BULANIK

BULANIK
  • 1
    0
    0
    0
  • kurşuni

    hani şafak sökecekti alacakaranlığın hemen ardından,

    güneşimi çalmış gökyüzünü kaplayan hain kurşuni bulutlar
































    hangi


    yaşanan derin ızdırap, sebepsiz olamaz.

    hangi masumun hakkı yenirken sessiz kalmanın bedeli bu?

    kavrar gibi olup hiçbir şey çözememek sadece bana mı özgü?

    kendinden vazgeçmek mi kendini bulmanın kırılma noktası?






























    sigara


    gözlerine başka bakışların değmediği,

    ellerin topladığı tütünden,

    bitmeyen bir sigara sarasım var.

    yeryüzü aşkla birlikte,

    kendisini de tüketen,

    kaç insanın deneyimine şahit olmuştur ki?






























    olsun


    dinin senin olsun,

    renklerin hangi renk ise hak o olsun.

    varsın en büyük iman sende olsun,

    namuslu olmak en çok sana yakışsın.

    bana bir tek adaletin lazım,

    gerisi senin olsun.

































    ve


    ve bir an gelir,

    ya katı bir maddeci kesilir insan,

    ya da derin bir maneviyatçı oluverir.
































    himmet


    tam ortasından isabet almış,

    zerrelere bölünüp dağılmış gönlüm,

    yüz suyu döküp diledim himmet,

    kim toplar, nasıl toplar bir daha beni?
































    zaman ve insan


    ezelden bilinen,

    ruhun eğilimleri atar insanı yaşadığı zamana.

    adildir düzen,

    zaman ve insan karakterini giydirir birbirine.
































    mürşid


    dertler beni mürşide yürüttü,

    mürşid beni dertlerin içine geri itti.

    ben hiçbir şey olmadı zannettim,

    ilk namazda kalp atışlarım göğüs kafesimi titretti.































    mavera


    yitip gidenlerden dolayı değil bu hüzün,

    hüzünle sonuçlanan kayıplar kazanç olur bir zaman sonra.

    canıma tak etti beni yakan bu giz dolu belirsizlik,

    buğulu camların ardına gizlenmiş mavera,

    canıma kast edecek bu gidişle.






























    kustu


    hazmetmesi kolay değil,

    mide de haklı bir yerde.

    din ile solculuk soslu faşistliği,

    nasıl kaldırsın bu mide?

    kustu ve rahatladı hepsini,

    ulusalcılıkla birlikte diğer ideolojileri de.































    ters orantı 


    paylaşılır mı? 

    paylaşılabilir mi bendeki yalnızlık? karabasanlar çöker uykusuz geçen gecelerimin üstüne.

    ben ayık görürüm,

    başkalarının uykuda gördüğü kabusu.
































    ucube 


    kimseye belli etmeseler de, biz anlarız onları.

    yıkımlar üzerine, ucuz ve ucube bir yükseliş inşa ederler.

    üzülür gibi yaparken tatmin olurlar.

    en çok da seni delirten yakınların.

     






























    ya rabb’i


    yine geldi boğazıma dayandı keder,

    kuş kadar canım var zaten.

    bu derin girdaplar nefes aldırmaz, boğar beni.

    bütün fiillerin sahibi sensin,

    beni diğer fiillere ulaştır, ya rabb’i.
































    çökük omuzlar


    yıllardır sadece ayakucuma baktırdı hayat,

    ben fark etmeden kamburu çıkmış omuzlarımın.

    oysa başımı kaldırdığımda alnımın hizasında,

    ne genişlikler varmış dünyada.
































    yavan hayatlar


    iftar sofrasında dini hassasiyet hat safhada.

    lüks restoranın içi hınca hınç dolu.

