SPESİFİK
  • 0
    0
    0
    0


  • sen bul


    sesli ağlasam geçer mi?

    içime kök salmış hasretin, kurur mu hiç konuşmasam?

    düşsem amaçsızca yollara,

    terbiye eder mi ki beni de yol?

    yoksa divane mi olurum?

    zaman geçer hasretin büyür,

    içim şişer kahrolurum yokluğuna,

    beceriksizlik bende bulmuş kendini,

    bulamam seni, beni sen bul.
































    sefil


    çekilip geriye, izledim kendimi;

    her şeye sahip bir miskin, hiçbir şeyi olmayan muktedir idim.

    daralınca haykırmaya kalksam sesim çıkmayacak,

    sesim çıksa beni duyan olmayacaktı.





























    baba-kız


    baba sevgisinden yoksun kalınca,

    kocasında babasını aradı.

    aradı, lakin bulamadı.

    çocuk olmayı başaramadığı gibi,

    kadınlığı da bulamadı.

    babanın merhametten yoksun, çoraklaşmış kalbi;

    zavallı yavrucağa koca kadınken diyar diyar baba arattı.




























    boşluk


    belli ki farkına varmadan,

    çamurla oynayan çocuklar gibi kirlenmiş ruhum.

    yoksa yakmazlardı beni,

    körükle harlanan ateşler içinde.

    saflaştım herhalde,

    boşlukta süzülen kuşlar gibiyim.

    karışacağım şeyin rengini almak için,

    oturmuş tahiyyatta susmaktayım.

































    safi


    süzülüp acılardan, ayrıştı öfkeden;

    safi duygularım dizelere döküldü.

    bana benzeyenlere şiir oldu ızdıraplarım.





























    sır – 1


    hep bir gizem, hep bir sır!

    aklın varlığına borçlu mevcudiyetini, 

    bu keşfedilmeye bırakılmış varlık. 

    erişince yetkinliğe,

    kalp sekinete ulaşmış.

    varlıkta yokluğu, yoklukta varlığı kavrayıp,

    kendi sırrına ulaşmış. 































    ince ince


    anlayamadım ki ben bunu

    daha kaç çilehaneden geçecek ruhum?

    bana sorsalar ince ince kıyıldı, 

    öyle ki içinde bulunduğu bedeni

    zor taşır oldu.
































    uzak dur


    bak benden uzak dur,

    yoksa âşık olurum.

    belki sen sevdaya ama,

    ben ızdıraba kavuşurum.




























    bugün başladı 


    kırk dört yıl önce bugün başladı her şey

    her acılı türkü ve şiir bende buldu kendini.

    buhranlardan buhran beğendim. 

    keder sanki bana biçilmiş kaftandı.

    ne adam gibi sevmeyi becerebildim,

    ne de sevilmeye layık görüldüm. 

    halen ergenlik çağının bilgesi,

    olgunluk çağının cahiliyim.
































    şiir


    yalnız kalınca özlem büyür,

    özlemi büyüklerin burun direkleri sızlar.

    burun direkleri sızlayanların gözleri dolar,

    gözleri dolanların yürekleri şiir ağlar.































    ah


    ah baba, yine içime kardeşimin özlemi düştü!

    buğulandı gözlerim, 

    yüreğime bir ateş utancından başım öne düştü.

    gözüme kaçan çöpün kurumuş dalına,

    yanaklarımdan süzülen bir damla tuzlu yaş düştü.































    kürdün gönlü


    düştün bir kere gönlüme,

    belki bilmiyorsun,

    dipsiz bir kuyu kürdün gönlü...

    sen gidince benimle,

    kalbime gömülü hatıralar kaldı.
































    oldur


    yetimim, himaye edenim yok,

    bana da himmet et baba!

    hiçlik benim için hiç oldu,

    hiçliklerden oldur beni baba!






























    ayrılmış


    cezam aynı zamanda bir lütuf bana,

    yoksa uyanık iken aldığım her nefes batardı bana.

    uykuyla, ruh bedenden ayrılmış,

    böğrüme mızrak vursalar hissetmem.

    prangalarından kurtulmuş,

    göklerde gezinir ruhum o an.




























    vicdan


    yeni değil ki bu,

    hep böyle olageldi.

    hakkını savundukların güç arayışına girip,

    mücadele ettiklerinle sana karşı bir olur.

    işte o acı taamı tattığın gün,

    duyguların biraz daha körelir.

    duygular köreldikçe büyürsün,

    büyüdükçe içindeki vicdanı öldürürsün.



























    batık hayatlar


    bak yine mevsimler geçmiş,

    umut yüklü rejimden usananlar,

    içine düştükleri girdabın farkında değiller oysa.

    bu coğrafyada seçimler hep,

    bir gaddardan başka bir gaddara,

    bir hırsızdan başka bir hırsıza...

    yine batmış hayatlar bir oyla vatan kurtaracak,

    ve yine ben yalnızım,

    yine sensizim. 
































