hani şafak sökecekti alacakaranlığın hemen ardından,
güneşimi çalmış gökyüzünü kaplayan hain kurşuni bulutlar
hangi
yaşanan derin ızdırap, sebepsiz olamaz.
hangi masumun hakkı yenirken sessiz kalmanın bedeli bu?
kavrar gibi olup hiçbir şey çözememek sadece bana mı özgü?
kendinden vazgeçmek mi kendini bulmanın kırılma noktası?
sigara
gözlerine başka bakışların değmediği,
ellerin topladığı tütünden,
bitmeyen bir sigara sarasım var.
yeryüzü aşkla birlikte,
kendisini de tüketen,
kaç insanın deneyimine şahit olmuştur ki?
olsun
dinin senin olsun,
renklerin hangi renk ise hak o olsun.
varsın en büyük iman sende olsun,
namuslu olmak en çok sana yakışsın.
bana bir tek adaletin lazım,
gerisi senin olsun.
ve
ve bir an gelir,
ya katı bir maddeci kesilir insan,
ya da derin bir maneviyatçı oluverir.
himmet
tam ortasından isabet almış,
zerrelere bölünüp dağılmış gönlüm,
yüz suyu döküp diledim himmet,
kim toplar, nasıl toplar bir daha beni?
zaman ve insan
ezelden bilinen,
ruhun eğilimleri atar insanı yaşadığı zamana.
adildir düzen,
zaman ve insan karakterini giydirir birbirine.
mürşid
dertler beni mürşide yürüttü,
mürşid beni dertlerin içine geri itti.
ben hiçbir şey olmadı zannettim,
ilk namazda kalp atışlarım göğüs kafesimi titretti.
mavera
yitip gidenlerden dolayı değil bu hüzün,
hüzünle sonuçlanan kayıplar kazanç olur bir zaman sonra.
canıma tak etti beni yakan bu giz dolu belirsizlik,
buğulu camların ardına gizlenmiş mavera,
canıma kast edecek bu gidişle.
kustu
hazmetmesi kolay değil,
mide de haklı bir yerde.
din ile solculuk soslu faşistliği,
nasıl kaldırsın bu mide?
kustu ve rahatladı hepsini,
ulusalcılıkla birlikte diğer ideolojileri de.
ters orantı
paylaşılır mı?
paylaşılabilir mi bendeki yalnızlık? karabasanlar çöker uykusuz geçen gecelerimin üstüne.
ben ayık görürüm,
başkalarının uykuda gördüğü kabusu.
ucube
kimseye belli etmeseler de, biz anlarız onları.
yıkımlar üzerine, ucuz ve ucube bir yükseliş inşa ederler.
üzülür gibi yaparken tatmin olurlar.
en çok da seni delirten yakınların.
ya rabb’i
yine geldi boğazıma dayandı keder,
kuş kadar canım var zaten.
bu derin girdaplar nefes aldırmaz, boğar beni.
bütün fiillerin sahibi sensin,
beni diğer fiillere ulaştır, ya rabb’i.
çökük omuzlar
yıllardır sadece ayakucuma baktırdı hayat,
ben fark etmeden kamburu çıkmış omuzlarımın.
oysa başımı kaldırdığımda alnımın hizasında,
ne genişlikler varmış dünyada.
yavan hayatlar
iftar sofrasında dini hassasiyet hat safhada.
lüks restoranın içi hınca hınç dolu.
ışıltılı salonun en sağında,
mescidin kapısını açan sadece aşçı yamağı.
kitap
tarihin derin katmanlarında seyahate seninle çıktım,
görmek için can attığım ibni arabî'yi seninle tanıdım,
gazali'den ders almak seninle mümkün oldu.
tolstoy'un geniş hayal dünyasına seninle daldım,
ali şeriatî ile sosyolojisi sohbeti senin sayendeydi.
ibni acibe'den haberdar olmayacaktım sen olmasan,
gorki'nin bende izi de olmayacaktı.
atina sokaklarında seninle soludum felsefeyi,
aşkı tutuşturup yanmayan şemsi sen anlattın bana.