    ışıltılı salonun en sağında,

    mescidin kapısını açan sadece aşçı yamağı. 

























    kitap


    tarihin derin katmanlarında seyahate seninle çıktım,

    görmek için can attığım ibni arabî'yi seninle tanıdım,

    gazali'den ders almak seninle mümkün oldu.

    tolstoy'un geniş hayal dünyasına seninle daldım,

    ali şeriatî ile sosyolojisi sohbeti senin sayendeydi.

    ibni acibe'den haberdar olmayacaktım sen olmasan,

    gorki'nin bende izi de olmayacaktı.

    atina sokaklarında seninle soludum felsefeyi,

    aşkı tutuşturup yanmayan şemsi sen anlattın bana.

    zaman makinemdi sayfaların,

    istediğim yere gitmemi mümkün kılan.
































    değişim


    uzun zamandır bende,

    tarifsiz ızdıraplarla yavaş yavaş gerçekleşen değişim,

    buharlaşarak bütün kirlerden arınıp,

    göğe yükselen suya benzesin allah'ım.
































    içsel diyaloglar


    paylaşılacak bir şey bulamadığında,

    konuşmanın da tükendiğini anlar insan.

    ve kendini de dinlemeyi öğrendiğinde,

    zorunlu birlikteliklerin kabusu başlar.

































    suret


    gölgesi kendine tabi bir muktedir idim,

    camlarda silik bir suret.

    gece olunca görünüp, gündüzleri kaybolan.






























    gözleri yerde


    oturmuş bankta,

    elleri bitişik, kolları dizlerinde, başı eğik, gözleri yerde.

    göğüs kafesi kalbine dar gelmiş,

    kaburgalar batıyor dört yerden.

    sordu kendi kendine;

    bir tek ben miyim dünyada ne istediğini bilmeyen?































    yol yaptım


    dik kafalıyım ben,

    hiç boyun bükmedim.

    "edep ile gelen lütufla gider" yazan rahlenin önünde diz çökene kadar.

    yol yaptım gide gele,

    yüreğimin yarasına merhem olur diye bulunduğun yeri.






























    sahil


    dinmeyen bir fırtına koptu,

    yokluk denizinin ortasında.

    sahilde bir çakıl taşı idim,

    dev dalgalar dövdü beni umarsızca.

    sürttüler beni ona, onu bana.

    herkes ovallaşıp cilalanmıştı en sonunda.
































    bu kaçıncı


    bırak yakamı!

    otururken sıktın, uzun uzun yürüttün.

    yorgun argın uzandım, uyutmadın.

    bu kaçıncı gece yine sabahlattın beni?































    sekiz mart


    ellerim ceplerimde, amaçsızca, dalgın dalgın yürürken,

    benim gibi, görünmeyen uzakları izleyen gözlerinle kesişse bakışlarım, 

    ne martın ne de sekizin önemi kalmaz,

    zaman kırılır bir yerden,

    zamansız yaşarım seninle sonsuza dek.





























    iddiasız


    küçülürken büyüyenin çekimine kapıldım,

    sebepsiz zariftin sen.

    iddiasız bir kendilik hali,

    öyle bir iddiasızlık ki en büyük iddia sahibi.

    kendiliğin kıyısında geziniyorum,

    bir gün kavuşacağız.

    kendimi bulduğumda seni de bulacağım.
































    çimkî 


    o eksik kalma hissi vardır hep, 

    ayırdına varana.

    beden yere, ruh göğe ait. 

    ruhun vatanı cennet, sürgün yeri dünyadır çünkü.
































    bölük pörçük


    yıkık dökük, daha dün sapasağlam olan duvarlar,

    harabeye malzeme, tozu üstünde tuğlalar gene sağlam.

    bölük pörçük, güya canlı olan yüreğim,

    elimi neresine atsam, tel tel dökülüyor.





























    hüngür hüngür 


    ısıttıkça ısıttın beni,

    ve sonunda fokur fokur kaynattın.

    kaynadıkça eksildim,

    eksildikçe saflaştım.

    saflaştıkça yoğunlaştım,

    her aşamada terk ettiğim aşırılıklarıma,

    hüngür hüngür ağladım.































    bitse


    erken olmasa da olur,

    gecenin geç bir saatinde, 

    uykuya daldığımda bitse,

    bu derinliği kaybolmuş kabus gibi hayat,

    zamansız ve vedasız.
































    vura vura


    hep böyle miydin hayat,

    yoksa sadece bana mı gösterdin bu yüzünü?

    kırk yaşında öğretmeye başladın,

    kafama vura vura acı ve çıplak gerçekleri.
































    varlık


    varlık bende varım,

    hiçlik iddiasıyla varım.

    sonraki hiçlik için,

    şimdi varım.































    sarhoş


    bir keder bir keder kustu beni,

    burnumdan geldi beslendiğim gıda.

    acı ve ekşi bir kan yaktı genzimi.

    bilinç düzeyinin sürekli yükseldiği,

    süregelen bir sarhoşluk sardı beni.
