    şaştı


    şaştı aklım,

    karıştı bütün yollarım.

    baş şüpheli oldu,

    kesinkes emin olduklarım.






























    sekînet


    sonra ansızın gelsen,

    ve bu sefer sevinçten yorulsak hep beraber.

    ayrı odalarda uyuyup,

    aynı mutlu rüyayı görsek.

    azat olsak bütün kederlerden,

    bize açılan pencereden sekînet inse üstümüze.
































    garip


    keskin gece ayazları mı daha çok üşütür,

    yoksa yalnızlık mı?

    peki günahlara batan mı daha bedbahttır,

    yoksa anlamsızlık derdine dûçar olan mı?



























    şehir


    bir kez daha anladım,

    ülke kadar büyük bu şehir.

    yoksa bir gün aniden kesişirdi yollarımız,

    ve belki de hiç konuşmadan bakışıp geçişirdik.

    sen ne yapardın bilmem ama,

    beni uyutmazdı,

    dev dalgalar gibi içimde kopan duygularım.

    kendim gibi yüreği parçalanmışlar da teselli ararken,

    geceyi şiirle sabaha kavuştururdum.
























    trajedi 



    bu trajedi değil de ne?

    ben seçmedim, maruz kaldım.

    bütün sermayesi ne zaman biteceği bilinmeyen;

    en zirve hedefi, saf haliyle geldiği gibi gitmek olan bu hayata

    van gogh resmetti, 

    benim de mahrum kalıp seyrettiğim hayatı.

    sessiz çığlıklarım izdüşümü frida kahlo’dandı.

    özene özene gazali’ye özendi ruhum.

    ızdıraplarım yaşamın çölünde bana göz açtırmadı.

    bir beni içine çekip diri diri yutmadığı kaldı,

    sanki bastığım toprağa ağırlığım fazlaydı.




























    kılavuz


    bu sefer tutundum galiba,

    beni önce kendime,

    sonra sana ulaştıracak kılavuza.

    karanlıklardaki yanlış yönlere sıska adımlarım,

    şafağın sökmesiyle son bulacak.

    bana öyle geliyor ki,

    gündüzün aydınlığı,

    seni bana çok çabuk bulduracak.































    yöneliş


    acziyetin kabulü,

    açmaz mıydı hayrın kapılarını?

    acizim,

    muhtacım,

    ve hiç olmadığı kadar güçsüzüm, ya rabbi.




























    özgün


    benden başka var mıdır

    zekâsı yüksek, yaşantısı güdük olan?

    aşkı sadece koklaya bilmişken 

    ızdırabını sonuna kadar tadan,

    hayatı tam olarak kavrayıp

    hiçbir şey yaşayamayan,

    duyguları özgün fırtınalar koparırken

    kör ve sağırları ağırlayan?





























    yerden


    mahcubum sana,

    mazeret üretmeye mecalim yok.

    üzgünüm,

    ve kendi kendime kırgın yüreğim.

    boynum bükülmüş,

    kalkmaz gözlerim yerden,

    boyumu aşan kusurlarıma.































    dehliz


    belki de kaçak bindiği gemide bir mülteci,

    her zaman görmese de duyuluyor hayatın sesleri.

    kamaralarda yaşam, kimi zaman ifrat bazen de tefrit.

    nasipsiz bir sığıntıya kucak açmış,

    küflü ve rutubetli bir dehliz.




























    elem 


    elem verici,

    farkındalığı yüksek,

    yaşamının her saniyesi,

    kendini yenileyenin,

    deneyimlenmemiş yepyeni dertleri oluverir.

    sonuca ulaşıp bir karar vermek güç.

    insan olmaya direnmek mi daha zor,

    yoksa sürekli kendini yenileyen insan olmak mı?





























    doğa


    gün gelir sıkışır kalbim,

    kelimeler sığlaşır, 

    lal olur dilim. 

    ve doğa dile gelir.

    kendimi izlerim;

    bir sonbahar yaprağının

    dalından kopuşunda.




























    kifayetsiz muhteris


    belki de şaşkındır,

    harabe kentin yaşanmış hayatlara tanık olan taşları.

    kim bilir nice kahraman, korkak,

    namuslu, namussuz,

    zengin, fakir,

    bilge ve cahile şahitlik etmiş,

    yüzyıllar sonra efes'in tam ortasında,

    en kifayetsiz muhterisi kaydetmiş.




