zaman makinemdi sayfaların,
istediğim yere gitmemi mümkün kılan.
değişim
uzun zamandır bende,
tarifsiz ızdıraplarla yavaş yavaş gerçekleşen değişim,
buharlaşarak bütün kirlerden arınıp,
göğe yükselen suya benzesin allah'ım.
içsel diyaloglar
paylaşılacak bir şey bulamadığında,
konuşmanın da tükendiğini anlar insan.
ve kendini de dinlemeyi öğrendiğinde,
zorunlu birlikteliklerin kabusu başlar.
suret
gölgesi kendine tabi bir muktedir idim,
camlarda silik bir suret.
gece olunca görünüp, gündüzleri kaybolan.
gözleri yerde
oturmuş bankta,
elleri bitişik, kolları dizlerinde, başı eğik, gözleri yerde.
göğüs kafesi kalbine dar gelmiş,
kaburgalar batıyor dört yerden.
sordu kendi kendine;
bir tek ben miyim dünyada ne istediğini bilmeyen?
yol yaptım
dik kafalıyım ben,
hiç boyun bükmedim.
"edep ile gelen lütufla gider" yazan rahlenin önünde diz çökene kadar.
yol yaptım gide gele,
yüreğimin yarasına merhem olur diye bulunduğun yeri.
sahil
dinmeyen bir fırtına koptu,
yokluk denizinin ortasında.
sahilde bir çakıl taşı idim,
dev dalgalar dövdü beni umarsızca.
sürttüler beni ona, onu bana.
herkes ovallaşıp cilalanmıştı en sonunda.
bu kaçıncı
bırak yakamı!
otururken sıktın, uzun uzun yürüttün.
yorgun argın uzandım, uyutmadın.
bu kaçıncı gece yine sabahlattın beni?
sekiz mart
ellerim ceplerimde, amaçsızca, dalgın dalgın yürürken,
benim gibi, görünmeyen uzakları izleyen gözlerinle kesişse bakışlarım,
ne martın ne de sekizin önemi kalmaz,
zaman kırılır bir yerden,
zamansız yaşarım seninle sonsuza dek.
iddiasız
küçülürken büyüyenin çekimine kapıldım,
sebepsiz zariftin sen.
iddiasız bir kendilik hali,
öyle bir iddiasızlık ki en büyük iddia sahibi.
kendiliğin kıyısında geziniyorum,
bir gün kavuşacağız.
kendimi bulduğumda seni de bulacağım.
çimkî
o eksik kalma hissi vardır hep,
ayırdına varana.
beden yere, ruh göğe ait.
ruhun vatanı cennet, sürgün yeri dünyadır çünkü.
bölük pörçük
yıkık dökük, daha dün sapasağlam olan duvarlar,
harabeye malzeme, tozu üstünde tuğlalar gene sağlam.
bölük pörçük, güya canlı olan yüreğim,
elimi neresine atsam, tel tel dökülüyor.
hüngür hüngür
ısıttıkça ısıttın beni,
ve sonunda fokur fokur kaynattın.
kaynadıkça eksildim,
eksildikçe saflaştım.
saflaştıkça yoğunlaştım,
her aşamada terk ettiğim aşırılıklarıma,
hüngür hüngür ağladım.
bitse
erken olmasa da olur,
gecenin geç bir saatinde,
uykuya daldığımda bitse,
bu derinliği kaybolmuş kabus gibi hayat,
zamansız ve vedasız.
vura vura
hep böyle miydin hayat,
yoksa sadece bana mı gösterdin bu yüzünü?
kırk yaşında öğretmeye başladın,
kafama vura vura acı ve çıplak gerçekleri.
varlık
varlık bende varım,
hiçlik iddiasıyla varım.
sonraki hiçlik için,
şimdi varım.
sarhoş
bir keder bir keder kustu beni,
burnumdan geldi beslendiğim gıda.
acı ve ekşi bir kan yaktı genzimi.