    kuyu


    daha fazla taşıyamam,

    içime kök salıp yeşermiş bu derdi.

    anlatınca taşmayacak,

    kör bir kuyu lazım bana.
































    gece karanlığı


    bir gece vakti,

    sessizlik örtmüş şehrin üstünü.

    uyanmamak üzere uykuya dalmak isteyen bir gönül,

    hüzün pompalar yorgun düşmüş gözlerine.



























    isterim


    bir yaşam isterim,

    kimsesiz bir ıssızlıkta,

    doğanın var olup eskimediği,

    hiçbir narin yaprağın yitip gitmediği,

    rengarenk dört mevsimin yaşandığı,

    her mevsime eşit mesafede olup,

    her birini aynı anda hissettiğim,

    bir hayat isterim,

    o diyarlarda benden başka beşerin yaşamadığı. 








     

     





















    ihtiyar


    sessiz bir ev içinde bir ihtiyar,

    şehir baygın, apartman ölü.

    iki oda bir salon birbirini ağırlar.

    diline sessizlik çökmüş bir yabancı,

    elinde kapı kilidi, başı önünde,

    akşam girip, sabah çıkar.




























    strateji


    dedim ya, kürdüm ben,

    strateji bilmem,

    dümdüz severim.

    geceler boyu uykusuz kalır,

    gündüzler boyu uyurum,

    ve tekrar başa geri dönerim.

    dönüşlerim baş döndürür,

    hep başladığım yere geri dönerim.































    dip teselli 


    başka birisiyle de olsa,

    seni mutlu görmek beni mutlu etti.

    takılmış kalmıştım bozuk bir plak gibi,

    kulak tırmalayan cızırtıya dönüşmüştü,

    sana dair iç seslerim
































    nasipsiz 


    duygusal olmak anı yoğun yaşatır,

    derin düşünmek yarınlarla uğraştırır.

    hem duygusal hem de derin olmak,

    ne bugünü ne de yarını yaşatır.































    mitos 


    dönemseldir yeryüzünde fesat çıkaran insanın inancı,

    üretken olanın dinine tabidir imanı.

    tanrısı kabul eder, bir tek secdesi eksik kalır.

    mitos da bir dönemin bilimiydi,

    bugün taptığın bilim yarının insanına ancak mit olarak kalır.






























    meczup 


    taburem hazır,

    kafamı kazımak için bekliyorum.

    meczubun olayım,

    biraz de sen idare et beni.

    kurtar beni vicdan azabından, 

    bir an önce dön geri.





























    olmaz mı 


    beni hasta kabul edip,

    aşırılıklarımı böylece hoş görsen,

    içimi döktüğüm tek kişi sen olsan,

    öyle ki hiç konuşmadan beni anladığını anlasam.

    serkeşliğim seninle son bulsa,

    rabıtalarda unuttuğumda kendimi uyandırıp beni bana sen buldursan.

    olmaz mı?




























    aynı şey


    ikimizde aynı şeyi yapıyoruz,

    her zamanki gibi.

    benim duygularım şiirde bulur kendini, dize olur.

    seninkiler tuvale yansır, resim olur.

    sığmaz içimize taşkın heyecanımız, taşar dışarı.

    birimiz ressam,

    diğerimiz,

    şair olur.






























    şömine 


    ıslatmadan eğmeye çalışırken,

    kırk yerimden, bir mengenede santim santim kırdılar beni.

    ne eskisi gibi olabildim,

    ne de yeni halim bir işe yaradı.

    ısıtmak için elalemi, ışıltılı bir salonun şöminesinde,

    alevler içine atıp cayır cayır yaktılar beni.
































    mona lisa 


    gözlerinde mona lisa'nın resmedildiğini senden gizledim,

    sevgiyi dile getirmekte cimriydim, cömert yaşarken.

    düşündüğüm kadar cesur değilmişim,

    gecenin karanlığında kendimden emin senle sokakları arşınlarken.

































    yarın 


    o köprülerin altından çok sular aktı, gülüşlerimi benden alıp gitti zaman.

    günler hep birbirine benzeyecek, ömrü eritti.

    dünün farkına bugün vardım, yarını ise ıska geçtim hep. 































    endişe


    bir emin olabilseydim,

    bu yolun sana çıktığına,

    yaşadığım ızdırabın bir kaç katına daha talip olurdum.