    yunan heykeli


    dışarıdan bakılınca,

    en has mermerden yapılmış yunan heykeli gibi kavi,

    içi ise büyük bir depremden sonra

    bir de üstüne tsunami vurmuş

    ruhu çekilmiş cesedi gibi.

    bazı meltemler fırtına estirir kimi yüreklerde,

    bir ağacın narin yapraklarını okşayıp geçerken

    diğerinin gövdesini devirir.






























    ramazan


    yine bir ramazan...

    yine derin bir sessizliğe eşlik eden yalnızlık,

    yine sahura vakit varken,

    uykuyu bölen ilkel çapsızlık.

    ve yine yaklaşan yeni bir iftar,

    ve bendeki iştahsızlık...































    edebiyat


    gel de gidelim artık buralardan,

    şeref düşmüş ayaklar altına.

    benamuşlar önder olmuş namuslulara.

    kahpelik pir olmuş,

    din, iman, vatan edebiyatı yapanlara.































    sustum


    sustum,

    çünkü kelimeler tükendi.

    soğuk mu soğuk bir kışta geçti ömrüm.

    boğazımı sıkıp,

    ağzımın içine tükürdü hayat.
































    gidesim var


    beni saran,

    öyle bir hiçlik ile boşluk duygusu ki,

    yücelttiğim her şeyden,

    bir daha arkama hiç bakmadan, geçip gidesim var.






























    erenler


    bir daha yamanır mı ki,

    zaten kırk yamalı olan hırka?

    kendimi bildim bileli,

    çile çektim, keder içtim.

    aklım almıyor; erenler nasıl erdi;

    çile oldurmadı, keder buldurmadıysa?





























    riha


    sanırsın ekvator çizgisi beni ikiye bölmüş;

    bir yanım gittikçe soğur, diğer yanım ısınır.

    belki de ibrahim’in, riha’da en son bastığı toprağı, 

    bin yıllar sonra bebek iken ben yuttum.

    kendimle kavgalıyım, toplumla olduğum gibi.

    canım bir gece ansızın yürüyüp gitmek ister,

    bir başına çölde bilinmeyene yürür gibi...































    açık kaynak


    açık kaynaktı oysa bütün her şey,

    nereden başlayacağımı bilemeden,

    kırk yaşın üstüne attı beni zaman.

    tutunduğum ne varsa elimde kaldı,

    köksüzdü benim için başkasına ait olan.





























    cüneyd-i bağdâdî


    dağılıp karar kıldı bahtlar,

    herhalde bir bana som ızdırap düştü.

    anlatmaya kelimeler yetmez,

    kışın sıcaktan yazın soğuktan telef olanlar anlar beni.

    çektiğim çile, cüneyd-i bağdâdî'ye yoldaş yaparsa beni,

    utanıp kendimden, vazgeçerim her şeyden.

    dilim damağımda, nefes almak kâfi gelir artık bana.
































    ihtimal


    bir gün dürülür mü sana giden yollarım?

    yaklaştıkça sana, artar mı heyecanım?

    döver mi göğüs kafesimi kalbim?

    beni yakan özlemin kavuşturur mu beni sana?


























    enkaz


    terliği bile giyememiş,

    nasıl indiğini bilmediği merdivenler atıvermiştir onu sokağın ortasına.

    önce yalın ayağına bir çare bulmuş,

    sonra da üstüne birde hırka.

    ve artık enkaz da yoktur ortada.

    "bari kardeşimin bir mezarı olsun" derken,

    bitirmiştir onu binanın arsasından kalkan toz.

    ne ağlayabilmiş ne de öfkelenebilmiştir.

    yitirmiştir duygularını,

    kalakalmıştır öylece orada.




























    hıçkıra hıçkıra


    ansızın çıkıp gelsen,

    sonra hep beraber toplasak,

    benim gibi dağılmış şu evi.

    hiç olmadığımız kadar sakin ve sessizce,

    demlik demlik çay içsek.

    duygularım boşalsa içime,

    akıtsam hıçkıra hıçkıra,

    sana ait geçmiş özlemleri...






























    güvercin


    bedenim teslim alınmış,

    ellerim tersten kelepçeli,

    kalbim körlerle sağırlara misafirken,

    ruhum ızdırap hapishanesinde kilitli.

    ben bitmeden getirir mi kurtuluşun muştusunu,

    beyaz kanatlı bir güvercin?
































    katma değer


    iyice ayırdına vardığın zaman,

    taşınması güç olan külfet, nimet olur.

    güle güller katan diken,

    aydınlığa aydınlık katan karanlık olur.































    selfie


    nasıl bir selfie o öyle?

    sanki biri sana hayalimi söylemiş de,

    kadraja onun için bakmışsın.

    sen başka, ben başka yerde,

    sanki sen benim, ben de senin gözlerine bakmışım.































    tahammül


    bir güç beni buralardan itiyor,

    "karakterin şıkları ikiye indirdi" diyor.