bilinç düzeyinin sürekli yükseldiği,
süregelen bir sarhoşluk sardı beni.
kuyu
daha fazla taşıyamam,
içime kök salıp yeşermiş bu derdi.
anlatınca taşmayacak,
kör bir kuyu lazım bana.
gece karanlığı
bir gece vakti,
sessizlik örtmüş şehrin üstünü.
uyanmamak üzere uykuya dalmak isteyen bir gönül,
hüzün pompalar yorgun düşmüş gözlerine.
isterim
bir yaşam isterim,
kimsesiz bir ıssızlıkta,
doğanın var olup eskimediği,
hiçbir narin yaprağın yitip gitmediği,
rengarenk dört mevsimin yaşandığı,
her mevsime eşit mesafede olup,
her birini aynı anda hissettiğim,
bir hayat isterim,
o diyarlarda benden başka beşerin yaşamadığı.
ihtiyar
sessiz bir ev içinde bir ihtiyar,
şehir baygın, apartman ölü.
iki oda bir salon birbirini ağırlar.
diline sessizlik çökmüş bir yabancı,
elinde kapı kilidi, başı önünde,
akşam girip, sabah çıkar.
strateji
dedim ya, kürdüm ben,
strateji bilmem,
dümdüz severim.
geceler boyu uykusuz kalır,
gündüzler boyu uyurum,
ve tekrar başa geri dönerim.
dönüşlerim baş döndürür,
hep başladığım yere geri dönerim.
dip teselli
başka birisiyle de olsa,
seni mutlu görmek beni mutlu etti.
takılmış kalmıştım bozuk bir plak gibi,
kulak tırmalayan cızırtıya dönüşmüştü,
sana dair iç seslerim
nasipsiz
duygusal olmak anı yoğun yaşatır,
derin düşünmek yarınlarla uğraştırır.
hem duygusal hem de derin olmak,
ne bugünü ne de yarını yaşatır.
mitos
dönemseldir yeryüzünde fesat çıkaran insanın inancı,
üretken olanın dinine tabidir imanı.
tanrısı kabul eder, bir tek secdesi eksik kalır.
mitos da bir dönemin bilimiydi,
bugün taptığın bilim yarının insanına ancak mit olarak kalır.
meczup
taburem hazır,
kafamı kazımak için bekliyorum.
meczubun olayım,
biraz de sen idare et beni.
kurtar beni vicdan azabından,
bir an önce dön geri.
olmaz mı
beni hasta kabul edip,
aşırılıklarımı böylece hoş görsen,
içimi döktüğüm tek kişi sen olsan,
öyle ki hiç konuşmadan beni anladığını anlasam.
serkeşliğim seninle son bulsa,
rabıtalarda unuttuğumda kendimi uyandırıp beni bana sen buldursan.
olmaz mı?
aynı şey
ikimizde aynı şeyi yapıyoruz,
her zamanki gibi.
benim duygularım şiirde bulur kendini, dize olur.
seninkiler tuvale yansır, resim olur.
sığmaz içimize taşkın heyecanımız, taşar dışarı.
birimiz ressam,
diğerimiz,
şair olur.
şömine
ıslatmadan eğmeye çalışırken,
kırk yerimden, bir mengenede santim santim kırdılar beni.
ne eskisi gibi olabildim,
ne de yeni halim bir işe yaradı.
ısıtmak için elalemi, ışıltılı bir salonun şöminesinde,
alevler içine atıp cayır cayır yaktılar beni.
mona lisa
gözlerinde mona lisa'nın resmedildiğini senden gizledim,
sevgiyi dile getirmekte cimriydim, cömert yaşarken.
düşündüğüm kadar cesur değilmişim,
gecenin karanlığında kendimden emin senle sokakları arşınlarken.
yarın
o köprülerin altından çok sular aktı, gülüşlerimi benden alıp gitti zaman.
günler hep birbirine benzeyecek, ömrü eritti.
dünün farkına bugün vardım, yarını ise ıska geçtim hep.
endişe
bir emin olabilseydim,
bu yolun sana çıktığına,
yaşadığım ızdırabın bir kaç katına daha talip olurdum.