    yandım diye feryad u figan edişim,

    hem yanıp hem sensiz kalma endişesinden.
































    feza


    bütün yatırımım bir yereydi,

    tutunduğum dal kopunca yerçekimi tutamadı beni.

    fezaya savruldum,

    düşüşün sonunu beklerken sarhoş oldum.


































    aradım


    gecenin karanlığında aradım seni,

    gündüzün aydınlığında kaybetmiştim oysa.
































    asasız


    kalbi burkulmuş,

    yeryüzünde asasız dolaşan bir garip dervişim.

    ayaklarım sağlam basar toprağa,

    yüreğim kendi ağırlığı altında ezilir benim.
































    yalnızım


    kendim gibilerden uzakta,

    iliklerime kadar yalnızım.

    bilgeler arasında cahil,

    cahiller arasında bilgeyim.
































    havari


    sakın sana uzak meselelere iyilik havarisi kesilmen,

    ahlaki defolarını gizleme çabası olmasın.

    zira insan en çok kendisine kurnazlık yapar,

    ahlakına gerekçeler üretmek için.



























    jîyan 


    ji zaroktiya min dest pê kir, 

    heya rih spî bune. 

    kemı fehmemı, 

    min ji vê jîyane tiştek fêm nekir. 

    bêhna min dıçiki, 

    hêsirê dilê min da sermı, 

    ez fetısim. 

    fehmki vere bıdmıki, 

    bıra bihnamı bı kedera mı be wxeda'ho. 






























    allah 


    çepeçevre kuşattı beni,

    ateş, hava, su ve toprak,

    ilmek ilmek ördüm,

    kelimelerle biçim verdim,

    dolduramadı hiçbir şey kalbimi,

    allah zikrinden başka.


























    yüksek

     

    düşler kurdum, 

    uzak diyarlarda,

    yüksek dağlara.

    aradığım olsa olsa,

    oradadır diye.

    konduramadım sana hiçbir kir ve pisliği,

    saf ve temiz kalsa kalsa,

    ancak orada kalır diye.

    yüreğimi yaktı bu şehir, 

    acısı, gözlerimden yaş oldu çıktı.

































    farkı yok


    geçip giden zamanın bir önemi kalmadı,

    dün ömrümden bir gün eksiltti,

    bugünün ise dünden farkı yok.

































    gel artık


    nerdeysen gel artık,

    usandım,

    her gün yeniden başka bir hayaline gülümsemekten.
































    az gittim


    bir silindir gibi üstümden geçti zaman,

    ışıkları söndü zihnimin,

    gözlerim açıkken karanlıklara gömdü beni,

    el yordamıyla uz harcadım, az gittim.































    gülistan


    uzaktı her şeye,

    medeniyetten yoksun,

    bir dağ başıydı aşkımızın yuvası.

    sen yürüyen gülistanımdın,

    bulunduğun her yere baharı götüren.































    gel


    safi bir kalp ile gel benimle,

    aynı yolun çamuru var ikimizin üzerinde.

    senin gibi bilirim ben de,

    yokluk nedir, yorulmak kimdir diye.

    gel, bu yolu sonsuza dek yürüyelim seninle.

































    kostüm


    kabahat bende,

    göründükleri gibi değillerdi,

    ben görmek istediğim kişiliği giydirmiştim onlara.

































    aşk


    gönlüm sana akmış,

    ayaklarım da onu takip etmişti.

    hepsi bundan ibaret.






























    kaçamak


    gözlerinin hududunda kabul görmem diye,

    kaçamak baktım hep sana.

    o yüzden gözlerinin rengini bilmem,

    sırtın daha tanıdıktır bana.

    yanındayken ciddi göründüm,

    sen yokken gülümsedim sana.


































    uzak


    bana üflenen ruhun aslından uzak kalmak,

    ne büyük özlem!






























    oysa


    nasılsın dedi,

    sırf konuşmuş olmak için.

    derin bir depresyonda diyemedim.

    oysa ikimiz de biliyorduk,

    attığım şen kahkahaların,

    her şeyin üstünü örtme çabası olduğunu.































    iffet


    bunca adaletsizliği, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi sindirip rahatsız olmayan kişi,

    iffetli bir annenin ve namuslu bir babanın evladı olamaz.

    vardır mayasında bir pislik,

    her pislik ise kendi cinsine temiz görünür.
