    "haksızlığa tahammülün yok,

    kalırsan ya başın belaya girecek,

    ya da kendinden vazgeçeceksin" diyor.
































    ruh ikizi


    bir felsefe bahsinde,

    kaçamak bakışlarla başlasa konuşmamız,

    kimlik ve kişilikten geçsek beraber,

    kendiliğe demir atsa buluşmamız…































    kimlik, kişilik, kendilik


    ilkin kimlik kılıfına girip bir şeye benzemeye çabasıydı,

    sonra kişilik gelişim gösterdi ve beni kılıklara girmekten kurtardı.

    derken kendilik sahiline attı beni akıntılar,

    ve kendilikte buldum kendimi.

    seni de bulmam gerekmez miydi?
































    aşk – 1


    rüzgâr dolasa saçlarını boynuma,

    öperken seni alnının tam ortasından. 

    şehirde kaosa yetecek kadar kargaşa olsa,

    duymazdım hiçbirini, başın omzumda olsa...































    sigara dumanı


    içtiğim puro keyiften değil, kederden.

    sigara dumanı kâfi gelmez yanan ciğerime.

    keş sanırsın beni dumanı çekerken içime.

    sorularım beşere değil,

    bedenime, ruhu bu coğrafyada veren rabb'ime.






























    bir adım öncesi


    sadece iki metrekarelik çukurlar değil,

    binalar da betondan mezarlık zaten.

    yatağa girmeden önce her gün soyunur insan,

    dünyadan bir kefenle gideceği gibi.

    bazanın başlığı mezar taşı,

    uyku da ölümün bir adım öncesi sanki.
































    boş ev


    gel artık, özlettin kendini.

    yine canımı sık, burnumdan soldur beni.

    sensiz boş evde duvarlar üstüme geliyor,

    dışarda dünya tersine dönüyor sanki.






























    biriken çile


    içime birike birike,

    boyumu aşan çile bana level atlattı.

    boğulma hissine kapıldığımda,

    sürükleyip taşıdı,

    bir de baktım ki,

    beni yukarıdaki bir bende attı!
































    boşa gider


    mahlukata güvenmeyi bırakmak kalbin ameli,

    bahşedilmiş ömründe başaramaz ise kişi bu emeli,

    gizli şirke dûçar olur kör kuyuya düşer gibi,

    heba olup boşa gider bedenin onca ameli.






























    yöneliş


    herkes bir yol tutturup gitmiş,

    kimi seçmiş, kimi itilmiş.

    hakikat ince bir örtüyle gizlenmiş,

    tek yönlü akıl sadece sebeplere bağlanmış.

    çift yönlü akıl sebeplerden geçip,

    sebeplerin sahibine yönelmiş.

































    özlem - 1


    karanlık çökünce, içli bir ses beni sana çağırır.

    şiirler dalga dalga sana yaklaştırır.

    ve sonra demirlenmiş bulurum kendimi karanlığın en koyu tonuna.






























    adalet talebi


    umut ederken bir gün yüreğinin soğuyacağını,

    alın çizgileri "umutsuzum" yazar okumasını bilene.

    kışın ortasındaki oturma eylemi bedenin dışını,

    yürek yangını ise içine yakar.

    zalime olan nefretin harareti,

    sert bakan gözlerden dışarıya çıkar.






























    kayıp


    çok uzun sürdü ömrümün kışı,

    artık umursamam,

    gelse de çok istediğim baharı.

    eşitlendi birbirine varlığıyla yokluğu her şeyin.

    ruhum özüne özlem duyarken,

    kalbim kara sevdaya sevdalı.































    akıl


    sığmaz aklıma, beni sinir ettirir;

    kıt aklın, tam aklı tartmaya kalkması.

    bu işte bir terslik var mı, demez.

    ona benzeyen yığınlar cüretini arttırır.

    oysa her kişi selamete anca kendi aklıyla yaklaşır.
































    normal değil


    içine düştüğüm bu kaçıncı yangın?

    normal değil, bir insan yaşamı bu kadarını kaldıramaz.

    ya hakkımda ezelden yazılan şekavet hükmünün icrası,

    ya da yüksek makamlara erişenlerin arınma çilesi bu.
































    su ve ateş


    dış bir gözle bakmadan kendine,

    ne kadar kirlendiğini bilemez insan.

    bazı kirler ancak ateşle yanınca çıkar,

    suyun da temizleme gücü bir yere kadar.






























    sessiz


    dilim damağıma yapıştığı an,

    kasvetli havam dağılır.

    uzun uzun düşündükçe susmuş,

    sustukça düşünmüşümdür.

    ve beni kendimden koruyarak,

    başlamıştır kalbim sessiz bir zikre.