yandım diye feryad u figan edişim,
hem yanıp hem sensiz kalma endişesinden.
feza
bütün yatırımım bir yereydi,
tutunduğum dal kopunca yerçekimi tutamadı beni.
fezaya savruldum,
düşüşün sonunu beklerken sarhoş oldum.
aradım
gecenin karanlığında aradım seni,
gündüzün aydınlığında kaybetmiştim oysa.
asasız
kalbi burkulmuş,
yeryüzünde asasız dolaşan bir garip dervişim.
ayaklarım sağlam basar toprağa,
yüreğim kendi ağırlığı altında ezilir benim.
yalnızım
kendim gibilerden uzakta,
iliklerime kadar yalnızım.
bilgeler arasında cahil,
cahiller arasında bilgeyim.
havari
sakın sana uzak meselelere iyilik havarisi kesilmen,
ahlaki defolarını gizleme çabası olmasın.
zira insan en çok kendisine kurnazlık yapar,
ahlakına gerekçeler üretmek için.
jîyan
ji zaroktiya min dest pê kir,
heya rih spî bune.
kemı fehmemı,
min ji vê jîyane tiştek fêm nekir.
bêhna min dıçiki,
hêsirê dilê min da sermı,
ez fetısim.
fehmki vere bıdmıki,
bıra bihnamı bı kedera mı be wxeda'ho.
allah
çepeçevre kuşattı beni,
ateş, hava, su ve toprak,
ilmek ilmek ördüm,
kelimelerle biçim verdim,
dolduramadı hiçbir şey kalbimi,
allah zikrinden başka.
yüksek
düşler kurdum,
uzak diyarlarda,
yüksek dağlara.
aradığım olsa olsa,
oradadır diye.
konduramadım sana hiçbir kir ve pisliği,
saf ve temiz kalsa kalsa,
ancak orada kalır diye.
yüreğimi yaktı bu şehir,
acısı, gözlerimden yaş oldu çıktı.
farkı yok
geçip giden zamanın bir önemi kalmadı,
dün ömrümden bir gün eksiltti,
bugünün ise dünden farkı yok.
gel artık
nerdeysen gel artık,
usandım,
her gün yeniden başka bir hayaline gülümsemekten.
az gittim
bir silindir gibi üstümden geçti zaman,
ışıkları söndü zihnimin,
gözlerim açıkken karanlıklara gömdü beni,
el yordamıyla uz harcadım, az gittim.
gülistan
uzaktı her şeye,
medeniyetten yoksun,
bir dağ başıydı aşkımızın yuvası.
sen yürüyen gülistanımdın,
bulunduğun her yere baharı götüren.
gel
safi bir kalp ile gel benimle,
aynı yolun çamuru var ikimizin üzerinde.
senin gibi bilirim ben de,
yokluk nedir, yorulmak kimdir diye.
gel, bu yolu sonsuza dek yürüyelim seninle.
kostüm
kabahat bende,
göründükleri gibi değillerdi,
ben görmek istediğim kişiliği giydirmiştim onlara.
aşk
gönlüm sana akmış,
ayaklarım da onu takip etmişti.
hepsi bundan ibaret.
kaçamak
gözlerinin hududunda kabul görmem diye,
kaçamak baktım hep sana.
o yüzden gözlerinin rengini bilmem,
sırtın daha tanıdıktır bana.
yanındayken ciddi göründüm,
sen yokken gülümsedim sana.
uzak
bana üflenen ruhun aslından uzak kalmak,
ne büyük özlem!
oysa
nasılsın dedi,
sırf konuşmuş olmak için.
derin bir depresyonda diyemedim.
oysa ikimiz de biliyorduk,
attığım şen kahkahaların,
her şeyin üstünü örtme çabası olduğunu.
iffet
bunca adaletsizliği, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi sindirip rahatsız olmayan kişi,
iffetli bir annenin ve namuslu bir babanın evladı olamaz.
vardır mayasında bir pislik,
her pislik ise kendi cinsine temiz görünür.