    beklenti


    utanır oldum utanmalarımdan,

    pişmanım bütün pişmanlıklarımdan.

    beklenmedik kapıların açılması gerekmez mi,

    sözlerim düğümlenirken boğazımda?






























    kalbine göre


    dört kişi derin bir sessizlik içinde,

    her biri kendini yek diğerinde.

    tekkenin pir'i hepsini birden izler.

    bir feyz iner,

    eşit değil ama adil dağılır,

    her dervişin kalbine göre.
































    kırlangıç


    yerim kalmadı umut, seni de almak isterdim.

    içim yanar, haykırmaya yol bulamam.

    gündüz kırlangıçlar konar yüzümün coğrafyasına,

    gece hüzün sisi çöker üstüme.






























    çift


    senin için katlandığım zahmet,

    yaralarıma merhem imiş.

    karanlığa doğan güneş sanarken kendimi,

    karanlıkta kalan yönüm senle işaretlenmiş.

    yürürken sana,

    farkına varmadan kendime doğru gelmişim.

































    basiret


    gönlümden akan hislerin akıntısına yenik düştüm.

    çek o keskin bakışlarını üstümden.

    kalbime kadar görüyorsun hissine kapıldım.






























    sarp


    ben de baktım aynı yöne seninle,

    sen başka, ben başka şey gördüm.

    ben sarp coğrafyayım, tutunmak zordur bana,

    her çiçek yeşermez burada.

    sen sert rüzgarların kadını değilsin,

    yaprakların dökülür burada.































    birini


    herkes sıfırdan başlamak durumunda.

    kendi evladına dahi deneyimlerini miras bırakamaz.

    acizdir insan.

    neredeyse hayattaki bütün eylemi,

    karşısına çıkan çift yönlü şeylerden birini tercih etmekten ibaret.
































    hepsini


    sesindeki tını değişti,

    neden sana layık olan benden esirgensin ki?

    kitap sayfaları gibi okuyorum seni,

    niyetini düzelt anlıyorum hepsini.

































    münacat


    yüreği yanık, gözleri yolda, burun direkleri sızlayan yakub'um sanki.

    arattın, yolunu gözlettin ve çok özlettin.

    ne olur, beni de benzettiğin yakub'un vuslatına erdir ya rabb’i.
































    hep mi 


    kiminin başına güvercin,

    kimininkine karga konar.

    çekilen çilenin sebebi,

    hep mi ahirette ortaya çıkar?
































    yokluğun


    öfke duydum,

    çaldı sandım seni hayatımdan.

    şimdi ise gözlerim yollarda,

    tatsız tuzsuzum yokluğunda.
































    nostalji


    sen,

    doksanlara ait bir şarkısın sanki.

    hiç eskimeyen,

    dinledikçe özlenip hüzünlendiren. 
































    yunus gibi


    bırakıp gittim tekkeyi,

    bana da terk pişmanlığı var mıdır?

    dönsem bir gün yunus gibi,

    ham softalardan bana da sopa var mıdır?





























    bana mı düştü


    herkes benzer süzgeçlerden geçti,

    bir bana mı düştü ne yaşadığını anlamak?

    aptallar ne düştüğü durumun farkına vardı,

    ne de ıskaladılarını anladı.

    bu kadar ayık olmak bana mı düştü,

    zekiler menfaat peşinde koşacak kadar kurnazken,

    bir bana mı düştü akıllı ve ahlaklı olmak?































    çile


    herkesin derdi kendine ağır ve büyük,

    çile sadece bir kelime.

    sen bilemezsin neler çektiğimi,

    sobanın başında, elinde buharı tütün çayınla,

    çetin mi çetin kaç kışı nefesimle ısıttım tek başıma.


































    hayat


    dışarıdaki hayatın sesleri yankılanır boş odamda,

    öteki yoksa hayat yok bu yalnızlıkta.

































    kimlik ile kendilik


    kimliğini besleyip hazmettiğin şeyleri ben kustum.

    aynı kıbleye yöneliyorsak bizi bir sanma,

    kimlik ile kendilik bir olur mu hiç!































    lütuf


    adam gibi sevmeyi beceremesem de,

    seninle  tanıdım, sevmeyi

    ve hemen anladım;

    katlanması için insanların bu hayata

    allah'ın bir lütfu olduğunu.






