     



























    yeni gün


    hep bir umut,

    bilemezsin bu kaçıncı beklediğim perşembe gecesi.

    bir cuma sabahı sadece yeni güne değil,

    karanlıkları delerek bana da doğar mı kıpkırmızı güneşim?




























    hiperaktif


    hiperaktifler yerinde duramaz,

    edep de kapıyı üst üste çalmaya müsaade etmez.

    beklerken zor geçer her saniye,

    akıp giden zamanın da telafisi yoktur üstelik.

    sen mi sabrı çekersin, sabır mı seni belli olmaz.

    yanlış adreste olma şüphesi ürpertirken,

    yoğun düşünceler kafanın üstünde su ısıtmaya başlar,

    kaynayınca yukarıdan aşağıya dökülmek için. 





























    boş beklenti


    bana sıkı sıkıya bağlı közle yanarım,

    çektiğim acı yerimde durdurmaz.

    ciğerimin harareti koşturur beni,

    koştukça harlanır sırtımdaki közün alevleri.

    bulunmaz bir servet olur bir yudum su.

    derdime deva olacağa sahip olanlar,

    bana acıyarak bakarken tutar mı bir cimrilikleri?





























    oldu mu


    soranı hoş gör,

    ben hem sevgi fukarası hem meczubu.

    başkasının huyuyla boyu benim kadar sana uydu mu?

    o güzel gözlerinde uzun seyahata çıkan oldu mu?

    tek kaşın havada o tehditkâr bakışların benden başkasını da vurdu mu?

    peki sana verilen kitabı geri verdiğinde,

    içinde unuttuğun notu yıllarca saklayan oldu mu?































    hiçlik


    şeylerin varlığıyla yokluğu eşitlendiğinde,

    güçlü bir hiçlik duygusu sarar bütün benliği.

    hiçte ilgisizlik, ilgisizlikte hiçlik boğar birbirini.

    onca sessiz kargaşayla şamata içinde,

    okyanusta pusulasız bir gemisindir sanki.































    aşk - 2


    aynı kalp senkronizasyonu olmasa duyulmaz,

    şairin şiirle attığı sessiz çığlıklar.

    retorik bilgiyle bir yere kadar...

    herkesin yürek yangını kendine büyük,

    ateşten yataklara kıvrılıp uyumadan aşk anlaşılmaz.































    çirkin jön


    sanki hayat akıl almaz bir senaryo;

    kendime jön, diğerleri bana, ben onlara figüran,

    okumadan oynadığım rol uzadıkça uzadı.

    bütün mesele seni bildikten sonra alınan bir tek nefes.

    belki de bu yüzden sana muhtaç iken durmadan senden kaçtım.
































    karışık


    karmakarışık, yek diğerine bir şekilde hep dolaşık,

    modern insan, ruhunu kirleten şeylerle çok barışık.

    beslendiği, arzuladığını zehirleyecek iken,

    kafalar aşkı ondan kaçana olacak kadar karışık.






























    kültür ve zaman


    insanın kültürü zamana karşı koruma kabiliyeti yok.

    zaman her şey gibi kültürlerin de yaşlanmasına ve ölmesine sebep.

    telaştan uzak, kesintisiz akan dupduru bir su gibidir zaman.

    karşı koyma iddiası boşuna...

    önüne kattığı her şeyi istediği yere götüren

    o duru suda kuru bir yaprak gibidir kültür ve insan.






























    yol


    yoksa insanın cesareti,

    pısıp kalır olduğu yerde.

    gözü pek olana açılır, 

    önce sorular, sonra cevaplar...

    yürümekten korkanın ulaşılacak menzilleri yoktur.

    yol terbiye eder adımlayanı, aynı bırakmaz.
































    özlem - 2


    yüreğime ağır gelir, inim inim inlerim, ahmakça 

    hatalarımdan.

    ruhum yükselmek ister, bir yol bulup kurtulamaz,

    hastalıklı yaklaşımlarımdan.































    hüzünlü yürüyüş


    bırak bir kenarda dursun anlattıkların,

    hiç bahsi geçmemiş olanları, kitap gibi okuyorum mimiklerinden.

    benden uzakta olduğunda, ses titreşimlerinden. 

    gamzende biriken sevgi havzasından bülbüller gıdalansın.