beklenti
utanır oldum utanmalarımdan,
pişmanım bütün pişmanlıklarımdan.
beklenmedik kapıların açılması gerekmez mi,
sözlerim düğümlenirken boğazımda?
kalbine göre
dört kişi derin bir sessizlik içinde,
her biri kendini yek diğerinde.
tekkenin pir'i hepsini birden izler.
bir feyz iner,
eşit değil ama adil dağılır,
her dervişin kalbine göre.
kırlangıç
yerim kalmadı umut, seni de almak isterdim.
içim yanar, haykırmaya yol bulamam.
gündüz kırlangıçlar konar yüzümün coğrafyasına,
gece hüzün sisi çöker üstüme.
çift
senin için katlandığım zahmet,
yaralarıma merhem imiş.
karanlığa doğan güneş sanarken kendimi,
karanlıkta kalan yönüm senle işaretlenmiş.
yürürken sana,
farkına varmadan kendime doğru gelmişim.
basiret
gönlümden akan hislerin akıntısına yenik düştüm.
çek o keskin bakışlarını üstümden.
kalbime kadar görüyorsun hissine kapıldım.
sarp
ben de baktım aynı yöne seninle,
sen başka, ben başka şey gördüm.
ben sarp coğrafyayım, tutunmak zordur bana,
her çiçek yeşermez burada.
sen sert rüzgarların kadını değilsin,
yaprakların dökülür burada.
birini
herkes sıfırdan başlamak durumunda.
kendi evladına dahi deneyimlerini miras bırakamaz.
acizdir insan.
neredeyse hayattaki bütün eylemi,
karşısına çıkan çift yönlü şeylerden birini tercih etmekten ibaret.
hepsini
sesindeki tını değişti,
neden sana layık olan benden esirgensin ki?
kitap sayfaları gibi okuyorum seni,
niyetini düzelt anlıyorum hepsini.
münacat
yüreği yanık, gözleri yolda, burun direkleri sızlayan yakub'um sanki.
arattın, yolunu gözlettin ve çok özlettin.
ne olur, beni de benzettiğin yakub'un vuslatına erdir ya rabb’i.
hep mi
kiminin başına güvercin,
kimininkine karga konar.
çekilen çilenin sebebi,
hep mi ahirette ortaya çıkar?
yokluğun
öfke duydum,
çaldı sandım seni hayatımdan.
şimdi ise gözlerim yollarda,
tatsız tuzsuzum yokluğunda.
nostalji
sen,
doksanlara ait bir şarkısın sanki.
hiç eskimeyen,
dinledikçe özlenip hüzünlendiren.
yunus gibi
bırakıp gittim tekkeyi,
bana da terk pişmanlığı var mıdır?
dönsem bir gün yunus gibi,
ham softalardan bana da sopa var mıdır?
bana mı düştü
herkes benzer süzgeçlerden geçti,
bir bana mı düştü ne yaşadığını anlamak?
aptallar ne düştüğü durumun farkına vardı,
ne de ıskaladılarını anladı.
bu kadar ayık olmak bana mı düştü,
zekiler menfaat peşinde koşacak kadar kurnazken,
bir bana mı düştü akıllı ve ahlaklı olmak?
çile
herkesin derdi kendine ağır ve büyük,
çile sadece bir kelime.
sen bilemezsin neler çektiğimi,
sobanın başında, elinde buharı tütün çayınla,
çetin mi çetin kaç kışı nefesimle ısıttım tek başıma.
hayat
dışarıdaki hayatın sesleri yankılanır boş odamda,
öteki yoksa hayat yok bu yalnızlıkta.
kimlik ile kendilik
kimliğini besleyip hazmettiğin şeyleri ben kustum.
aynı kıbleye yöneliyorsak bizi bir sanma,
kimlik ile kendilik bir olur mu hiç!
lütuf
adam gibi sevmeyi beceremesem de,
seninle tanıdım, sevmeyi
ve hemen anladım;
katlanması için insanların bu hayata
allah'ın bir lütfu olduğunu.