    mardin


    bir şehir isterim;

    dünyada eşi benzeri olmasın,

    ayakların altına serilsin ovası,

    gecesi üst örten yorgan olsun,

    meltemi şefkatle yüz okşarken

    karanlığı delen yıldızları umut olsun.





























    olamaz


    birliğin içindeki ikilik değil mi her şey?

    yumuşak ile sert,

    sıcak ile soğuk,

    kadın ile erkek,

    dişil ile eril

    tek yönlü olamaz;

    yaşanan ızdırabın bir karşılığı olmalı.
































    damıtır


    güneşin batarken gökyüzünde bıraktığı kızıllık,

    kurşuni gökyüzünden bardaktan boşalırcasına yağan yağmur,

    ve sana dair anılar

    hüzün damıtır içime.




























    çocuk


    gittiğim mesafe varmaya yeterdi oysa,

    vara vara bir ormana ulaştım.

    ıslık çalıp bir şeyler anlatıyordu,

    çam ağaçlarının arasından geçen rüzgarlar.

    su bol, yemiş hiç yoktu.

    kaybolmuştum kırk dört yaşında,

    elimden şefkat ile tutacak ebeveyne muhtaç,

    ağlamaklı bir çocuktum.































    ben miyim


    yürüdükçe ereğinden uzaklaşan,

    yanlış yerde beklemekten usanan,

    dibe vurduğu halde gaflet uykusuna devam eden,

    şöyle bir dolanıp tekrar borçlanan,

    sadece ben miyim?
































    ters yön


    yolun düştü mü hiç bir bilinmeze?

    peki yürüdüğün yollar uzadı mı?

    son seferini yapan trenin,

    ters yönüne bindirdi mi seni hayat?
































    yorgun


    sen başkasına,

    ben senin hayaline sarılıp uyurum.

    göz kapaklarım yorgun düşüp,

    kendi ağırlığını taşıyamadığında.




























    tek başına


    çok da emin olma,

    ayağı kayınca insanın elinden tutanı olmaz.

    ıssızlaşıverir etrafı,

    anlaşmışcasına herkesin o anda bir işi çıkar.

    ve tek başına, ağır çekimde yaşanır acılar.

    içine düşülen acınası durumlar,

    toplumsallıktan bireyselliğe taşır.

    insana kendisine doğru yol aldırır.


































    doğdu


    farkında olmadan özlemini çektiğim bir sessizlik doğdu hayatıma,

    beni kendimle buluşturup, parmak uçlarına basıp gitti herkes.


































    anlam


    bilmek bir hiçe dönüştü,

    anlamın yakıcılığı yaktı beni bu gece.































    sevgiye çıksın


    korkum o ki,

    bu yolun sonu sevgiye çıksın

    ve benim sevgiye ayıracak hiç gücüm kalmadı.

    üstelik daha önce sevebildim mi,

    ondan da emin değilim. 
































    varoluşsal


    varoluşsal sancılarım tuttu yine,

    yükselmek isteyen ruhumun prangalı ayakları.

    ızdırabın ağırlığı yaktı yüreğimi,

    teselli eder beni bir tek başı dumanlı yüksek dağlar.


































    kişi


    öyle bir fırtınaya yakalandım ki,

    darmadağın oldu kendim sandığım kişi.
































    kül 


    yanarım cayır cayır,

    kül kalır benden geriye.

    ve geçmiştir artık,

    şekil değişince dert de değişir.

































    çırpınan


    hırçın dalganın sahile attığı,

    kızgın kumlar üstünde çırpınan balık benim.

































    susanlar


    bir tek susanlar bilebilir,

    uzun süre susanlar,

    susmanın duyulmayan büyük çığlıklar taşıdığını.


































    denklik


    öyle saftım ki seni severken,

    bilmezdim aşkın bile sosyolojik denklik aradığını.


































    asra bedel


    ne izdi o öyle bende bıraktığın

    yıllar geçti, asra bedel ismini sayıkladığım.


































    dayatma


    ağırlaşan göz kapaklarını taşımak zorlaştı,

    kederin ağırlığı derin bir uykuyu dayatıyor yine bana.

































    kara kış


    gündüz eşitler fukarayı diğerleriyle,

    gece karanlığı örtünce her şeyin üstünü,

    kara kışta açığa çıkar yoksulun gerçekleri.