    önemli değil, beni fırtınalı okyanusta dev dalgalar hırpalasın.































    yolun sonu


    halı gibi toprak çekildi ayaklarımın altından,

    savrulup düştüm korkunç hezeyanların içine.

    ve sonunda elimde birbirinden yakıcı iki seçenek kaldı;

    ya her gün biraz daha erirken başka bir tür inkâr,

    ya da kahırlarda yeşerecek kâmil bir iman...
































    araf


    kokuşma niye şaşırtıcı olsun ki,

    kurumuş balçıktan şekillenmişken?

    çileye dûçar olmamak ne mümkün,

    allah ruhundan üflemişken?





























    benzerinde


    yıllar geçse de aradan,

    sana benzeyen birinde teselli bulmak için

    etrafı tarar gözlerim.

    hâni bir şey olacağından değil,

    amaç kalbime tekrar maziyi yaşatmak

    ve sen olmasan da bir benzerinde

    o duyguları bir daha tatmak.
































    diriliş


    yıkım mı bu yoksa diriliş mi?

    anka kuşu gibi küllerinden doğmadan kül oluş mu,

    zıddında gizlenmiş ise sevinç,

    ebediyen dirilirken kahırlarda yok oluş?
































    yitik


    bir kere indi kalbime,

    beni benden alıp sığlaştırıverdi her şeyi.

    o gün bu gündür tat vermez oldu hayat.

    yitik olanı ararım, feryadu ha feryat!































    tükenir


    neyi yanlış yapıyorum ki ben?

    sanki serpiştiren kar sonrası istanbul, zihnimdeki kargaşa

    türeyen sorulara kelimeler yetmez, tükenir.

    her gece aynı şey;

    ben tükenirim, tutarsa sığınırım uykuya.

































    güç arayışı


    ürkütücü bir orman gibi insanın iç dünyası,

    kendini etrafında daireler çizer, asla güvende hissedemez.

    güç arayışına girip yaslanacak bir şey bulmadan ilerleyemez.































    kış gibi


    ovalarımızdan bereket fışkırır,

    merhametli gönlümüz gibi.

    itlik puştluk peşinden koşup namertlik yapma!

    öfkemiz; üşütürken yakar,

    dağlarımızdaki kış gibi.
































    astronot


    zaafım var kendilik haline,

    başkasını iten beni çeker, kime ne?

    giyinip kuşanmış bir astronot gibiyim,

    gözlerinde seyahate çıkmak üzere.































    hira


    yüreğimin hirasına çekileli çok oldu,

    ciğerimi, beni kendimden uzaklaştırırken

    yaklaştıran yakıcı ızdırap kavurdu.

    her kâmil insan

    hep mi o izdüşümünde kendisinden soyuldu?
































    kırık dökük


    zaten gece boyu uykusuz kalıp şiir yazacaktım;

    bende iz bırakan o derin bakışlı gözlerin bahanem oldu.

    içimde kopan korkunç fırtınaya kapılmaktan alıkoydu;

    beni sevdiğini ima ettiğin birkaç yıkık dökük kelime.

























    konuşmadan


    hiç beklenmedik bir anda,

    şefkatli bir el dokunur omzuma;

    konuşmadan anlaşır mı benimle?

    hiçbir şey anlatmadan sarar mı ki kanayan yaralarımı?

    tanışır mıyım bende sevgiyle?

    merhamet yuva kurar mı hınç dolu kalbime?

    gözyaşı dökmekten usanmış yılgın bakışlarım,

    keskinleşir mi ki onunla?

    yürür müyüm bir gün;

    kederlerimi kendime yol yapıp,

    dertsiz tasasız, gurur dolu, başı dik?































    cehaletim 


    ızdırap dolu hayatımda,

    cennetten bana uzatılan bir dal idin.

    heyhat! 

    nefsimin illüzyonları yanılttı.

    cehaletim senden kurtulduğuma sevindirdi beni.






























    duman


    hapsedilmiş ruhum bedenime,

    yatarı var bir ömür.

    sigara dumanı, ciğeri katrana boyayıp,

    burundan çıkar benden kaçarcasına.

    voltalar atarım upuzun bir ıssızlıkta,

    günler geçse, bedene zarar geçmese ruha...
































    belgin


    birden bire yükseklerden düştün içime,

    yumuşak, yusyumuşak gönlümde şeklin kaldı.

    ellerini arayan ellerimi,

    teselli etmek gönlüme kaldı.
































    spesifik


    hiçbir şey sorma!

    beni kuşatan cevapsız soruların seviyesi, boğazıma dayandı.

    hava sisli mi sisli, beni boğan şeyler karışık ve bulanık.

    belki de kendimi bulmam için gerekli, açken kan kusturan bu ızdıraplar.

