mardin
bir şehir isterim;
dünyada eşi benzeri olmasın,
ayakların altına serilsin ovası,
gecesi üst örten yorgan olsun,
meltemi şefkatle yüz okşarken
karanlığı delen yıldızları umut olsun.
olamaz
birliğin içindeki ikilik değil mi her şey?
yumuşak ile sert,
sıcak ile soğuk,
kadın ile erkek,
dişil ile eril
tek yönlü olamaz;
yaşanan ızdırabın bir karşılığı olmalı.
damıtır
güneşin batarken gökyüzünde bıraktığı kızıllık,
kurşuni gökyüzünden bardaktan boşalırcasına yağan yağmur,
ve sana dair anılar
hüzün damıtır içime.
çocuk
gittiğim mesafe varmaya yeterdi oysa,
vara vara bir ormana ulaştım.
ıslık çalıp bir şeyler anlatıyordu,
çam ağaçlarının arasından geçen rüzgarlar.
su bol, yemiş hiç yoktu.
kaybolmuştum kırk dört yaşında,
elimden şefkat ile tutacak ebeveyne muhtaç,
ağlamaklı bir çocuktum.
ben miyim
yürüdükçe ereğinden uzaklaşan,
yanlış yerde beklemekten usanan,
dibe vurduğu halde gaflet uykusuna devam eden,
şöyle bir dolanıp tekrar borçlanan,
sadece ben miyim?
ters yön
yolun düştü mü hiç bir bilinmeze?
peki yürüdüğün yollar uzadı mı?
son seferini yapan trenin,
ters yönüne bindirdi mi seni hayat?
yorgun
sen başkasına,
ben senin hayaline sarılıp uyurum.
göz kapaklarım yorgun düşüp,
kendi ağırlığını taşıyamadığında.
tek başına
çok da emin olma,
ayağı kayınca insanın elinden tutanı olmaz.
ıssızlaşıverir etrafı,
anlaşmışcasına herkesin o anda bir işi çıkar.
ve tek başına, ağır çekimde yaşanır acılar.
içine düşülen acınası durumlar,
toplumsallıktan bireyselliğe taşır.
insana kendisine doğru yol aldırır.
doğdu
farkında olmadan özlemini çektiğim bir sessizlik doğdu hayatıma,
beni kendimle buluşturup, parmak uçlarına basıp gitti herkes.
anlam
bilmek bir hiçe dönüştü,
anlamın yakıcılığı yaktı beni bu gece.
sevgiye çıksın
korkum o ki,
bu yolun sonu sevgiye çıksın
ve benim sevgiye ayıracak hiç gücüm kalmadı.
üstelik daha önce sevebildim mi,
ondan da emin değilim.
varoluşsal
varoluşsal sancılarım tuttu yine,
yükselmek isteyen ruhumun prangalı ayakları.
ızdırabın ağırlığı yaktı yüreğimi,
teselli eder beni bir tek başı dumanlı yüksek dağlar.
kişi
öyle bir fırtınaya yakalandım ki,
darmadağın oldu kendim sandığım kişi.
kül
yanarım cayır cayır,
kül kalır benden geriye.
ve geçmiştir artık,
şekil değişince dert de değişir.
.
çırpınan
hırçın dalganın sahile attığı,
kızgın kumlar üstünde çırpınan balık benim.
susanlar
bir tek susanlar bilebilir,
uzun süre susanlar,
susmanın duyulmayan büyük çığlıklar taşıdığını.
denklik
öyle saftım ki seni severken,
bilmezdim aşkın bile sosyolojik denklik aradığını.
asra bedel
ne izdi o öyle bende bıraktığın
yıllar geçti, asra bedel ismini sayıkladığım.
dayatma
ağırlaşan göz kapaklarını taşımak zorlaştı,
kederin ağırlığı derin bir uykuyu dayatıyor yine bana.
kara kış
gündüz eşitler fukarayı diğerleriyle,
gece karanlığı örtünce her şeyin üstünü,
kara kışta açığa çıkar yoksulun gerçekleri.