    bilirsin 


    eskisi gibi olmamı bekleme benden,

    artık biliyorum, görmezlikten gelemem.

    bırakıp gitmek zor olsa da, duramam buralarda.

    en çok sen bilirsin,

    rol yapmam, sadece kendimi oynarım ben.































    hüzünlü


    umudu bile taşımaktan yorgun düşmüş,

    çok şey taşıdı bacakları.

    kendi ağırlığım bile fazla der ona adımları.

    omuzları düşmüş, yılgın bakışlı.

    hüzünlü gözleri konuşmadığını anlatır.
































    dokunuş


    ekort eder beni,

    öfke, sevgi, hırs, pişmanlık.

    her dokunuş beni bana,

    bana tanıtmakmış.





























    sevgi sözcüğü


    tutuktur boğazımdan çıkan cümleler,

    hiç anlatamadım kendimi sana ve hiç kimseye.

    zihnimde kelime kargaşası, 

    her biri dışarı çıkmak için yarış halinde.

    ses telleri üstünde tepişmeler, didişmeler,

    ağzımdan çıkan sevgi sözcüğü bile,

    homurtuya dönüşür.
































    veda


    başka bir coğrafyaya doğmak için,

    veda etmiştir güneş.

    boyamıştır hüzünlü bir kızıllığa,

    yer ile göğün kesişim çizgisini.


































    nötr 


    az ile çoğa sahip olanın,

    nötr olduğu tek yer kalbin kavrama kabiliyetidir.

































    azar azar


    acılardan geçerken azar azar eksilirsin,

    bir zaman sonra eksile eksile görünmez olur suretin.

    ve ne varlığı ne de yokluğu fark eder olur acıların. 


































    parmaklar


    allah'ın ipek saçlara bahşedip yüklediği sevgiye,

    dokunamadı parmaklarım.


































    serap


    sen özleminin kıyısında,

    kendimden geçip serabına tutundum.






























    tahir elçi


    kavruktu teni, aynı coğrafyanın bahtı gibi.

    cesurdu, ataları gibi.

    yine günlerden bir gün,

    bütün kutsalları hedef aldı kurşunlar.

    tahir'i vurup,

    dört ayaklı kara taşlı minarede durdular. 

































    sana


    sana benzemeyen gül gül olarak kabul görmez oldu,

    bütün çiçekler birbirine benzeşti, 

    gülün dikeni bile özlenen güzellik oldu.

































    aynı 


    köreltir duyguları, öteden beri süre gelen acılar.

    ve bir zaman sonra aynileşir,

    varlığıyla yokluğu her şeyin.

































    rüzgarlar


    yazıp bırakır mısın bana dair duygularını,

    kuş uçmaz kervan geçmez bir dağın tepesine?

    sadece rüzgarlar okusun bana söylemediğin her şeyi.
































    çünkü


    hani o gidişin vardı ya,

    beni de alıp götürmüştü beraberinde.

    ve bir daha kendime gelemedim.

    çünkü yarısı sende kalmıştı benliğimin.
































    bütün


    oysa bütün her şey,

    bir sarkaç ile açıklanabilir.

    insanın doyumsuz arzuları ilerleme sağlar,

    vicdanı ise ilerlemeyi disipline eder.
































    güneşim


    limansız bir okyanusun kıyısında beklerim gemileri.

    benden habersiz, kıyıları hep hırpalar dalgalar.

    okyanusun içinden doğup,

    hep karada batar güneşim.


































    retorik


    hakikat bilgisi retorikten ibaret,

    sen lal olmuş yaşayan sufiye dikkat et.
































    bozma hiç


    dur öyle bozma hiç,

    uzun uzun bakayım sana. 

    sakın gülümseme,

    derin gamzelerin başımı döndürür sonra.






























    kadeh


    karmakarışık duygu dünyam,

    kadeh kadeh keder içtim bugün yine.

    kafam çakır keyif dertten,

    puro dumanı odayı kendine boğdu.

    her şey yerli yerinde,

    rahmetin sağanak yağışı için.
































    çarmıh


    üç bilge arasında çarmıha gerilmiş bir beden,

    uzaydaki kara delikler kadar derin bir kalp,

    kendi etrafında dönen yakıcı güneş gibi bir zeka,

    ve ısındıkça genleşen, soğuyunca daralan bir ruh.



















    sedat1399gonul@gmail.com 




















    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.