    şelale


    azgın sularda şelaleye sürüklenen bir dal idim.

    kendimi bulmam veya kaybetmem,

    yakındaki sonuca etki etmeyecekti.
































    kırk


    yaş tepe noktasında aşağı sarkalı çok oldu,

    beyazlar tünedi çenemin alt kısmına.

    kırk yaşından sonra doğdu düşünce;

    yürümekten uzak emekler halen zihnimin ortasında.





























    iten


    bir seyyahım,

    duygu dünyasında gezinen.

    boşluklara anlam yükler, yol açar,

    yön levhaları dikerim.

    hayret hali bâkî bende.

    keşfedilen bâkir duyguların,

    insanı kendilik haline iten güçleri var.






























    uğultu


    hakikate uzak mı uzak,

    kulakları tırmalayan bir uğultu...

    her yerden değişik tonlarda haykırışlar gelir.

    seçemezsin gönlüne akacak olan o davudi sesi.

    derken şaşkın şaşkın tüketirken kendini,

    çiğneyip tükürüverir seni hayat.































    umut


    bir bilsen;

    ışıkların sönmediği bu kaçıncı gece.

    belki gelirsin de beni bulamadan gitmeyesin diye,

    evden çıkarken kapıyı ardına kadar açık bırakasım var.

    saçma bulma, zayıf da olsa bir umut işte.































    kalmadı


    yordu beni bu hayat,

    her iyiliğin karşılığı olur mu kötülük?

    sırtlanlar, ayılar ve çakallarla aynı yolun yolcusu olmak tehlikeli.

    sorma yine niye sustuğumu;

    benim çapsızlara anlatacak lafım kalmadı!
































    yıllar


    ben uykudayken kervan geçip gitmiş, 

    uyandığımda her şey için çok geçti.

    bölündüm; kendime ait olmayan dertlerle, her yöne kaç kere?

    uyanıkken gördüğüm rüyalar yıllarımı çalıp öyle gitti.
































    himmet


    zamanın bir çengeline takılıp kalmışım.

    ergenim halen, yüzümde sivilceler çıkmasa da

    kurtulmak mümkün değil;

    himmetin olmasa, nefs-i emmarenin elinden baba.
































    heder


    düşüncelerimi kelime kelime ısırdı,

    spesifik ve çoklu bir keder.

    sanki zekâm bana düşman,

    akıl bir bana mı gelince hep heder!






























    teselli


    seninki sadece bir sanrı,

    neydi ki doğruya isabet oranın?

    kelimelerin sığ, kişiliğin bayağı...

    tutunup sana değer verecek bir şey aradım;

    teselli olmak için yumuldu ellerim,

    havada bomboş kaldı.
































    çoban çökerten


    yola yola yoruldum,

    yüreğime batan çoban çökertenleri.

    kim gösterdi bana, kim gösterdi ha?

    yüreğimi kan revan içinde bırakan bu dikenli yolu...
































    yangın


    zamanında hükmedebilseydim

    duyguların kılavuzu; kelimelere

    kendimden başlayıp yakardım dünyayı

    yüreğimin yangınını söndürerek.
































    hasret


    hep kendisine ait olmayan dertlerin hamalı,

    yalnızlık kendisini onda bulmuş olmalı.

    yaş erdi mi kemale,

    her yer buram buram hasret kalınan aşk kokmalı.
































    inziva


    medeniyetten uzak mı uzak,

    ıssız bir adanın en yüksekteki mağarasına

    kaçıp sığınsam,

    kurtulur muyum ki kendimden?
































    çay


    şarabı hiç tatmadım,

    bilmem arakın kokusunu,

    içeceğim çaydır benim,

    onun da sensiz tadı yok.





























    dünya vatandaşı


    kulaklarımız kanadı ilk başlarda,

    birkaç jenerasyon sonra alıştık her şeye.

    soğumayan yüreğimizin harareti, bakışlarımızda dile geldi

    ve bizi öldürmeyen her darbe güçlendirdi.

    kırsalın sınırlarına mahkûm kürd iken,

    yaşadığı çağla doğru ilişki kuran

    birer dünya vatandaşı olduk.
































    yavan


    yavan mı yavan,

    bir gece daha geçti hissedilmeden,

    gündüze itti,

    sabah ezanı; ayırdı beni kendimden.































    cejn


    dîsa cejnek hat, 

    dîsa ez bi serê xwe tenê, 

    bîhnanim teng û dilê min bi tirs, 

    ez betilîm li benda te,

    xewn li min herimî, ken bû eyba min.
































    dilenci


    zemini bulmaya görsün,

    her köşe başında tezgâhlı bir puştluk.

    içi geçmiş, nefesi kokuyor bunların!

    karaktersizlik dilencisi bu toplum.




























    buz kristalleri


    acı eşiğim düşük iken,

    çok yükseklerden attılar beni.