bilirsin
eskisi gibi olmamı bekleme benden,
artık biliyorum, görmezlikten gelemem.
bırakıp gitmek zor olsa da, duramam buralarda.
en çok sen bilirsin,
rol yapmam, sadece kendimi oynarım ben.
hüzünlü
umudu bile taşımaktan yorgun düşmüş,
çok şey taşıdı bacakları.
kendi ağırlığım bile fazla der ona adımları.
omuzları düşmüş, yılgın bakışlı.
hüzünlü gözleri konuşmadığını anlatır.
dokunuş
ekort eder beni,
öfke, sevgi, hırs, pişmanlık.
her dokunuş beni bana,
bana tanıtmakmış.
sevgi sözcüğü
tutuktur boğazımdan çıkan cümleler,
hiç anlatamadım kendimi sana ve hiç kimseye.
zihnimde kelime kargaşası,
her biri dışarı çıkmak için yarış halinde.
ses telleri üstünde tepişmeler, didişmeler,
ağzımdan çıkan sevgi sözcüğü bile,
homurtuya dönüşür.
veda
başka bir coğrafyaya doğmak için,
veda etmiştir güneş.
boyamıştır hüzünlü bir kızıllığa,
yer ile göğün kesişim çizgisini.
nötr
az ile çoğa sahip olanın,
nötr olduğu tek yer kalbin kavrama kabiliyetidir.
azar azar
acılardan geçerken azar azar eksilirsin,
bir zaman sonra eksile eksile görünmez olur suretin.
ve ne varlığı ne de yokluğu fark eder olur acıların.
parmaklar
allah'ın ipek saçlara bahşedip yüklediği sevgiye,
dokunamadı parmaklarım.
serap
sen özleminin kıyısında,
kendimden geçip serabına tutundum.
tahir elçi
kavruktu teni, aynı coğrafyanın bahtı gibi.
cesurdu, ataları gibi.
yine günlerden bir gün,
bütün kutsalları hedef aldı kurşunlar.
tahir'i vurup,
dört ayaklı kara taşlı minarede durdular.
sana
sana benzemeyen gül gül olarak kabul görmez oldu,
bütün çiçekler birbirine benzeşti,
gülün dikeni bile özlenen güzellik oldu.
aynı
köreltir duyguları, öteden beri süre gelen acılar.
ve bir zaman sonra aynileşir,
varlığıyla yokluğu her şeyin.
rüzgarlar
yazıp bırakır mısın bana dair duygularını,
kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın tepesine?
sadece rüzgarlar okusun bana söylemediğin her şeyi.
çünkü
hani o gidişin vardı ya,
beni de alıp götürmüştü beraberinde.
ve bir daha kendime gelemedim.
çünkü yarısı sende kalmıştı benliğimin.
bütün
oysa bütün her şey,
bir sarkaç ile açıklanabilir.
insanın doyumsuz arzuları ilerleme sağlar,
vicdanı ise ilerlemeyi disipline eder.
güneşim
limansız bir okyanusun kıyısında beklerim gemileri.
benden habersiz, kıyıları hep hırpalar dalgalar.
okyanusun içinden doğup,
hep karada batar güneşim.
retorik
hakikat bilgisi retorikten ibaret,
sen lal olmuş yaşayan sufiye dikkat et.
bozma hiç
dur öyle bozma hiç,
uzun uzun bakayım sana.
sakın gülümseme,
derin gamzelerin başımı döndürür sonra.
kadeh
karmakarışık duygu dünyam,
kadeh kadeh keder içtim bugün yine.
kafam çakır keyif dertten,
puro dumanı odayı kendine boğdu.
her şey yerli yerinde,
rahmetin sağanak yağışı için.
çarmıh
üç bilge arasında çarmıha gerilmiş bir beden,
uzaydaki kara delikler kadar derin bir kalp,
kendi etrafında dönen yakıcı güneş gibi bir zeka,
ve ısındıkça genleşen, soğuyunca daralan bir ruh.
Yorum Bırakın