    buz kristalleri gibi,

    binbir parçaya bölündüm.

    tekrar birliğe gelmek mevsimler alacak.

    yeni, yepyeni,

    bir inşanın muştusu mu

    bu feci yıkım?
































    kendilik


    kendimi bulduğumda,

    seni kaybetmiştim.

    sen de kendini ararken mi,

    yitirmiştin beni?


























    kaçamak


    kendi çölümde,

    aç ve susuz kaldım.

    seraplardan çatlamış dudaklarla su içerken,

    serapları bile kana buladım.

    kaybettiğimi ararken,

    kendimle karşılaştım.

    tövbeme tövbe ettim,

    kedere keder banıp katık yaptım.

    mahcup ve hüzünlü gözlerle,

    sevdiğime sadece kaçamak baktım.





























    şairler


    negatif bir vasata demirlemiş beni hayat.

    o kadar uzun süre sustum ki,

    içimde şişti kelimeler.

    ve sonra, çok sonra,

    usulca döküldü dudaklarımdan hissiyatım.

    bana dert olan her şeyi;

    şiir kabul etti şairler.






























    sükût


    birden fazla kişiyken,

    sükûtu sükût dinlese,

    dertler demlikteki çayla birlikte demlense,

    ne olurdu?

    ardı ardına içilen çay kadar,

    kolay içilebilseydi her keder.






























    hayalim


    kapına sarılması gereken,

    inleyip etrafa sesler duyuran bir gönül ile değil,

    gıdası sükût olan bir gönül ile gelmekti hayalim.

    hep omuzlar üzerinden uzaklara bakışlarım,

    bir tek sen bak diye,

    saklarım, kaçırırım gözlerimi herkesten.
































    daralan kalp


    uykuya hem hasret hem kayıtsız...

    bakışları hüzünlü, gözleri nemli;

    dili damağına yapışık bir gece vakti,

    kalp genişliği ister, dardaki kalbi.
































    illüzyon


    her içi geçmiş düşünceleri kokmuşun,

    uzaktan bakınca insanı cezbeden bir yanı var.

    her namussuzun,

    namusluya namus dersi verecek kadar çok namuslu görünmesi gibi.































    hasta


    dikenden yataklara düşmüş bedenim,

    hasta mı hasta!

    düşüncelerim bedenimden de hasta.

    yok mu baştan aşağı kedere batmış beni,

    kurtaracak bir umut?































    sır – 2


    söyleyen bilmez, bilen söylemez.

    felsefe lal olur varoluşsal sancılarım karşısında.

    yaşanan ızdırap;

    ruhun eğilimlerinden mi doğar,

    yoksa bedenin tercihleriyle mi alakalı?































    nîv 


    neredesin diğer yanım? 

    ben yarım, seninle tamamlanmak için beklemekteyim.

    bölük pörçük halim tel tel dökülmekteyim.

    kovulmuşum bir tekkeden, diğerinin de eteklerindeyim.

    bir yanım uhrevi, diğer yanım dünyevi birliğe gelememekteyim.





























    heznakım 


    neredeyse her gün, tekrar tekrar yaşadım,

    fakat haksızlıklara bir türlü alışamadım.

    zonkluyor başım sinirden,

    aslında sakinim, ihtiyaç duymam,

    hakkı hakim kılmak için öfkem. 

    dini, imanı, rengi önemli değil,

    ben haksızlığa duyarsız insan sevmem.
































    kûçik


    iki itten türemiş, bir kaç it oğlu it,

    karnı tok, sırtı pek;

    aynı duruma düşmeden insafa gelir mi hiç?

    vicdan ağır yük; ite nasip olur mu hiç?































    jê qerîn 


    boş ver tanıma onları,

    tanıyınca asla gülmeyeceksin. 

    vazgeç bu sevdadan. 

    uzaktan sev insanları, 

    yakından bakınca hiçbirini sevmeyeceksin. 





























    mam


    eksik kaldım hep,

    o tamamlanma hissi çok güçlü geldi, 

    gitmedi hiç.

    bedenin sınırlarında hapis kaldım, 

    ruhtan anlamadım hiç. 

    kendi yalnızlığıma kapanıp yandım, 

    kadınıma ulaşamadım hiç. 






























    ehveni şer 


    düşmüş alim denilenler, ehveni şerin cenderesine

    artıyor cüreti, bu sebeple zalimin delicesine.

    parasal genişlemeyle halk genel soyulur,

    bir de üstüne yolsuzlukla bir daha vurulur.

    adaleti savunmayan dini tanımaz hiçbir akil.

    faiz haram anladık da hani diğerlerinden anlayan akıl?






    sedat1399gonul@gmail.com 

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.